Müge Serez: Her ömür tamamlanmamış bir romandır

Müge Serez'in 'Dönüşüm Sanatı' kitabı, Antares Yayınları tarafından yayımlandı. Serez'le kitabını konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

Erhan Yılmaz

DUVAR - 1979 tarihinde İstanbul doğan Müge Serez, ilk ve orta öğretimi İstanbul Eczabaşı okullarında ve Özel Işık Koleji'nde tamamladı. Amerika'daki California eyaletinde 4 sene lisans eğitimi aldıktan sonra, aynı üniversitede psikoloji master'ı yapan Serez; Türkiye’ye döndükten sonra, 5 sene kişisel gelişim merkezinde eğitim aldı.

Psikoterapist Müge Serez, Antares Yayınları tarafından yayımlanan 'Dönüşüm Sanatı' kitabında, Türkiye’den ABD’ye oradan Hindistan ve Japonya’ya uzanan yaşam serüvenini, her virajda şaşırtıcı ve süprizlere dolu bir yolculuğu anlatıyor.

2020 Diamonds Of Turkey Yılın Enleri Ödül Töreni'nde Yılın En Başarılı Psikoterapisti Ödülü'ne layık görülen Müge Serez'le 'Dönüşüm Sanatı'nı konuştuk. 

Müge Serez

Alanınızda önemli çalışmalar yapmış bir psikologsunuz. 'Dönüşüm Sanatı'nı yazmaya nasıl karar verdiniz?

Sanırım edebi eserler genelde yazarların kendilerini ifade etme ihtiyacından doğuyor. Dünya sahnesinde söyleyecek sözü olanlar ister kurgu, ister kurgu dışı alanda olsun fikirlerini, düşüncelerini, deneyimlerini ve hayallerini paylaşırlar. Her insanın hikâyesi özeldir. Bilirsiniz, öykülerle, romanlarla ilgili bir sohbet açıldığında birçok kişi “benim hayatım roman” der. Bu görüş için yanlış diyemeyiz. Her ömür tamamlanmamış bir romandır. Mesleki deneyimlerimi yazmaya karar verdiğimde işe nereden başlamam gerektiğinden emin değildim. İnsanın özellikle kendi hayatındaki giz perdesini aralaması biraz cesaret işidir. Ancak esas amaç okur için bir motivasyon oluşturabilmektir. Farklı dünyaların da var olduğunu, gökyüzünün altında sadece bizim yaşamadığımızı ancak farklı hikâyelere göz atarak anlayabiliriz. Özellikle gerçek hikayeleri yazıya dönmek, okur için güçlü bir empati oluşturmak demektir. Asıl amacım kendimi, duygularımı açmak, insanlarda istediklerinde neler yapabilecekleri konusunda az da olsa bir farkındalık yaratmaktı.

'Dönüşüm Sanatı', kişisel deneyimlerinizle başlıyor ve söze Hasan Ali Toptaş’a bir gönderme yaparak başlıyorsunuz. Bu noktada kişisel olan meseleyi kamusal bir düzleme taşırken nelere dikkat ettiniz?

Alıntıladığım söz muhtemelen çoğu yazar için geçerli bir durum. Zira çocukluğumuz karakterimiz, davranışlarımız, tepkilerimiz, dünyayı yorumlamamız üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Ancak bir fark var ki 'Dönüşüm Sanatı'nda benim yaptığım kurgunun dışına çıkmak ve kendi hikayemi olabildiğince şeffaf bir şekilde aktarmaktı. Belki kurgularda mükemmel bir hayat inşa edebilirsiniz ancak insan yaşamı genelde iniş-çıkışlar, kusurlar ve hatalarla doludur. Kendi yaşamınızı aktarırken sadece güzel şeylerden bahsederseniz okura yalnızca bir kesit sunmuş olursunuz ve bu inandırıcı olmaz. Okumaktan en çok keyif aldığım metinler yazarların kendilerini açtığı metinlerdir. Son yıllarda özellikle Knausgaard’ın eserleri bu anlamda benim için de öne çıkıyor. Yazı, bazen kurgunun dışına çıkıp gerçeğe yöneldiğinde daha etkili olabiliyor.

'SINIRLARINIZIN DIŞINA ÇIKMAK İÇİN GAYRET ETMENİZ UFKUNUZU GENİŞLETECEKTİR'

Türkiye’de başlayan eğitim hayatınız ABD’de devam etti ve yine mesleğe ilk adımı burada attınız. ABD’den Türkiye’ye bakınca neler görüyorsunuz?

Özellikle yüksek öğrenimimi ABD’de almam, orada dünyanın önemli psikologlarının ofislerinde staj imkânı bulmam bana farklı bir vizyon sundu. Küçük Kara Balık’ın hikayesini herkes bilir. Eğer çevreniz bazı sınırlarla çevriliyse dünyanızın o sınırlardan ibaret olduğunu sanırsınız. Bir şekilde zincirleri kırdığınızda ise sizi bekleyen dünyayı görüp şaşırırsınız. Bu yüzden eğitim veya başka bir nedenden dolayı sınırlarınızın dışına çıkmak için gayret etmeniz ister istemez ufkunuzu genişletecektir. Farklı kıtalar, farklı kültürler, farklı sosyal yapı. Sadece ABD ile ülkemiz arasında değil, bize yakın coğrafyalar için de aynısı geçerli. Söz konusu farklılıkların birçok sebebi, tarihsel alt yapısı olsa da insan her yerde insandır; sorunları, istekleri ve arzuları aynı. Dolayısıyla bir sistem farklılığından söz etsek de zaaflarımız aynı. O yüzden eğitimim tamamlandıktan sonra ülkeme dönme konusunda tereddüt yaşamadım.

Hindistan ve Budizm üzerine aldığınız uygulamalı eğitim de üzerinde durduğunuz mesele… Birbirinden farklı iki kıta ve iki eğitim politikası… Her ikisini ele aldığınızda ne gibi bir katkı sağladınız?

Biri deneysel diğeri mistik diyebilirim. Psikoloji çalışmaları bilimin ışığında, bilişsel ve davranışsal etkileri inceler. Bu konuda ortaya atılmış kuramların hepsi insanı tanıma anlamında önemli işleve sahiptir. Psikolojik ve nörolojik araştırmalar, örnekler, vakalar, istatistikler bilimsel metotların insanı anlama yolundaki unsurlarıdır. Bunların hepsini belli anlamda analiz ve sentez ederek, kısaca bilimsel yöntemleri kullanarak bir anlam çıkarmaya girişiriz. Hindistan ise 'Dönüşüm Sanatı'nda da fark edilebileceği üzere daha çok anlam arayışlarım ve kendimi keşfetmem üzerinde benim için mucizeler sundu, kendi küçük mucizelerimi. Tabii oradaki deneyimlerimin tamamen bana özel olduğunu söylemem gerekir. Alışılmış tüm disiplinlerin dışında, kendine özgü bir akışla ilerleyen bu kişisel gelişim süreci benim için eşsiz bir deneyimdi. Akademik eğitimimi daha çok insanları anlamak, onlara mesleki anlamda yardım etmek için kullanırken, Hindistan ayağı ise tamamen bana özel, kendimle, düşüncelerimle ilgilidir.

Dönüşüm Sanatı, Müge Serez, 195 syf., Antares Yayınları, 2020.

Reiki günümüzde de oldukça popüler bir başlık… Zaman zaman üst sınıfın ‘arınma’ yöntemi olduğuna dair eleştiriler de basında kendine yer buluyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Alternatif yöntemlerle bilimsel yöntemleri harmanlamanın sakıncaları ve faydaları nelerdir?

Haklısınız, reiki oldukça popüler bir eğitim halini aldı, çok eski bir iyileştirme sanatı olduğunu biliyoruz. Fiziksel rahatsızlıklarımızın temelinde duygusal etkenler, özellikle stres yer alır; reiki ile enerjinizi doğru yönlendirdiğinizde birçok sorununuzu çözebilirsiniz. Bazen alternatif yöntemlerle bilimsel metotlar birbirini destekler, ikisi de doğru kullanımda insanlar için güvenli limanlar oluşturabilir. Reiki benim yaşam yolcuğumun uzak kıtalardaki dönüşümüdür, enerjimi keşfetme biçimimdir. Psikolojik anlamda zorlu tedavilerde hastaların reiki sayesinde hayata tutunma motivasyonlarının arttığını ve yaşadıkları acılı süreçlerin hafiflediğini söyleyebilirim. Her insan belli bir potansiyele sahiptir, ne yazık ki çoğu kişi sahip olduğu potansiyelin, gücün farkında olmadan bir ömür harcıyor. İnsan vücudu sandığımızdan da güçlüdür, burada önemli olan hem fiziksel hem de ruhsal kuvvetimizin farkında olmaktır. Reiki işte bu yaşam enerjimizi doğru kanallara aktarma aşamasında öne çıkıyor. Endorfin hormonuna doğrudan etki ettiğinden, acıyı-ağrıyı azaltma özelliği olan bu hormonun salgılanmasını sağlar. Depresyon, anksiyete gibi yaşam kalitesini düşüren olumsuz durumlara karşı kullanılabilir. Dolayısıyla yorgunluğun azaltılması, ağrıyı hafifletme, kan basıncı ve nabzı düzeltme, dolayısıyla konforu sağlama gücüne de sahiptir.

Kitabınızın ikinci bölümünde vakalar üzerinden ilerliyorsunuz. Maddiyata Tutsak Hayatlar’ın oldukça iddialı ve önemli bir başlık olduğunu düşünüyorum. Günümüzün ağır şartlarında sınıfsal pozisyonun psikolojik etkileri hakkında neler söylersiniz?

Sahip olunan maddi güç insanların hem kendilerine hem de çevresine bakışını değiştiriyor, bu bir gerçek. Ele aldığım vakada da görüleceği üzere maddi anlamda güçlü kişiler bazen kendi düşüncelerini diğerlerinden üstün görebiliyor. Dikkatinizi çekerim, buradaki tek kıstas eğitim ve kültürel donanım değil, maddi güç. Özellikle belli bir birikime ulaşana kadar sıkıntı çeken kimseler elinde avucunda olanı kaybetme korkusuyla aslında zenginliğinin sefasını bile süremeyebiliyor. Benim tanıdığım insanlarda genelde gördüğüm buydu. Aynı zamanda özellikle çocukluk döneminde çekilen yoksulluk, ileriki zamanda elde edilen maddi gücün kullanımını da farklı bir noktaya çekebiliyor. Maalesef dünyanın ekonomik düzeni insan mutluluğunu maddiyata indirgemiş durumda. Maddiyat bazı eşyaların hayatımızı kolaylaştırması veya konfor şeklinde değil, statü olarak da bir tatmin yaratıyor. Birtakım takıntı ve kurallar inşa edilmesine yol açıp insan, çevre ilişkilerimize olumsuz yansıyabiliyor. Halbuki insanı iyi edecek şeyler basittir. Sosyal yaşam, spor, aile, düzenli beslenme, uyku. Bunlar için maddi olarak çok güçlü olmaya gerek yok.

'PSİKOLOGLARI KONU ALAN DİZİLER, TOPLUMUMUZUN BİRTAKIM GERÇEKLERİNİ DAHA NET GÖRMEMİZİ SAĞLIYOR''

Son zamanlarda psikologları konu alan diziler oldukça popüler… Bu dizileri nasıl buluyorsunuz?

Anlatılan hikayeler bize özgü olduğu için özellikle faydalı buluyorum. Dizilerdeki karakterler, onların ilişkileri, davranış ve tepkileri bizim insanımızı yansıtıyor. Özellikle ailevi sorunlar ve gönül ilişkileri konusunda toplumumuzun birtakım gerçeklerini daha net görmemizi sağladıklarını düşünüyorum. Diziler bir yana, ülkemizin önemli psikiyatrlarının kaleme aldığı, mesleki tecrübelerini okurla paylaştığı bu eserlerin okunmasının ise çok daha faydalı olduğunu düşünüyorum. Benim için kitaplar her zaman film ve dizilerden önce gelir. Anlamı kitaplarda yakalamak, cümleler ve kelimeler üzerine düşünmek, olayları ve karakterleri yorumlamak daima daha verimlidir.

Okurlarınızı bekleyen yeni çalışmalarınız nelerdir?

İnsanın kendisine ve çevresine karşı bir farkındalık oluşturmasını destekleyecek kitap projelerim var. İlişkiler, aile, içe dönüş, sosyal çevre veya iş yaşamı katmanlarına ayrı ayrı değinmeyi planlıyorum. 'Dönüşüm Sanatı'ndan farklı bir yapıya sahip olacaklar. Hatta Doğru Kişi Misin? sorusunu açtığım bir çalışmam yakın dönemde okurla buluşabilir.