YAZARLAR

Muhalefete muhalefet etmek

2024 yerel seçimleri, otoriter bir rejime dair önkabulleri sarsıcı bir biçimde her şeye rağmen muhalefetin potansiyelini gözler önüne serdi. Ancak bu tepki oyunun, kalıcı ve istikrarlı bir tercih olmayacağını, ülkenin siyasi geleneği içinde milliyetçi muhafazakâr değerlerin öne çıktığını ve iktidarın elinde seçimlerde kullanabileceği maddi ve insan kaynağının büyüklüğünü akılda tutmakta fayda var. Değişim imkânsız değil, ama uzun soluklu bir çabayla mümkün.

Karşıtımız olanları eleştirmek için kullandığımız enerjiyi, sert söylemi, hatta yeri geldiğinde can acıtıcı gerçekleri kendimizden olanların yanlışlarına karşı da kullanabiliyor muyuz? Muhalif olmayı, yanlışları düzeltmek, politika önermek, daha adil ve barışçıl bir toplum düzeni kurmak yerine yalnızca karşıt olmakla mı tanımlıyoruz? Bu sorular, kendini muhalif olarak tanımlayan her kesimin siyasi mekanizma içinde kendini konumlandırma adına yanıt araması gereken sorular. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur minvalinde bir siyasi konumlanma, ikili zıtlıkların yerini çok boyutlu ve karmaşık bir siyaset zeminine bıraktığı bir ortamda işe yaramıyor. Artık siyasetin tüm düzeylerinde aktif, politika yapımının tüm alanlarına hâkim, sürekli sorunları saymak yerine çözümler sunan bir muhalefet gerekli. Ülkede 22 yıldır değişmeyen bir iktidar varsa, aynı zamanda değişmeyen bir de muhalefet var. Her ikisinin de kendi içinde kemikleşmiş, kurumsallaşmış sorunları olduğu için siyasi kutuplaşma derinleşen toplumsal sorunlara rağmen bir alternatif üretemiyor. Bu şartlar altında bir alternatif üretebilmek için iktidardan daha fazla muhalefeti eleştirmek gerekiyor.

CHP’DEKİ DEĞİŞİM RÜZGÂRI

CHP'de 2023 genel seçim yenilgisinden sonra değişim süreci, Özgür Özel’in genel başkan seçilmesiyle başladı. 2024 yerel seçimlerindeki başarının, bu dönüşümle ne kadar ilgili olduğunu söylemek zor. Ancak Özgür Özel’in parti içi değişimi tetikleme gayretlerinin yoğunlaştığı ortada. Bunun bir örneği de geçen hafta gerçekleşen tüzük değişikliği kurultayı oldu. Kurultayda 28 maddede yapılan değişiklikler oy çokluğu ile kabul edildi.

Bu değişiklikler arasında en dikkat çekeni hem milletvekili hem de yerel yönetim adaylıklarında üç dönem sınırının getirilmesi. İkinci olarak, adayların belirlenmesinde aday belirlenmesinde önseçim, örgüt denetiminde önseçim, aday yoklaması, örgüt denetiminde aday yoklaması ya da merkez yoklaması yöntemlerinden hangisinin kullanılacağına Parti Meclisi karar verecek. Üç dönem kuralı tek başına değerlendirildiğinde parti içi demokrasinin sağlanması ve temsiliyetin güçlenmesi açısından olumlu bir girişim. Ancak diğer taraftan, önseçim, örgüt denetiminde önseçim, aday yoklaması, örgüt denetiminde aday yoklaması ile adayların belirlenmesi durumunda dönem koşulunun aranmaması aday belirlemede istisnacılık için kapı aralıyor. Adayları belirleyecek yöntemin Parti Meclisi tarafından kararlaştırılması da yine Parti Meclisi’ne yakın ve uyumlu isimlerin istisnacılıktan faydalanabileceğini düşündürüyor.

Üçüncü bir değişiklik ise Parti Meclisi’nin TBMM üye tamsayısının (600) yüzde 15 kadarı kadar (90) sırayı genel merkez kontenjanı olarak belirleyebilmesi, aynı zamanda bu kontenjanın her bir seçim bölgesinde milletvekili sayısının yüzde 15’i ile sınırlı kalması. Bu oranlar belki daha önceki dönemlerde çok daha yüksekti, bu değişikliklerle azaltılmış oldu. Ancak parti hiyerarşisi içindeki bu imtiyazlar demokrasiyle bağdaşmaz. İmtiyazlı adaylar politik figürler olarak güçlü olsalar bile temsiliyet sağlamayabilirler. Eğer ki bu adaylar politik olarak güçlüyse, bu gücü yereldeki kampanyalarına yansıtmalı ve meclise girmeyi hak etmeliler. Ben İzmir’de yaşayan ve her seçimde İzmirli olmayan, İzmir’de yolunu kaybedecek CHP adaylarına havadan milletvekilliği bahşeden bir vatandaş olarak isyan ediyorum. Genel başkan kontenjanı istemiyorum, parti meclisi kontenjanı da istemiyorum. Daha önce defalarca yazdım, daha ne kadar açık ifade edilir bilemiyorum. Bu durum kişisel bir serzeniş değildir, bu bir temsiliyet talebidir.

Dördüncü bir değişiklik alanı ise kadınların, gençlerin ve engellilerin temsiline yönelik kota oranlarının belirlenmesi oldu. Delege seçimlerinde uygulanacak kotaların yanı sıra, en az bir seçim çevresinde ilk sırada bir engelli aday olacak. Engelli temsili, il ve ilçe yönetim kurulları ile Parti Meclisi’nde de aday olması durumunda desteklenecek. Pozitif ayrımcılık ve kota sistemi, yalnızca milletvekili ve yerel yönetim adaylıklarında değil, parti hiyerarşisinin her basamağında hayata geçirildiğinde kalıcı bir etki ve yapısal bir dönüşüm yaratabilir. Nitekim, tüzük değişikliği yüzde 50 cinsiyet kotasını, parti birimlerinde, yerel yönetim meclis üyeliklerinde ve meclis seçimlerinde hayata geçirmeyi hedefliyor. Ancak bu kıymetli çabayı büyük resmin içinde ülkenin siyasi geleneği ve partide hâkim olan kurum kültürü çerçevesinde değerlendirmek ve patriyarkanın gölgesine karşı temkinli olmak gerek. Kota sistemlerinin en büyük riski adil bir siyasi rekabet ortamını ve siyasi liyakati sorgulanır hale getirmesidir. Bir adayın kadın olduğu için mi yoksa gerçekten görevi hak ettiği için mi seçildiği sorusu, dile getirilmese de akıllardan geçen bir sorudur. Bu noktada şeffaf aday belirleme süreçlerinin ve katılımcılığın garanti altına alınması, olabildiğince çok kadına aday olarak ya da aday adayı olarak listelerde alan açılması önem taşır.

Eğri oturalım doğru konuşalım. CHP’nin son seçim başarısını gören herkesin aklına takılan sorular, bu sorulara cevaben söylenen kalıp yargılar var: Özgür Özel, parti içindeki hizipleri, ayak oyunlarını ortadan kaldırabilecek mi? Lider gençleşti ama diğer kadrolar gençleşebilecek mi? CHP, AKP’nin yerine geldiğinde ne yapacak? Onlar da aynı şeyleri yapacaklar, kadrolara CHP’lileri yerleştirecekler, yine liyakat olmayacak. CHP ekonomiyi düzeltebilecek mi? Kendi yandaşlarına ihale, kredi verecekler, ekonomi düzelmeyecek, yolsuzluk kanal değiştirecek.

CHP, kendi seçmeninin değil, diğer seçmenlerin gözünde nasıl göründüğüne odaklanmalı. Bu değişiklikleri hayata geçirecek ve iktidara yürüyecekse, kurum kültürünü güncellemeyi başarmalı, seçmeni ikna edecek somut adımları, seçim sonrası ilk yüz günün takvimini seçmenin önüne koymalı. Tüzük değişir, zihniyet değişmezse, önümüzdeki otuz yıl Özgür Özel’in nasıl yaşlandığını izler dururuz.

KÜRT MUHALEFETİ HER DEM AYNI MI OLACAK?

Türkiye’deki otoriterleşmeden ve siyasi baskıdan en fazla etkilenen kesim Kürt siyaseti oldu, bu yüzden Kürt muhalefetini içinde bulunduğu özgün koşulları dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Ancak değerlendirirken de basitçe Türkiye’deki parlamenter sistem içinde veya Türk siyasi yelpazesi içinde değerlendirmek görece sığ bir bakış açısı olur. Ulusal dinamiklerin yanı sıra bölgesel işbirlikleri, çatışmalar, ekonomik ilişkiler ve hatta küresel ölçekteki politik ve ekonomik gelişmeler herhangi bir siyasi birimi olduğu kadar Kürt siyasetini de etkiliyor.

Türkiye’nin Irak ve Suriye ile ilişkilerini düzeltmeye yönelik diplomatik çabaları siyasi ortamı etkiliyor. Ancak bunun yanı sıra, akademik olarak Kürt çalışmaları bütün dünyada kabul gören ve gelişen bir çalışma alanı olması, Kürt sanatçıların, müzisyenlerin dünya çapında işler ortaya koyması, Uluslararası Yazarlar Birliği PEN International’ın başında Türkiye’nin en değerli yazarlarından Burhan Sönmez’in yer alması bir takım toplumsal dönüşümlere işaret ediyor. Her ne kadar bazıları “bilinmeyen bir dil” olarak nitelese de üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinde yürütülen çalışmalar dilin canlı kalması için çaba harcıyor. Bugün Kürtler 40-50 yıl öncenin toplumsal ilişkilerinden, tarihsel bağlamından başka bir yerde duruyor. Belki bunun için geçmişin travmalarını, sembolik liderin temsil ettiklerini aşan, yüzünü toplumsal ihtiyaçlara, ekonomik kalkınma, altyapı sorunları, toplumsal cinsiyet meselelerine dönen, sorunları tekrar etmek yerine çözüm üreten bir siyasi anlayışa yönelmek gerek. Yerel ilişkiler, belli soyadlar, siyasi semboller üzerinden kurulan bir temsiliyet yerine, genç kuşaklara, onların taleplerine alan açmak gerek. Akademik çalışmalar ve kültürel gelişmeler kabuğunu kırarken siyasi mücadelenin yerele sıkışmış yapısından kurtulduğunu söylemek ne kadar mümkün?

POPÜLER TİP VE POPÜLER OLMAYAN SOL

Yakın zamanda muhalif kanattaki belki de en umutvar açılım TİP’in yıllar sonra yeniden meclise girmesi oldu. Meclis performansının yanı sıra eylem repertuarı ve siyaseti sokağa taşıması açısından mücadeleci siyasetin başarılı bir örneği oldu. TİP, sorunların üstüne gitmesi, insan hakları ve sınıfsal mücadeleye dair güçlü söylemiyle görünürlük kazandı. Ancak bu başarı ne geleneksel olarak solla ilişkilendirilen kesimleri mobilize etmeye yetti, ne de oy oranının istikrarlı bir biçimde artmasını sağladı. Eleştirilerin bir kısmı partinin popüler figürleri pragmatik bir biçimde aday olarak kullanmasına yönelikti, bir kısmı ise ayakları yere basmayan söylemlerle ilgiliydi. TİP, dünyada öncülü olarak sayabileceğimiz Syriza ve Podemos örnekleri gibi genç ve karizmatik bir ekibin heyecanıyla yola çıksa da siyasi arenada kalıcı ve etkili bir yer edinemedi. Bu tür küçük partiler, sistemde iktidar ya da iktidar ortağı olmasalar bile iktidara karşı siyaset biliminde ifade edildiği biçimiyle bir şantaj potansiyeli taşıyabilir ve bu sayede kilit rol oynayabilirler. Bu da ancak ve ancak daha geniş kitleleri temsil etme iddiasını güçlendirmekle mümkün olabilir. Öğrenciler, öğretmenler, emekliler, işçiler, çiftçiler, ekonomik krizden ve toplumsal çatışmadan etkilenen tüm kesimler bu temsil iddiasında somut olarak yer bulmalı.

HANGİ MUHALEFET İKTİDARA DÖNÜŞÜR?

Otoriter rejimlerde iktidar değişikliğinin ne kadar zor olduğunu defalarca deneyimledik, en son olarak da 2023 seçimlerinde gördük. Ancak, 2024 yerel seçimleri, otoriter bir rejime dair önkabulleri sarsıcı bir biçimde her şeye rağmen muhalefetin potansiyelini gözler önüne serdi. Ancak sıklıkla vurgulandığı gibi bu tepki oyunun, kalıcı ve istikrarlı bir tercih olmayacağını, ülkenin siyasi geleneği içinde milliyetçi muhafazakâr değerlerin öne çıktığını ve iktidarın elinde seçimlerde kullanabileceği maddi ve insan kaynağının büyüklüğünü akılda tutmakta fayda var. Değişim imkânsız değil, ama uzun soluklu bir çabayla mümkün.


Aslıhan Aykaç Kimdir?

İzmir’de doğdu. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans ve doktora derecelerini Binghamton Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden aldı. Burada yazdığı doktora tezi Yeni İşler, Yeni İşçiler adıyla 2009 yılında İletişim Yayınları’ndan Türkçe olarak yayımlandı. 2007 yılında Middle East Research Competition fonundan yararlanarak yürüttüğü araştırmanın sonuçları Toplum ve Bilim dergisinde “Karşılaştırmalı Bir Bakış Açısından Sosyal Güvenlik Reformunun Emek Piyasasına Etkisi” başlığıyla yayınlandı. 2014 yılında Fulbright Doktora Sonrası Araştırma Bursunu kazandı ve 2014-15 akademik yılını Rutgers Üniversitesi’nde araştırmacı olarak geçirdi. Bu araştırma 2017 yılında İngiltere’de Routledge yayınlarından Political Economy of Employment Relations: Alternative Theory and Practice adıyla İngilizce olarak yayımlandı. 2018 yılında Metis Yayınları’ndan çıkan Dayanışma Ekonomileri bu araştırmayı temel almaktadır. Makaleleri Toplum ve Bilim, New Perspectives on Turkey, Anatolia gibi dergilerde yayımlandı. Nazilli Basma Fabrikası üzerine yürüttüğü araştırması Devletin İşçisi Olmak: Nazilli Basma Fabrikası’nda İşçi Sınıfı Dinamikleri adıyla 2021 yılında İletişim Yayınları tarafından basıldı. Çalışma alanları arasında, siyaset sosyolojisi, çalışma ilişkileri, sosyal politika ve turizm sosyolojisi yer alıyor. Halen Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışmalarını sürdürüyor.