Muhalefet çok sert: 'Maalesef üzücü'
Sık sık ortaya serdikleri zihniyetleri, yaklaşımları, kabulleri, hedefleri, özellikle hak-hukuk-adaletten anladıkları itibarıyla, iktidar değişiminin asıl yükünü üstlenecek partilerin -nesnel olarak- vaat ettiklerini somutlamaya çalıştığımızda karşımıza çıkan manzara, bizi -diyelim ki sahiden kurtulduk- bugünün berbat ortamına kolaylıkla yeniden düşmekten koruyacak güvenceler içermiyor.
Memleketi bugünkü keyfîlik, hukuksuzluk ve talan rejiminden kurtarma iddiası taşıyan resmî muhalefet koalisyonunun iki temel direği, CHP ile İYİP’in genel başkanları Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener, yakın gelecekte bekleyebileceklerimizin sınırını çizdiler. İki parti lideri biraraya gelip görüştüler, ardından çeşitli konu başlıklarının altını doldurdular. Görüştükleri, üzerinde anlaştıkları ve bize açıkladıkları arasında elbette olumlu gelişme vaatleriyle yüklü ayrıntılar var. Ancak cısss! kategorisindeki mevzulara yaklaştıkça, göz gözü görmez karanlıktan çıkışın, aydınlık değil, en fazla siyah iplikle beyaz ipliğin ayırt edilmesine izin verecek kadar ışık alan bir loş ortam olacağı anlaşılıyor.
Bu nedenle güncel siyasî soru şu şekle bürünüyor: İYİP ve CHP ortalamasının ötesine geçecek bir zihniyet atılımına girişilmeyecekse iktidarın el değiştirmesinden ne bekleyebiliriz? “Bunlar gitsin de nasıl giderse gitsin”, ilk anda kulağa fena gelmeyen, hattâ kaçınılmaz görünen bir siyasî talep. Bunun apolitik çaresizlik ifadesi de olduğunu akıldan çıkarmamak kaydıyla.
Sık sık ortaya serdikleri zihniyetleri, yaklaşımları, kabulleri, hedefleri, özellikle hak-hukuk-adaletten anladıkları itibarıyla, iktidar değişiminin asıl yükünü üstlenecek partilerin -nesnel olarak- vaat ettiklerini somutlamaya çalıştığımızda karşımıza çıkan manzara, bizi -diyelim ki sahiden kurtulduk- bugünün berbat ortamına kolaylıkla yeniden düşmekten koruyacak güvenceler içermiyor. Zira, basitçe, gereken, birçok temel konuda sahici bir kopuş ve dönüşüm; oysa iki ana muhalefet partisi tam da hayatî noktalarda herhangi bir dönüşüm niyeti taşımadıklarını sık sık ortaya koyuyorlar.
DEĞİŞİMİN SINIRLARI
CHP-İYİP hegemonyasındaki yeni siyasî güçler dengesince yönlendirilecek “güçlendirilmiş parlamenter rejim” ortamında neler değişebilir? Bugünkü tavırlara bakarak çıkarsayabileceğimiz kadarıyla, kabaca hayal etmeye çalışalım: Arşa çıkmış zulüm herhalde alçak bulutlar seviyesine inebilecek, uluorta işkencenin yerini görece mâkûl, alışıldık, bildik resmî hoyratlık alabilecek, biber gazı gözaltı otobüsünde değil de açık alanda sıkılacak, kelepçeler tersten değil önden takılacak, insafsızca hayat kahretme mekanizmasına dönüştürülmüş yargı zaman zaman, yer yer sahici yargıyı andırabilecek, bugünkü gibi, en ufak somut delil içermeyen, deli saçması metinleri iddianame diye kabul etmeyi içine sindiremeyen hakimler çoğalacak, kafasına esene yirmi sene isteyenler, otuz seneyi dayayanlar o kadar rahatça hareket edemeyecek, ahaliye tanınmış yegâne siyasete müdahale hakkı olan seçimlerin bu niteliği yeniden teslim ve tesis edilecek, oylar çalınacak mı, hile yapılacak mı kaygıları azalacak, müteahhit talanı, devlet imkânlarının ve memleket coğrafyasının dört bir yandan yağmalanması yine alışıldık, bildik, toplumca yadırgamadığımız seviyeye çekilecek… vesaire.
Demokrasi, insan hakları, devletin hukuka bağlılığı, adalet, ifade özgürlüğü alanlarında yüzotuzbeşincilikten yetmişdördüncülüğe, doksanikincilikten ellialtıncılığa falan yükseleceğiz, bu gelişmelerin ürünü olarak. Peki, sahiden insan haysiyetine yaraşır bir toplum hayatına, devlet-toplum ilişkisine, hukuk-adalet düzenine kavuşabilecek miyiz? Dahası, bu iktidarın devralıp ücra köylere, kenar köşe mahallelere, uçsuz bucaksız ovalara, insansız dağbaşlarına, insanlı ev içlerine kadar yaydığı, kendine benzemeyen herkesten nefret etme hücreleri etrafında şekillenen abuk sabuk milliyetçilikler, ırkçılıklardan -çoğul, çünkü çok sayıda, çok çeşitliler- sıyırabilecek miyiz ruhumuzu?
Bunun pek yüksek ihtimal olmadığı anlaşılıyor.
OSMAN’A YAPILAN DEĞİL BÜYÜKELÇİLERİN MÜDAHALESİ MESELE
İktidarı devralması umulan muhalefet cephesinin itici-sürükleyici asal güçleri CHP ve İYİP’in liderlerinin açıklamalarından, on devletin büyükelçilerinin Ankara’yı AİHM kararına uyup Osman Kavala’yı serbest bırakmaya çağıran bildirilerine ilişkin bölümü ele alalım.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu şunları söyledi: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin sözüne uyacağına karar verdi. Anayasa değişikliği teklifi Meclis'ten oybirliğiyle çıktı. İmza attığınız sözleşmenin gereğini yapmıyor ve arkasında durmuyorsanız itibar kaybeden Türkiye olur. AİHM'nin bir kararı varsa, o kararın da uygulanmasını isteriz. Türkiye demokratik bir ülkeyse, bu çerçevede hareket etmesi lazım. Bir ülkenin itibarı imza attığı sözleşmenin arkasında durmaktır. Türkiye’nin itibarının her sahada korunmasını isteriz. Türkiye bir hukuk ülkesiyse bu çerçevede hareket etmesi lazım. Türkiye’ye dışarıdan yapılacak hiçbir müdahaleyi doğru bulmayız. Ama dışarıdan müdahaleye kapı açacak bir yönetimi de kabul etmeyiz. Geldiğimiz nokta maalesef üzücü bir nokta.”
Derhal dikkatinizi çekmiş olmalı: Buradaki esas konu “itibar”. İmza attığın sözleşmenin gereğini yapma-yapmama, kendi gözündeki değerin bakımından, haysiyet meselesi olarak değil itibar meselesi olarak konuyor.
Bunun ötesinde, Osman’la ilgili olarak yaşanan olayda iki önemli boyut var, her şeyden önce sözü edilmesi gereken. İlki, bizzat bir insana yapılan, asla kabul edilemez zulüm. Bir adamın, hiçbir suçu yokken, akıl almaz ithamlarla karalanması, hapsedilmesi, ömrünün dört senesinin alenen gasp edilmesi. Bunun, iki cümle olsun sözü edilmeden konuşulabilir mi? Konuşulması-konuşulmaması ayrı mânâlara gelir. Öbür boyut, Osman’ı içeride tutmak için yapılan sözümona hukuk manevralarının, özellikle iddianame adı altında hazırlanan ucûbe metinlerin ve daha da özellikle, bu metinlerin mahkemelerce kabul edilip bunlara göre yargılama yapılıyormuş gibi oyun oynanmasının koca devletin yargı sistemini düşürdüğü feci vaziyet. Kendi kendimizeyken duymamız gereken derin utancı bir yana bırakıp başkaları nezdindeki “itibar”ı dilimize dolamak nasıl bir ruh halinin ve zihniyetin göstergesi? Hay itibarınız batsın! Battı zaten…
Gelelim Türkiye “demokratik bir ülkeyse”, “bir hukuk ülkesiyse” diye konuşmanın anlamına. Bu laflar ilk bakışta anlamsız görünüyor, ama işte, ne yazık ki, gayet anlamlılar. “Yabancılar”ın bize ayar vermeye çalıştığı bir olaydan sözederken, şu haliyle Türkiye’nin demokrasi ve hukuk ülkesi sayılmasını istiyor, bunu varsayım olarak alıp üstüne çıkarsama kuruyoruz. Bu sadece aymazlık mı? Değil. Ne peki? Nitelemeyi siz yapın. Şuna dayanarak: aman “itibar”!
Son cümlelerse, zulme uğrayan kişi ve ona bu zulmü yapabilmek için hukuku düpedüz yok sayan yargı mekanizmasını dolaba saklayıp, devletin, zulmü dahil hiçbir şeyini “yabancı”ya “yedirmeme” gayretini görüyoruz: “Dışarıdan müdahaleyi doğru bulmayız, buna yolaçacak işleri de kabul etmeyiz.” Tercümesi: Bariz zulüm ve hukukun ortadan kaldırılması, dışarıdan müdahaleye yolaçtığı için kabul edilemezdir, bizim açımızdan. Müdahale falan olmasa, gül gibi geçinip gideceğiz.
Abartıyor muyum? Sadece seri suikastları ve kitle kıyımları -henüz- eksik kalmış korku ve baskı ortamından demokratik hukuk düzenine geçmeyi -“dönmeyi”??- vaat eden ana muhalefetin lideri şöyle diyor: “Geldiğimiz nokta maalesef üzücü bir nokta.”
Katılıyorum. Sahiden çok üzücü.
BRUNSON 'TİPİ' OLAYLAR
Hele bunun peşine potansiyel muhalefet koalisyonunun ikinci büyük ortağı İYİP lideri Akşener’in sözlerini ekleyince, üzüntümüz maalesef artıyor. Şöyle dedi Akşener: “Osman Kavala sizin görüşünüze göre Sorosçu. Soros’la masaya kim oturdu? Sayın Kılıçdaroğlu ve ben değil. Büyükelçilerin böyle bir talepte bulunmasını doğru bulmuyoruz. Böyle taleplere yol açacak olayların yaşanmasını da doğru bulmuyoruz. Rahip Brunson tipi olayların yaşanmasına engel olunmalıdır.”
Önce şunu soruyoruz haliyle: Osman iktidarın görüşüne göre Sorosçu’ymuş; peki Meral Hanım’a ve partisine göre nedir? Hemen “Soros’la masaya kim oturdu”ya geçtiğine göre, “Sorosçuluk” diye suç var ve İYİP lideri, Osman’ın bu suçu işleyip işlemediğine dair hükmünü havada oraya buraya sallanır halde bırakmayı yeğliyor. “Size göre öyle” diyor, “bize göre öyle değil” demiyor. “Sorosçuluk” suçunun içeriğine dair de söz söylemiyor. Böylelikle, en soldan en sağa bütün milliyetçileri birleştiren çizgiyi gözümüzde bir vesileyle daha belirginleştiriyor.
Akşener’e göre Osman suçlu mu? Belirsiz. Osman’a yapılan zulme itirazı var mı? Osman’ı hapiste tutmak için hukukun ayaklar altına alınmasına itirazı var mı? Bilmiyoruz. Ama yabancıların müdahalesine itirazı var ve bunu açıkça dile getiriyor. Niye itirazı var? Çünkü “itibar”! İktidarın kabahati, “böyle taleplere yolaçacak olayların yaşanması”na meydan vermesi.
Belirsizlikten siyasî yarar umma, Rahip Brunson’ın hatırlatılmasıyla bir motif daha kazanıyor. Orada da Akşener esasen neden rahatsız olduğunu gizliyor. “Brunson tipi olaylar” ne demek? Burada yaşayan bir yabancı uyruklu insanın rehine alınması ve istenen pazarlık gücü temin edilemeyip üstüne tehditle karşılaşılınca yukarıdan emirle serbest bırakılmasıdır, Brunson hadisesi. Meral Hanım bu işin neresinden rahatsız? Dış baskıyla mahkemeye “bırakın” denmesinden herhalde. Rehine alınmasında da sorun görüyor mu? Evet, belli ki görüyor. Ne bakımdan? Yabancı müdahalesine yolaçacak olaylar yaratılmaması bakımından. Dön dolaş, mesele yine “itibar” ve hükmedenin içeride keyfince zulüm yapabilmesinden başka mânâya gelmediği bilindiği halde en çok zulüm görenlerin bile zulmedenlerle elele verip iman-itikat benzeri hislerle yapıştığı “bağımsızlık” yanılsaması.
Kemal Bey’e katılmamak mümkün değil: “Geldiğimiz nokta maalesef üzücü bir nokta.”
* * *
ÖNEMLİ NOT: Katılmaktan, gelişmesine, yaşamasına katkıda bulunmaktan onur duyduğum Duvar gazetesinin geleceği ne yazık ki belirsiz. Benim gibi, bir gün kalkıp Twitter’da peşpeşe istifa mesajları görerek şok geçiren gafiller de artık birşeyler biliyor. Durumu toparlayabilir miyiz, diye kalkışılan girişimlerimiz zayıf kalacak gibi görünüyor. Kişisel kararım, benim açımdan en önemsiz ayrıntıdır; üç gün önce, beş gün sonra alınsa dünya üstünde hiçbir şey değişmez. Siteyi sürdürmeye çalışan arkadaşlara zararı olacak adım atmamayı, azıcık beklemeyi doğru buluyorum. Kişiler arasında geçmiş olaylara şuna buna girmeden, özellikle seri istifalar konusunda düşündüklerimi bir ara yazar, sorumluluğumu yerine getiririm. Şimdilik sadece okurlarımın şunu bilmesini isterim: Ne genel yayın yönetmeninin ayrılacağından ne buna yolaçan anlaşmazlıklar sürecinden ne de yazarların topluca istifa edeceğinden haberim vardı. Gerçek şok yaşamaktayım. Belki her şeye rağmen Duvar’ın dağılmamasını sağlayacak, herkesin de içine sinecek yol bulunur diye, birkaç gün daha bekleyelim, öyle konuşalım.