YAZARLAR

Muhalefet endüstrisi ve kitleler

Kültür endüstrisinin sürekliliği olan işlere ihtiyacı olmadığı gibi, muhalefet endüstrisinin de yoğunlaştırılmış tutarlı siyasi söylemlere ihtiyacı yoktur. Tayyip Erdoğan’ın okuduğu bir metni pekala Özgür Özel de okuyabilir ya da siyasetçilerin okudukları metinleri söylemsel analize tabi tutsak, birkaç ayrıştırıcı siyasi söylem dışında rahatlıkla görebiliriz ki, siyasi söylemde pek bir fark yok.

Muhalefet endüstrisi geçtiğimiz birkaç ayda yaşanan kimi olayların ardından daha sık duyduğumuz bir kavram.

Geride bıraktığımız bu yakın dönemde, muhalefetin, endüstri ile yan yana düşünülmesini sağlayan en önemli şeylerden birisi, onun bir iktidar alternatifi, potansiyel bir iktidar odağı olmaktan ziyade, kime hilafı olduğu belli olmayan bir tür yeni-normal mümessili olması. İpe un serme, kalburla su taşıma, vantroloji, ölü taklidi gibi karma sanatlarla icra edilen bu yeni normal ve onun mümessilleri, felsefenin siyasetle kesişim noktasında önemli bir yer işgal eden meşhur sorunsaldan, kendisi için çorba ve kendine kadar çorba pişirdiğinden ve bu mümessillerin siyaset diye konuştuğu (ama artık mide ekşimesinden başka bir işe yaramayan) namus, şeref, haysiyet, vatan-millet-bayrak, yemin-billah temrinleri, uzun gecelerin ardından sabaha karşı gidilen salaş işkembe salonunda sakatat menüsünü sayan müşfik garson kadar bile samimiyet telkin etmediğinden; muhalefetten değil, muhalefet endüstrisinden bahsediyoruz.

Adorno’nun Kültür Endüstrisi(1) kavramından esinlenmiş bu kavramı kamusal alanda ilk kim kullandı bulamadım, belki de eş zamanlı olarak pek çok kişinin aklına gelmiş olabilir. Fakat internet taraması ile bulabildiğim kadarıyla en eski kayıt Tayfun Atay hocaya ait. Atay, bu kavramı kabaca, sınırları CHP tarafından belirlenmiş, iktidarın işine gelen yerleri kaşıdığı belirli bir siyaset alanı olarak tanımlıyor; Prof. Süleyman Seyfi Öğün meseleye farklı bir perspektif getiriyor ve muhalefet endüstrisini, ulus devleti tasfiye etmek amacıyla oluşturulan fonların sponsorluğundaki STK’cılık akımı üzerinden görüyor. Tamga Türk’ten Bahadır Dinçaslan’a göre ise muhalefet endüstrisi: Muhaliflerin sırtından yine muhaliflere kalitesiz işler kakalayarak geçinen (üç örneğini hatırlayalım “Otuz Altında Yokuz”, “Kırmızı Kart” “Küfe”), muhaliflere bir faydası olmayan ama mevcut siyasi partiler yasası dolayısıyla mahkum olduğumuz asalaklar ve onların vasat (altı) işleri (DergiPark akademisyenleri, milletvekilleri, belediye iştiraklerini yağmalayan asalak güruh, bunların PR-danışmanlık şirketleri, reklam ajansları arasındaki sonsuz çevrimler).

Şimdi tam hatırlamamakla birlikte, takip ettiğim ana akım Youtube kanallarında da mesele, muhalif öznelerin yapıp ettikleri üzerinden ele alındı, ne var ki bence, burada muhalefet endüstrisi diye bir şeyden söz etmeye devam edeceksek, bunun bir mümessillik meselesi olmadığını (mümessilliğin yalnızca bunun sonuçlardan birisi olduğunu) ve aslında, muhalefet endüstrisi dediğimiz şeyin, Adorno’nun kültür endüstrisinde bahsettiği kitle ve iktidar arasındaki ilişkinin, günümüzde muhalefet kültürü üzerinden mücessem hale gelmesi ve bunun kitleselleşmesi olduğunu görmemiz gerekiyor.

Şimdi, Adorno’nun Kültür Endüstrisi dediği şeyi küçük tadilatlarla muhalefet endüstrisi haline getirmeye çalışalım.

Frankfurt Okulu’nda, Kültür Endüstrisi başlığını geliştirip, sözcülüğünü yapmış olan Adorno’ya göre, kültürün endüstri haline gelmesinin en önemli nedenlerinden birisi, alt yapı ile üst yapı arasındaki ayrılığın ortadan kalkması, dahası da kaynaşmasıdır. Muhalefet endüstrisi açısından da en önemli mesele, iktidar ile muhalefetin arasındaki ayrımın ortadan kalkması, daha kaynaşması, muhalefetin muarız bir kitle olmaktan çıkıp, iktidarın politikalarının denendiği bir örneklem grubuna dönüşmesi ya da bünyede bağışıklığı arttıran, sindirimi sağlayan faydalı bakterilere dönüştürülmesi.

Kültür Endüstri’sinin en önemli nosyonlarından birisi, sanatsal bütünlüğe önem vermemesidir; bu yüzden siyasette, sanatta, estetikte klasisizme karşıdır, sofistike zevklere ve bu zevkleri çağıran tutarlı işlere de karşıdır; bu yüzden daha partiküler, sekanslara ayrılmış ama etki öncelikli ve kolay uyarılabilir duyguları çağıran (melodram, hamaset, pornografi) işler kültür endüstrisinin ürünleridir. Gündelik hayatın sıkıcılığından kaçma, bir şeylerin eğlence olarak arz edilmesi, yalnızca eğlence olarak metalaştırılabilen şeylerin görünür kılınması ve tüm bunların hızlıca üretilmesi ve tüketilmesi.

Günümüzde artık daha belirgin bir şekilde biliyoruz ki, kültür endüstrisi ürünlerinin hepsinin bir reçetesi var. Bir pop müziği eseri yapmanın, bir film çekmenin, bir eğlence mekanı açmanın, çok yenecek bir yemek yemenin, best-seller bir kitap yazmanın, şimdi de Türkiye’de bir muhalefet partisi kurmanın…

Adorno burayı Walt Disney’in çizgi film şablonları (aşırı stilize edilmiş ve kolaylıkla bir karikatüristler ordusu tarafından çizilen Disney karakterleri) ve pop şarkıların bayağı uyakları ve nakaratları (june, moon, spoon) üzerinden görür. Ve bu kültürel ürünleri, Fordist üretim biçimine ilham veren T-Model Fordların seri üretimini sağlayan, standartlaşmanın beraberinde getirdiği yedek parça sanayisiyle aynı kalibrede ve bağlamda değerlendirir. Seri üretim, nasıl ki bir şanzuman, motor, senkromeç, tekerlek, jant ya da fren balatasının bir diğer araçta kullanılmasını temin ettiyse; kültür endüstrisinin seri üretim bandı da bir şarkı formülünün, bir şarkı armonisi ya da bir şarkı sözünün rahatlıkla bir başka şarkıda kullanılabilir olmasını sağladı. Dolayısıyla, sanatın içindeki zanaatkarlık, endüstri tarafından tasfiye edilmiş oldu.

Muhalefet endüstrisi için de baktığımızda benzer bir durum var aslında. Kültür endüstrisinin sürekliliği olan işlere ihtiyacı olmadığı gibi, muhalefet endüstrisinin de yoğunlaştırılmış tutarlı siyasi söylemlere ihtiyacı yoktur. Tayyip Erdoğan’ın okuduğu bir metni pekala Özgür Özel de okuyabilir ya da siyasetçilerin okudukları metinleri söylemsel analize tabi tutsak, birkaç ayrıştırıcı siyasi söylem dışında ve kelimelerin frekansları dışında, rahatlıkla görebiliriz ki, siyasi söylemde pek bir fark yok.

Hatta, Meral Akşener'in vaktiyle yürütmüş oldukları “Ömer’in Yolunda Atatürk’ün İzinde” (2022) kampanyasındaki gibi, bütün düğmelere basan, partisini siyasi bir odak olmaktan ziyade, AVM enstalasyonuyla tefriş eden bu mantık: Yazıcıoğlu ile donuyor, Kerbela’da yanıyor, şeriata karşı çıkıp Ömer’in adaletine sığınıyor ve Cumhuriyetin kurucu değerlerini ve kurumlarını tamir etmeye çalışıyor, ki bu animenin bir benzerini AKP gençlik kolları, Sen Kimsin? ismiyle, 2021’de yapmıştı.

Yedek parça/seri üretim mantığı, muhalefet endüstrisi bağlamında, yalnızca retorikte değil, bizzat muhalif öznelerin geçişkenliği için de geçerli. Örneğin, Muharrem İnce, Sinan Oğan, Meral Akşener, Kürşad Zorlu, Yavuz Ağıralioğlu, Ümit Özdağ pekala pek çok parti ve ittifakın (ve elbette planların) parçası oldular.

Bu yedek parça mantığını, ya da bütünsellik karşıtlığını Adorno atomizasyon olarak tanımlıyor. Ama buradaki atomizasyon da, toplumun birey birey atomlarına ayrılması değil, kültür endüstrisi yoluyla, insanın bütünselliğe izin verilmeyecek şekilde paramparça edilip atomlarına ayrılması; kişinin duygularının hem Deniz Gezmiş’e hem Muhsin Yazıcıoğlu’na hem de Eren Bülbül’e(2) aynı derecede üzülmesini sağlayacak yedek parçaya dönüştürülmesi. Çünkü, muhalefet endüstrisi açısından söz konusu olan şey, pop müzik imalatına ilişkin reçetelerin yedek parça mantığıyla üretilmiş kafiyeleri ve nakaratları gibi, bir siyasi söylemden diğerine geçildiğinde aradaki farkın tümüyle ortadan kalktığı; yalnızca vatan millet sakarya meselesinin değil, yerine göre, Romanlar, Kürtler, LGBTQİ+ gibi tehlikeli başlıkların da siyasi metinlere duygular ve kanaatler olarak girebildiği dönüşümlerdir.

Adorno’ya göre, kültür bir zamanlar insanlığı doğaya karşı koruyan bir yapıydı, fakat burjuvazinin yükselişiyle birlikte bilhassa dünya savaşları sürecinde, faşizm ve totaliter rejimler kültürü esir almışlar, burjuvazi de kültürü bir gösteriş meselesine dönüştürmüştür. Muhalefetin günümüzde düşmüş olduğu durum aslında tam olarak budur. Muhalif olmak, numune olma/nümayiş yapma meselelerinden tümüyle azade bir şekilde, kendisini saf bir gösteriş meselesine indirgemiştir. Bu da gene, 23 yıllık AKP iktidarının bazen tesadüfen bazen de üzerinde çalışarak geliştirdiği şeylerden birisidir. Bugün baktığımızda muhalif olmak büyük oranda orta sınıf olmak ve muhalif direnişi de orta sınıf pratiklerini sürdürebilir olmak demektir. AKP’nin iktidar formülü içinde bu harika bir konumdur, çünkü temelde AKP’li iki kesim var: birincisi AKP’nin kendi elitleri ikincisi de, AKP ile birlikte ayakta durabilen, taşra ve kent yoksulları.

Tuhaf ama gerçek bir şekilde, alkol tüketmek, sigara içmek, tatile gitmek, çocuğu devlet okuluna göndermemek, tedaviye erişmeye çalışmak, kaliteli beslenmek, iyi giyinmek, yurt dışına çıkmak… Bunlar elbette muhalefetin konusu olmakla birlikte, yaşam tarzına indirgenmiş bir muhalefet olarak, siyasallaşma sınırları son derece belirgin ve iktidarın bayıldığı yüzde 49’a karşı yüzde 51 rekabetinin, iktidarın maliye politikalarının sürdürülebilirliğinin ve muhalefet endüstrisinin temel dinamikleridir. 


NOTLAR:

(1) Theodor Adorno, Kültür Endüstrisi ve Kültür Yönetimi. İletişim Yayınları

(2) Burada elbette üzülmekte bir sakınca yok, belki de insani olan da budur. Fakat siyasal alanın üzüntü, sevinç, öfke, hınç gibi duygulanımlar tarafından işgal edilmiş olması, kültür/muhalefet endüstrisinin bir başarısıdır.


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.