Müjde: Vaat edilmiş hüzün, yarım kalmış insanlık
"Müjde", kırmızı çizgilere basan fakat ayağına bulaşan boyayı her iki tarafa taşıyan bir film ve müjde vermekten ziyade hüzün vaat ediyor...
Alphan Eşeli'nin tam da fırtınaların koptuğu bir ortamda yayınlanan orta metraj filmi "Müjde", bir süredir MUBI seçkisinde yer alıyor. Bir göçmen erkek ile buruk bir kadının aşkını işleyen film, Suriyelilere tepkinin nefret düzeyine ulaşıp göçmen politikasının “bekle gör” noktasına terk edildiği, etnik çatışma fayında sürekli enerji biriktiği bir dönemde insancıl bir yaklaşım sunma iddiasında...
EVİNDEN YURDUNDAN EDİLENLER BULUŞURSA
Filmi değerlendirmeye geçmeden konusunu kısaca anmakta yarar var. Açgözlü bir müteahhidin evine talip olduğu Müjde (Lale Mansur), oğlu Okan'dan uzakta, bir başına yaşamaktadır. Anlaşmalar yapılıp evi boşaltma vakti geldiğinde nakliye işini verdiği Mustafa'yla birlikte Suriyeli amele pazarına giderek işçi seçen Müjde, içlerinde İngilizce bilen Sayyid'i de alarak eve döner. İletişime aç Müjde ile Sayyid (Salim Kechiouche) ortak bir noktada buluşup kısa sürede yakınlaşırlar.
Taşınma esnasında Okan'ın arkadaşı Engin, işçilerin ensesinde boza pişirirken bir yandan ayrımcı ve aşağılayıcı davranışlarıyla Müjde'nin vicdanını uyandırmıştır. Müjde ile Sayyid arasında filizlenen sevgiyi ise nice engel ve yanlış anlamayı takiben bir yıkım beklemektedir.
ORTA METRAJA MESAFEMİZ
"Müjde"yi yazmaya filmin süresinden başlamak istiyorum çünkü öykünün işlenişine dair ilk kırılmalar bu meseleye ilişkin. Öncelikle orta metraja seyircimizin alışkın olmadığını söylemeliyiz. Kısa ve uzun metrajlar kendi klasmanında değişen süreleriyle biçimsel bir standart oluşturmuşken "Müjde"de karşımıza çıkan 48 dakikalık öykü aktarımını ancak 90'larda izlediğimiz televizyon dizilerinden hatırlıyoruz. 2000'ler ile birlikte televizyona hâkim yayın anlayışı, anlatıları sündüre sündüre ilkin 90 dakikaya, daha sonra 150 dakikalara kadar taşıdı. Dolayısıyla 48 dakikayı günümüzde sadece çevrimiçi platformların ideal bölüm süresi olarak izliyoruz. Ancak bu 48 dakikanın platform matematiğine uygun tasarlandığı hesaba katılırsa başlı-sonlu bir öykülemeye aykırı kaçıyor.
"Müjde"nin ilk ve bana kalırsa en önemli handikabı hassas konusundan ziyade süresinin seyircimizce yadırganması. Hâlbuki Eşeli, filmin çatışmasını yöneterek klasik anlatıyı, ölçüsünde tutturmayı başarmış. Çıkış noktası (kentsel dönüşüm), buluşma/rastlaşma (Müjde ile Sayyid'in bir araya gelişlerinin yaşamın olağan seyrinde sırıtmayacak bir düzlemde verilmesi), zaman atlaması (kafede Suriyeli düşmanlığının boca edildiği masanın peşi sıra karşılaştığımız “çıplaklık”), pamuk ipliğine bağlı saadeti bozan yolculuk fikri ve final... Elbette bazı bölümlerin hızlı geçildiği söylenebilir. Çiftin arasında sevginin nasıl yeşerdiğini gözlemleyemiyoruz. Pansuman sahnesi var ama yetersiz... Yine Sayyid evden ayrıldıktan sonra karşımıza çıkan kısım çok açıklayıcı değil. Buna karşın 80 dakikayı rahat görebilecek bir filmin yarım saat kadar hafifletilmesi teknik bir inceliğe işaret etmekte...
AMELE PAZARINDAN KAFEYE FİLMİN ARTI VE EKSİLERİ
Artık filmin politik planına ve sanatsal yaklaşımına değinebiliriz ki anlatıyı büyük ölçüde vermek istediği mesaj yönlendirmekte. Bu bağlamda "Müjde", propaganda niyeti taşımasa dahi günün sonunda fazla köşeli bir film olarak dikkat çekiyor. Bu köşeler temele döşenmiş naif aşk öyküsünün inandırıcılığını zedelerken aynı zamanda eleştiri oklarına davetiye çıkarıyor. Politik doğrultunun filme olumsuz yansıdığı, dinamizmi kırdığı sahne şüphesiz kafe sahnesi... Müjde ile arkadaşları bir masada altın gününe benzer bir toplaşma düzenlediklerinde bolca kek böreğin yanı sıra bir önyargı sağanağına yakalanıyoruz ve dedikodu basitliğinde anılacak türden salvolar yerini nefret suçuna bırakıyor. Şermin (Banu Fotocan) başta olmak üzere tüm kadınlar ağız birliği etmişçesine yabancı düşmanlığını köpürtüyorlar. Bu arada bu kadınlar gerçekten varlar ve yaygınlar, abartılmış falan değiller. Filmi izledikten sonra bir toplu ulaşım aracında kahramanı tam da bu kadınlardan olan bir olaya rastladım. Orta yaşlı kadın eşiyle birlikte otobüsün arkasına kadar geldi ve iki genç erkeğin neşeli bir biçimde oturduğunu görünce ne eksik ne fazla şu cümleleri sarf etti: “Bu Suriyelilerden bıktık, kendi otobüsümüzde ayakta kalıyoruz. Yayıla yayıla oturmuşlar!” Daha sonra gençlerin Suriyeli olmadığını öğrendik, kadın ise çirkefliğini sürdürdü tabii... Bir yandan gençlere sataşmayı ihmal etmezken diğer yandan Suriyelilerin ülkeyi mahvettiği yönündeki nutkunu da kesmedi.
Filme dönersek, demin andığımız sahneden devam edelim. Müjde, kendi “özel” durumundan ve elbette vicdanından dolayı önyargı yağmuruna karşı çıkışlar sergileyip “madem ülkeyi bu kadar seviyorsunuz, oğlunuzu neden Avrupa'ya gönderdiniz” gibisinden itirazlar getiriyor. İşaret ettiği ikiyüzlülük son derece geçerli ve yaygın fakat Müjde'nin yaşadığı ilişki itibariyle duygular biraz daha öne çıkarılamaz mıydı? Soruyu daha temiz sorarsak: 60'ından sonra yeniden aşkı ve ilgiyi tadan bu kadının yaşadığı tedirginlikten argümanlarla desteklenmiş bir politik söylem nasıl doğuyor? Üstelik sezaryen de değil bildiğimiz, sağlıklı bir doğum! Yahut bu noktada Müjde'nin de çoğunluk gibi düşünmesini ve hatta davranmasını, sessiz kalıp sinmesini, sinmeyecekse de duygusallığa sıkışmasını bekliyoruz. Belki Müjde aklıselimin ve adaletin sesi olarak sadece ırkçıların değil ırkçı olmayan fakat “ev sahipliği” hakkından da caymayan “demokrat” kesimlerin ikilemini de teşhir ediyor. Belki biz fazla niyet okuyor, eseri fazla didikliyoruz ancak her halükarda gündelik yaşamın gerilimiyle filmden alacağımız mesajı filtrelediğimiz söylenebilir.
ABASIZ VE AMASIZ BİR GÖÇMEN POLİTİKASI MÜMKÜN MÜ?
Bu noktada teknik bakımdan sınıfı geçen ve geçişleri başarıyla sağlayan filmin belli bir politik plana sadık kalarak başka bir deyişle “çok taraflı” bakarak duru anlatım fırsatını teptiği görülüyor. Müjde'nin yoğurduğu malzeme ele avuca sığmaz türden... Bu malzeme bir yanıyla göçmenlerin durumunu tartışmaya açarken diğer yandan onlara yaklaşımı da gözler önüne sermekte... Irkçılık dediğimiz şey ise o sert görüntüsü ardında çağımıza ayak uyduran müthiş bir esneklik barındırıyor. “Bunu söylemek/yapmak ırkçılıksa ben de ırkçıyım” gibi çözüm üretmektense sorunu büyütmeye yarayan basiretsiz önermelerin yanı sıra “göçmen politikasını eleştirmek de ırkçılık (mı) oldu” utangaç şemsiyesi altına girilerek pek konforlu bir ırkçılık (elbet kendine kondurmadan hatta çoğu zaman farkına dahi varılmadan) yapılabiliyor. "Müjde" bu çatışmaya şüphesiz malzeme vermiş, bu yangına benzin sıçratmış. Fakat filme yöneltilen “tek taraflılık” eleştirisi haksız sayılmaz. "Müjde"ye, siyasi söylemi öne çıkan, siyasi rüzgâra eşlik eden işlerin ısmarlama olduğuna dair yargıyla yaklaşmayıp eseri iyi niyetli kabul ediyorsak “meseleyi tüm cepheleriyle ele alsa daha iyi olmaz mıydı” sorusunu sormamız gerekiyor. Süresi buna engel değil, bir film neticede tercihleri üzerinde yükselir. İşçi pazarı sahnesi ne kadar gerçekçi ve etkileyici ise kafe sahnesinin bir o kadar yavan kaldığını görüyoruz. Bu da şaşırtıcı değil çünkü pazar sahnesi Suriyelilerin yoksul kesiminin sefaletini, uğradıkları sömürüyü açıkça ortaya koyuyor. Kralın çıplak kaldığı bir sahne bu. “Suriyeliler asgari ücretten fazla nakdi yardım alıyor” iddiasını çürüten, en azından doğru dürüst destek görmeyen, insani koşullardan uzak yüz binlerce Suriyeli olduğunu gözümüze sokan bir sahne...
Nedir ki kafe sahnesinde kadınların doludizgin ithamları alabildiğine basit (sonuca dönük) duruyor. Üstüne bir de kolaya kaçılıp televizyon yorumlarından faydalanılınca göçmen düşmanı çizgi alabildiğine kaba hatlarla, bir anlamda toplumsal dinamikler göz ardı edilerek çekiliyor. Dahası erdiğimiz sonucun bir evveli yok. O finali, kafe sahnesinde, Engin'in çiğ davranışlarında, televizyon programında ve toplamında sistematik bir ötekileştirme ile temellendiren Eşeli'nin filminde açıklamadan ziyade hükme yönelerek peşin yargıya peşin yargı cevabı veren, sahaya sırt dönen bir yaklaşım seziliyor. Sayyid tutuklanıyor, adaletsizliğe uğruyor. Göçmenlerin durumu olağan şüpheliyi geçmiş, her suçun suçlusu'na dönüşmüş haldeler. Yoksul Suriyeliler abasız olmalarına karşın “tepesine binilecekler” listesinde en baştalar, biliyoruz ancak "Müjde"de bu gerçek soyut kalıyor ve haksız suçlamalarla pekiştirilen sokaktaki (ilişkilerin, hayatın içindeki) düşmanlık sokak dışında bir yerden, kafe sahnesinde görece “durumu iyi” kadınlardan, yine televizyon ekranlarında siyasetçilerin ağzından gerekçeleniyor. Göçmenlere bakış daha özenli işlenebilirdi.
FİLMİN EN GEÇ POLİTİK SAHNESİ: SAYYİD'İN YÜZÜNDE YANIP SÖNEN ÇAKAR
Alphan Eşeli, film boyunca toplumu ve toplumu manipüle eden siyasetin aygıtlarını elden geçirirken devlete nihayet finalde geliniyor. Sayyid gözaltına alınıyor, polis otosunda, yüzünde yanıp sönen ışıklar, hüzünle oturuyor. Bu sahnede artık tastamam devleti görüyoruz. İlginçtir; Yeşilçam'da da devlet çoğun finalde zuhur eder, haksızlıkları ortadan kaldıran ve suçluyu yakalayan bir pozisyona yerleşir. Eşeli'nin filmindeyse zamanlama tutsa dahi bu kez tam tersi bir rolde, haksızlığı tamamlayan, bir bakıma “alınmış günahı” yargıya taşıyan, “vebale giren” konumda... Siyasetin göçmen politikası üzerinde belirleyici şiddetini finale saklamak (bir kez daha) tercih olmakla beraber filmdeki insani iddiayı da hafifletmiş. Zira bir ülkede mülteci dramı yaşanıyorsa toplumdaki yaklaşımın kökenini evvela kurumsal düzeyde, diğer bir deyişle dikenli telleri diken ellerde aramak gerekiyor. Dikenleri batıranlar, ötekileştirme ve nefreti yayanlar toplumun çeşitli kesimleri olsa bile o kazıkları çakıp o telleri çekenlerin aslan payı yadsınamaz. "Müjde", ilkin dikenli tellere takılanları öykülemiş, sonrasında telleri göstermiş. Hal böyle olunca politik planının azizliğine uğramış.
Karakterlerine baktığımızda ise Müjde'nin Türk kahvesi ve sigara içen, kek börek yiyen “yurdum orta sınıf kadını” kompozisyonunu yalın hatta bir yönüyle şematik aktaran filmde Sayyid'in kökü dışarıda tedirginliğini aynı sadelikte izlemiyoruz. Müjde alabildiğine seyrelirken Sayyid, karakteri gereği kendini açmaktan sakınıyor. Bu durum oyunculuklara da yansımış. Mansur ile Kechiouche'nin performansları ilişkiyi, tamamlayan değil, aksine iten bir noktaya taşımış ki bu durum yönetmenin finaline hizmet ediyor doğrusu.
**
"Müjde" için sözü noktalarken başarılı bir orta metraj olduğunu yinelemeli, anlatısı yönünden ise siyaset ve mesaj verme baskısı altında yalpaladığını belirtmeliyiz. Kırmızı çizgilere basan fakat ayağına bulaşan boyayı her iki tarafa taşıyan bir film "Müjde" ve müjde vermekten ziyade hüzün vaat ediyor, insanın çatışmalar, sürgünlerle yarım kalmış öyküsünü sessiz sakin anlatıyor. Oysa hayat çok daha hızlı ve kara haberlere gebe...