YAZARLAR

Muharrem İnce şiirleri ya da bu kaçıncı kirlenişin beyaz?

İnce 2002’de milletvekili seçilip, başlardaki çetin ceviz çıkışlarının yerini giderek ne konuşsam oluyor özgüveni alınca, yeteneklerini edebiyat ve siyasette de sergilemek istiyor ve 2005 yılında, onca meclis mesaisinin arasına iki tane de kitap sıkıştırıyor. Bu elbette, azgelişmiş ülkenin çok gelişmiş nobranlığı ve çok bilmiş vulgerliği olarak, emek ve yeteneğin açık ya da gizli hor görülmesi ile elden ele büyüyen bir bilinç düzeyi.

Muharrem İnce 2018 yılında “Gel Bakalım Muharrem” olarak, Tayyip Erdoğan’ın karşısında cumhurbaşkanı adayı olduğunda, seçim kampanyasının başlarında, eline aldığı çocuk bezi üzerinden geliştirdiği siyasi söylem çok hoşuma gitmişti. Sonradan inkâr edeceği Demirtaş açılımı ve Kürt meselesi üzerine söyledikleri ile bana sıradışı bir ulusalcı portresi diye düşündürtmüştü. Kampanyanın sonlarına doğru yerli yersiz kötü şiirler okuması ve zeybek şovlarındaki testesteron kokusu sebebiyle, içime bir kurt düştüğünü hatırlıyorum. Ki sonrasında “adam kazandı” gecesi ile bunların hiçbirisini bir daha düşünmeye gerek kalmadı.

İnce, şu an itibariyle (kendi deyimiyle istese bir günde toplayacağı imzayı, dedikodu olmasın diye dört günde toplayarak) yeniden Cumhurbaşkanı adayı olmaya hak kazandı ve memleketi yeni bir “adam kazandı” gecesine daha hazırlıyor.

Ne var ki, burada doğrudan siyasi bir eleştiri/portre yazmak niyetinde değilim. Daha ziyade, başlıkta da belirttiğim üzere, kendisini şiirleri üzerinden ele alıp kainatta hangi boşluğu doldurduğunu anlatmayı deneyeceğim.

Zira, İnce’nin 2005 yılında yayınlanan Tatanka isimli şiir kitabı, onun iddialı olduğu kültür ve siyaset alanlarındaki seviyesini gösterme bakımından önemli. Bu kitap aslında 2018 yılındaki seçim kampanyasında, havuz medyası tarafından sıkça dile getirildi. Dahası, bu kitabın içerisindeki kimi ‘müstehcen ifadeler’ (keşke erotik imgeler diyebilseydik) üzerinden İnce’ye oldukça galiz küfürler, hakaretler de edildi. Benim derdim elbette havuz medyasına müstehcen gelen ifadeler değil.

Bununla birlikte, onun yazmış olduğu ve basarak kamusallaştırdığı ve eleştiriye açık hale getirdiği şiirlerindeki bireysel ve kültürel temsiliyet düzeyi önemli. Ki ben de zaten tam olarak burasıyla ilgileniyorum.

Bu problemlerin en büyüğü, aynı zamanda İnce’nin temsil ettiği tipolojinin en önemli problemi de olan, herhangi bir sanat ya da zanaatin ehli olabilmek için gerekli emeği vermeden, dahası o mesleği icra etmek için gerekli bedensel, zihinsel, duygusal yeteneklere sahip olmadan o mesleği icra edebileceklerini düşünmeleri, dahası icra etmek için girişimde bulunmaları.

İnce 2002’de milletvekili seçilip, başlardaki çetin ceviz çıkışlarının yerini giderek ne konuşsam oluyor özgüveni alınca, yeteneklerini edebiyat ve siyasette de sergilemek istiyor ve 2005 yılında, onca meclis mesaisinin arasına iki tane de kitap sıkıştırıyor.

Bu elbette, azgelişmiş ülkenin çok gelişmiş nobranlığı ve çok bilmiş vulgerliği olarak, emek ve yeteneğin açık ya da gizli hor görülmesi ile elden ele büyüyen bir bilinç düzeyi. Sanat ve edebiyatta bu durumun dışa vurumu, açıksözlülük ile hadsizliğin, erotizm ile pornografinin, cehalet ile ümmiliğin birbirinin yerini aldığı, Özay Gönlüm teatralliği ile Ali Avaz cıvıklığının arasında bir yerlere denk düşüyor. Mesela, Kenan Evren’in Picasso tablolarına bakıp “ne var canım bunda, bunu ben de yaparım” deyip, ressamlığa başlaması bunun bilinen güzel bir örneği.

Yani sanatkâr olduğunu düşünen kişi, yalnızca yetenekten değil, izan ve ferasetten de yoksun olunca, örneğin Yunus şiirlerinde rastladığımız ümmilik ya da Karac’oğlan şiirlerinde rastladığımız erotizm yerini, ancak Müge Anlı’nın konuğu olmuş köy ahalisinin komşusuna bakma ve hepsinden önemlisi onun hanesini, ailesini görme biçimine bırakıyor.

***

Biraz daha anlaşılır olmak için, yakın dönem Türkiye sinemasında örneklerini, Kış Uykusu, Ahlat Ağacı ve Yozgat Blues’da gördüğümüz taşra edebiyatçısı/şairi tipolojilerinden faydalanabiliriz. Kentlerin debdebesine bir şekilde erişimi olmayan taşralı şair/edebiyatçı, kentlerde yaşayan şairlerden/edebiyatçılardan daha iyi olduğunu düşünür, kentli şairlerin bulundukları yeri hak etmediğini, orada bulunmasının bir takım nesep ya da cinsi münasebetler sonucu olduğuna emindir. Tüm bunların sonucunda, nadir rastlanan örnekler bir kenara, geriye popülist bir kabalık, libidinal bir öfke ve köle ahlakı ile tedris edilmiş hınç kalır.  

70’li yıllarda solda ve sağda popülist hareketlerin ve plak sektörünün gelişmesiyle yaşanan “ozan” enflasyonunun (ki en sofistike örnekleri Ali Avaz ve Ozan Arif küfürbazlığıdır) devamcısı diyebileceğimiz bu taşra edebiyatçılığı/şairliğinin temel meselesi, hamaset, çiğlik ve olgunlaşmamışlıktır ki kendisini çoğunlukla, erotik imgelerin pornografik kullanımı, hak arayışı söyleminin arka planındaki hınç ya da toprakçılık/Anadoluculuk üzerinden inşa edilmesi arzulanan doğacılığın vulger köycülüğe dönüşmesidir.

Muharrem İnce’nin 2005 yılında yayınlanan Tatanka isimli şiir kitabı pek çok bakımdan bu vulger şairliğinin izlerini taşıyor. Belki biraz daha açık söylemek gerekirse, bunlar tıpkı İnce’nin nesir eserlerine verdiği ismin altbaşlığında olduğu gibi epey çalakalem ‘şiirler’.  

Kitabın ismi olan Tatanka, Türkçe bir isim değil. Kitabın kapağındaki, Kızılderili çizgileri ile çizilmiş ve gene Kızılderili desenleri ile süslenmiş illüstrasyona bakarsak, herhalde Kızılderililer için kutsal sayılan tatanka/bizon kastedilmiş diye düşünüyoruz, ki eğer öyleyse Tatanka değil Tatonka olmalıydı.

2000’li yılların başında, biraz Kurtlar Vadisi gibi diziler biraz da Attila İlhan, İlhan Selçuk gibi cumhuriyetçiler aracılığıyla, devletin derinlerinde şimdilerde Ergenekon diye bildiğimiz konseptin temelleri atıldı ve en temelde, sosyalist solun anti-emperyalist söylemi bir tür yabancı düşmanlığı olarak yeniden dolaşıma sokuldu. Amerika’nın Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya saldırısı, bu söylemin gelişmesine uygun bir zemin hazırladı ve bir yabancı düşmanlığı olarak Amerikan karşıtlığı, ABD’nin tarihindeki savaş suçları üzerinden inşa edildi. Fakat burada, örneğin 68 gençliğine ilham veren Vietnam’da ABD’ye karşı verilen mücadele değil, ABD’nin Kızılderili katliamı çokça ele alındı. Ki, bu şimdilerde artık post-truth dünyanın vazgeçilmez başlıklarından birisi olan bir tür komplo teorisi aracılığı ile, Türkler ile Kızılderililerin akraba oldukları ve ABD’nin Kolombus’tan beri aslında Türkleri katlettiği fikri, orta-asyacı/Şamanist daha primitif bir milliyetçi fikriyatın mukaddimesi olacağından, Kızılderili bahsi o yıllarda ayrıca hürmet gördü.

Muharrem İnce, şiir kitabının ismi ile 2005’lerde yükselen anti-emperyalist söylemi, katledilen Kızılderili akrabalar söylemi üzerinden yakalamaya çalışıyor.

Kitabın ismi yayınlandığı yılların, ulusalcı siyasetinin genel eğilimlerine oldukça uygun. Bununla birlikte kitabın içeriğine, şiirlere doğru biraz daha yakından bakmaya çalışırsak, hamasi olacak kadar bile içi doldurulmaya gerek görülmemiş, tümüyle göstermelik birkaç solcu kelime ya da imgenin alenen hacet edilmesi ile oluşturulmuş bir kolaj.

Muharrem İnce şiirlerinden bir seçki. 

Bu şiirlerde, kolaj olmanın ötesinde bir başka önemli problem olarak, kendisini şair sananların sıklıkla düşmeye bayıldıkları ‘hata’ olarak usta şairlerin, şiirlerinin şablona dönüştürülüp istismar edilmesini görüyoruz; Ahmed Arif, Orhan Veli, Cemal Süreyya, Cahit Külebi ya da daha geleneksel Anadolu edebiyatının büyükleri Yunus Emre, Karac’oğlan gibi halk ozanlarının şiir şablonlarının taklit edilmesi.

Ama burada, büyük sorun, şablonlaştırma meselesinin bile hakkının doğru düzgün verilmemesi. Mesela: enflasyon/ mastürbasyon/ konut fonu/ kapama telefonu/ SSK/ Bağkur gibi şeyleri alışveriş listesi gibi alt alta dizmek, ya da: Ömrümün yarısı/Tanıyamadığım birisinin karısı/Taptuk Emre/Çözüm üret.. vb. şizofrenik bir takip listesini andıran unsurları alt alta eklemek Gibi ya da Leyla&Mecnun tarzı dizilerde ya da Büyük Ev Ablukada gibi absürt müzik yapan grupların sözlerinde olabilir.

Ama, Tayyip Erdoğan ve ekibine yakıştırdığımız güç zehirlenmesi ve gerçeklikten kopma belli ki üstelik daha 2005’lerde Muharrem İnce’nin aklını başından almış. Şiir ve edebiyatı yapıldığında olan bir şey değil, birisi yaptığında olabilen bir şey sanmış ve aklına gelenleri alt alta koyarak şair olduğuna vehmetmiş.

Muhtemelen parasıyla bastırdığı şiirlerinden elde edilen geliri, bir okulun laboratuvarının kurulmasına harcayarak, yaptığı saçmalığı soylulaştırmayı da ihmal etmemiş.

Ben İnce’nin şiirlerinden daha fazla alıntı yapıp, onun toksik erkekliğine ve şiiri hunharca çiğnemesine daha fazla prim vermek istemem, bununla birlikte şunu söyleyerek devam etmek isterim. Biz onun taklit etmeyi başaramadığı Cahit Külebi'yi, Necati Cumalı’yı, Orhan Veli’yi, Ahmed Arif’i ve Nazım Hikmet’i okuduğumuzda şiir nasıl bir şey bunu anlarız, aynı şekilde onun taklit etmeyi ziyadesiyle başardığı dahası boynuzun kulağı her bakımdan geçtiği Deniz Baykal siyasetine bakarak, talip olduğu siyasetin ne menem bir şey olduğunu da anlarız.

Son olarak, Tatonkalar, aynı zamanda kendilerinin totemi de olan bizonu vurup öldürdüklerinde, onu parçalayıp yemeye başlamadan önce, onun her parçasını en iyi şekilde kullanacaklarına yemin ederlermiş. Ulusalcı bir siyasetçinin, parçalama ve hakkını vererek tüketme kültü üzerinden ilerleyen bir tabunun hayvanını kendisine totem yapmış olması, herhalde tesadüf olmasa gerek ama buralar artık psikoloji biliminin konusu.

NOT: Muharrem İnce’nin, yazılarından oluşan kitap: Bu Kaçıncı Kirlenişin Beyaz, Çalakalem Yazılar. Umut Kağıtçılık, 2005


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.