YAZARLAR

Muhalefete akıl vermek günahı - 1

Doğru dış politika kim olduğumuza karar vererek, kimliğimizi tanımlayarak başlar. İslâmcılıktan IŞİD çıkar, Taliban çıkar ama bir CDU/CSU muadili çıkmaz, çıkmadı da. İşin doğasına, mantığa aykırı. Deneyimleyerek, kendimiz gördük. Sanıyorum deneyimleyerek gördüğümüz bir diğer konu da dış politika ve ulusal güvenlik politikalarıyla ilgilenenler dahil bürokraside liyakata fazla umut bağlamamak gerektiği.

Muhalefete akıl vermek kolay. Madem liboşsun, sen git HDP’yi eleştir. Entellerin yeni sporu CHP’yle uğraşmak. Senin gibilerin kafasıyla İstanbul kazanılamazdı. Tatava yapma, bas geç. Fikir verme, oy ver. Filan falan. Besteyi de, güfteyi de biliyorsunuz. Papağanların değeri bildikleri sözcük sayısı oranında artarken, baba hindi sustukça, suskunluğu bilgeliğine yorulup değerlenirmiş. Aylak kasap da billurlarını tartarmış. Akşamdan kalma Sait Faik tan ağarmadan kalkar balığa çıkarmış da, olta atmaz, ağ çekmez, Burgaz’a dönüşte oturur balıkçıların hikâyesini yazarmış. O hikâyeleri de balıkçılar okumazmış.

Şimdiden esnemeye başladınız mı? Elenseler bitti, oyun aramaya başlıyorum öyleyse. Kemal Kılıçdaroğlu dümende olduğuna göre neyi, nasıl söyleyeceğini herhalde benden iyi bilir. Buna karşılık, “cumhuriyeti (100. yılında) demokrasiyle taçlandırmak” demek, “cumhuriyet 2.0”, “yeni cumhuriyet” yahut, tövbeler tövbesi, basbayağı “ikinci cumhuriyet” demek. Yani yalnızca mümkünse toptan yönetimi veya olmadı yalnızca yöneticiyi değiştirmek değil, dönüşüm demek. O dönüşümün göstergelerinden biri veya belki dönüşümün başlayacağı yerlerden biri de dış politika. Neden?

Çünkü geçen yazımda değindiğim üzere, Türkiye’nin bir “kimlik” sorunu var ve o hastalığın semptomlarından biri dış politika. Dışavurum olarak gözlemlediğimiz tutarsızlık, o hastalığı gizliyor. Çözümü de “şanlı hariciyenin liyakatlı kadrolarına” yer açmakla olacak gibi değil. Kılıçdaroğlu umulduğu üzere dönüşümün yolunu açacaksa, daha köklü, farklı farkı tedavileri aynı anda uygulamalı. Hayır, Kılıçdaroğlu’nu ben yanlış anlıyorum da, aklındaki “devleti dinlemek” ise, yandı gülüm keten helva. O efsunkâr “devletin” sözünü değil de sırtını stetoskopla dinlemeli. “Devlet benim, biziz; devlet yurttaşa hizmet için, seçimle işbaşına gelenin talimatını uygulamak için var” diyebilmeli.

Somutlaştıralım. AB adaylığı, Kıbrıs, Kürt sorunu, Ermeni Soykırımı ve Ermenistan’la ilişkiler: Bu dosyaların tamamı, ele alınış biçimleriyle kim olduğumuzu, nereye nasıl ulaşmak istediğimizi gösteriyor. Başka türlü anlatalım: Önce nereye, nasıl, kabaca hangi erimde ulaşmayı bileceksiniz ki, karşınıza oturacak ama kravatlı ama apoletli mutat zevata “siyasi talimat” verebilesiniz. Talimatınız uygulanmıyor mu, bitmez tükenmez eşgüdüm toplantılarında havanda su mu dövülüyor, talimatınız uygulanır gibi yapılıyor da tazyikli bastığınız yüksek debili su alana ancak gözyaşı gibi mi damlıyor? O zaman da “ne albay ne yarbay hepinize bay bay” deyip, gönderebileceksiniz.

Teşbihte hata olmazmış, Babıali’nin önünde zaman zaman üzerlerinde kelleler sergilenen taşlar bunun için vardı. Ekmek için Ekmeleddin, kâh bahçesi helikopterlerle şenlenen kâh 30 Ağustos’larda rahatsızlanan Gül formüllerini düşünebilen; o esnekliği, kıvraklığı gösterebilen zihinlerin, devlet tapınçlarıyla da vedalaşabilmeleri beklenir. Madem feyki gösterdiniz, topu savunmacının yanına vurup, dirseğinizi de koyup etrafından dolanacaksınız.  Devamını da ya turnikeye girerek, ya ne bileyim tek ayağı geri çekip üçlüğü göndererek, hiç olmadı sağa sola, derinlemesine bir yere pas vererek getireceksiniz. Ama ayaklarınız sabit, iki elle yapıştığınız topu durmadan yukarı aşağı sallarsanız, ya karşınızdaki “bams” diye vurur kapar elinizden topu, ya üç saniye dolar, ya ikili sıkıştırma gelir vb.

Öyleyse CHP-İYİP olası iktidarlarında uygulanacak dış politika için bir “beyaz kağıt” yazma denemesi yapacaklarsa, girişte önce bir tanım ve tanı koymak durumunda. “Laik bir cumhuriyet olan Türkiye, en azından yüzelli yıllık Batı’ya yönelimini, NATO, AK, AGİT, AİHM gibi kurumların kurucusu ve üyesi olarak kanıtlamış, AB’ye de aday olmuştur” diye başlarsanız, ardını da o bağlamda getirirsiniz. Bu bağlamda “BELTUR işletmelerinde içki satmadığımız gibi İHL’lere yahut MEB müfredatına dokunmadan idare ediveririz” gibi bir seçenek yok. Şark kurnazlığı, akılcılığın yerini tutmuyor. Genelkurmay’ı MSB’ye bağlayarak sivilleşme iddiası ortaya koyup, başarısız darbe döneminin Genelkurmay Başkanı’nı mükafaten getirip MSB atamak, dolayısıyla fiilen Genelkurmay Başkanı’nı getirip, doğrudan kabine üyesi yapmak gibi.

Ülkemiz, küresel düzensiz göç, yasadışı narkotik ticareti, iklim değişikliği kaynaklı Akdeniz havzası yangın ve deprem fay hatlarının üzerinde. NATO’nun başat hasmı Rusya ve hatta ötesinde Çin’e karşı cephe ülkesi. Kuzey-Güney ayrılığının da, islâm âleminin de sınır boyunda. Kenarlarında istikrarsızlık ihraç eden Suriye, Irak ve İran var. Kendi içinde laik-dindar, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, özgürlükçü-karadüzenci gibi sert kutuplaşmalar yaşıyor. Üstelik AKP Genel Başkanı sıfatı taşıyan cumhurbaşkanı, ender birleştirici günlerden kalan 30 Ağustos’ta, muhalefeti düpedüz “içerideki bedhahlar” olarak tanımlıyor. Kimlikçi siyasetten kaçınmak gerektiği denli, kimlikleri saklayarak da AKMHP’nin kimlikçi iktidarına seçenek yaratmak mümkün değil. Çoğunluk baskısı, vasatın tasallutu, ceberrutun cüreti gibi olguların karşısına çoğulculukla çıkılmalı.

Yukarıda kısaca önerdiğim üzere doğru dış politika kim olduğumuza karar vererek, kimliğimizi tanımlayarak başlar. İslâmcılıktan IŞİD çıkar, Taliban çıkar ama bir CDU/CSU muadili çıkmaz, çıkmadı da. İşin doğasına, mantığa aykırı. Deneyimleyerek, kendimiz gördük. Sanıyorum deneyimleyerek gördüğümüz bir diğer konu da dış politika ve ulusal güvenlik politikalarıyla ilgilenenler dahil bürokraside liyakata fazla umut bağlamamak gerektiği. Geçenlerdeki bir Dünya Ve Biz yayınında (dk.44:10) Büyükelçi Demiralp’in “liyakat yerine sadakati koymak” ve “liyakati profesyonellik olarak anlamak” ifadeleriyle “ruhunu şeytana satan bir daha geri alamaz” uyarısı yol gösterici olabilir. Nöropsikaytrik değil, ortopedik bir tanı bu: Omurga sorunu.

Bürokrasi modern devletin temellerinden. Öyle de Napolyon döneminde yaşamadığımız gibi, örnekse Çin ve Rusya’nın ne denli profesyonel hariciyecileri olduğuna öykünmek de herhalde pek yerinde değil. Tersten önermede bulunursak, Çin ve Rusya gibi olmamanın bir yolu da TSK, MİT, Dışişleri bürokrasilerini ona göre dönüştürmekten geçiyor. Dönüşüm uzun iş. Parmak şıklatmayla, hokus-pokusla olmuyor. Oynatacağınız oyunu bileceksiniz, takımı da ona göre kurup, hazırlayacaksınız. Oyuncunun gözü kenarda, sizde olacak. Öyle gerektiğini düşündüğünüzde, oyuncu değişikliğini de, taktik değişikliğini de siz yapacaksınız. Ama her maça farklı dizilim, farklı stratejiyle de çıkmayacak denli tutarlı olacaksınız. Kendi belirlediğiniz amacınız, hedefiniz her neyse, o doğrultuda. (*)

Dış politika özelinde sizin için çözüm, her zaman şapkasından tavşan çıkarıp, oyunu çevirecek “liyakatlı” bir Hagi bulmak olamaz. Hagi’ler yok değildi hariciyede, vardı. Ama bugünün dünyasında oyun değişti, Hagi’lik devri de kapandı. Messi bir Maradona olamadı, Maradona’nın rakiplerine göre zayıf Napoli ve Arjantin milli takımlarında tek başına yaptıklarına ve lider karakterine bakılırsa. Ama Maradona bugün yeniden başlasa, o da Messi gibi olmak zorunda kalacaktı. Bizim de ne olduğumuz son Avrupa Şampiyonası’nda kabak gibi ortaya çıkmadı mı? CHP de “hayır biz Maradona döneminde oynanan topa geri dönmek istiyoruz” demiyor zaten anladığım kadarıyla. 

“Elenseler bitti, oyun arayacağım” dedimdi ama konu yüzükoyun kendini çayıra attı, ben de konunun kafasını toprağa bastırıp, bir süre soluklandım. Güreşe ayakta, yazıya Pazar günü devam edelim. Yeni iktidar döneminde CHP-İYİP Dışişleri, TSK, MİT ve hatta TRT ile ne yapmalı, neyi nasıl yapabilmelidir, bunları konuşmayı sürdürelim, “acı acı gülümsetip, ‘genç arkadaş fevri’, ‘çocuk pek de saf’ dedirtecek” kimi önerilerimizi sorulmadan sıralayalım dilerseniz.     

*Tanıl Bora, Mustafa Denizli’yi betimliyor: “Mütebessim halinde, saha kenarındaki duruşunda hep bir ‘ucunda ölüm yok, abartmayın’ kalenderliği görürüm, bana iyi gelir. Bazen sanki ‘acaba söylesem mi’ tereddüdüyle, parmaklarını sigara tutar gibi dudaklarına götürür, kolunu yarım uzatır, anlayışlı anlayışlı bakar sahaya. Kılık kıyafeti futbol işindeki birisinden çok Britanyalı sosyal tarihçiyi andırır.” Hariciyeye de uyarlanabilir, esin verebilir sanki.

**Acaba Sayın Kılıçdaroğlu, seçmece medya mensuplarını karşısına dizip prompter’dan konuşma notlarını okuyan Erdoğan’a nazire yaparcasına Gazete Duvar, MedyascopeTV, ArtıTV, T24, Bianet, Diken gibi alternatif ve bağımsız mecraların kendi seçecekleri temsilcilerinin karşısına geçip birkaç saatlik bir söyleşi verse fena mı olur? Hiç yoktan YouTube’dan yayınlanır, herkes izler. Her hafta ayrı bir konu seçilip, dizi de olabilir: Anayasa, dış politika ve savunma, eğitim, ekonomi vb. üzerine.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.