Muktedirlerin kabusu 'Pelerinsiz Kahramanlar'
Türkiye, "Gazetecilik bu değil" dediğimiz birçok yazının ve görüntünün bombardımanı altında. Türkiye'de medya, iktidar sopasına ya da sofrasına teslim olmuş, meslek ilkeleriyle ve hakikatle bağını koparmış bir çöplüğü andırıyor.
Bir süre önce Cezmi Ersöz aramış ve benden bir yazı istemişti. Yazının konusu, kısaca, gazeteci olarak unutamadığım bir olay olacaktı. "Zehir gibi bir yolculuk" başlıklı bir yazı gönderdim. Yazı, 2016 yılındaki şehir çatışmalarında yaşamını yitirmiş oğlunun cesedini almak üzere, Erzurum'dan Mardin'e tek başına giden yaşlı bir adamla tesadüfen birlikte yaptığımız yolculuğu anlatıyordu. Hikâye ettiğim yolculuk söz konusu kitaba uyar mıydı, bilmiyordum. Ama o korkunç atmosferde o yaşlı adamın kederli yüzü, metanetli duruşu, yalnızlığı hiç çıkmadı aklımdan, hiç çıkmayacak da galiba.
Yazı, Hatice Dökmen ile Erdal Bila'nın hazırladığı "Pelerinsiz Kahramanlar" (Destek Yayınları) kitabında kendisine yer buldu. Kitapta, birçoğu hâlâ gazetecilik yapan, 66 gazetecinin yazıları yer alıyor. Kitaptaki hatıraları okurken gazetecilik üzerine bir kez daha düşünme imkanı buldum.
*
"Pelerinsiz Kahramanlar", fantastik Amerikan filmlerinin adını çağrıştırıyor. Ancak kitap adı şu iddialı cümle ile tamamlanıyor: "Gazeteci dünyayı ayağınıza getirir".
Hatice Dökmen, Erdal Bila ve Kibele Kültür Sanat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Haydar Aksoy da gazetecilik ile ilgili iddialı, övücü sözler yazmışlar kitabın girişine.
Yaklaşık 30 yıldır hayatımı gazetecilik yaparak idame etmeye çalışıyorum. Ernest Hemingway, Jack London gibi hayranlık duyduğum yazarlar gibi gazetecilik yapmak, ilk gençlik hayallerimden biriydi. Gazetecilik çok idealist bir meslekti, ülkeyi ve hatta dünyayı değiştirecek kudrete sahipti. Kısmen de olsa hâlâ öyle düşünüyorum.
O halde Dökmen, Bila ve Aksoy'un gazeteciliği övücü sözleri neden huzursuz etti beni.
Galiba şu nedenlerle: Birincisi, hiçbir mesleğin gereğinden fazla yüceltilmemesi gerektiğini öğrenecek yaşa geldim. İkincisi, bir çeşit kutsiyet atfedilen diğer meslekler gibi, Türkiye'de gazetecilik de anlam ve değer kaybına uğradı. Üçüncüsü, sanırım kişisel bir duygudan kaynaklanıyor. Gazeteci olarak gündemi takip etmeye ve yorumlamaya çalışıyorum. Kahramanlık başka zamanlara ait bir kavram gibi geliyor bana. Mesleğin gereklerini hakkıyla ve sorumluluk bilinciyle yerine getirerek işimi yapmaya çalışıyorum. İşimi yaparken "birileri rahatsız olacak" endişesi duyuyorum ve bu endişeye neden olanlara bileniyorum.
Gözlemlerimden yola çıkarak yaptığım tespitler, elbette eleştiriye açık, belirtmek isterim.
Türkiye'de gazetecilik neden bu halde? Kapitalizm, teknoloji vs. Hepsi tamam, ama esas yıkım, mevcut hükümetin uzun ömrü boyunca, gazetecilikle birlikte bütün meslekleri değersizleştirme politikası sonucu gerçekleşti. Bununla ilgili hatıralar da var kitapta.
*
"Pelerinsiz Kahramanlar"da çok iyi yazılar, hatıralar var. Kimisi gülümsetiyor, kimisi hüzünlendiriyor. Ancak hepsi birden Türkiye'de gazeteciliğin yakın tarihine bakabilmek için pencere açıyorlar. Bu yazılarda öldürülen gazetecilerden sansüre kadar birçok konuyu, yazarların hatıralarından takip etmek mümkün.
Türkiye'de gazetecilik, iktidar yanlısı olmayanlar için bir eziyet haline geldi. Bu eziyet halini Çiğdem Anad, "Sansürün altında kaldık" diyerek, kendi deneyimi ile anlatıyor. Anad, "24 yaşımdan itibaren her iktidara muhalif habercilik yaptıktan sonra son durağım Gezi Parkı'ydı. Gezi'nin belgeselini hazırlarken beni işten atmaları beklediğim bir sondu" diyor yazısında. Ah Gezi, müthiş umutlara ve fevkalade korkulara vesile oldun.
Anad, şöyle bir tespitte de bulunuyor: "2011 yılında televizyon ve gazetelerin üzerinden hükümetin sivil sansür tankı geçti. Ancak tekrar altını çizeyim; sansür uygulaması liberal gazetecilerin söylediği gibi 2011 yılında değil 2006-2007 yılında başladı. Ardından dozu korkunç boyutlarda artarak bugünlere gelindi."
Anad, bu günleri ise şöyle anlatıyor: "Her köşeye yerleştirdikleri hükümet komiseri sahte gazeteciler yeni haberci, programcı kadrolar oluşturdu. Sorular sorarak olayları araştırmayı bilmeyen, sadece duyduklarını ve demeçleri aktaran, eli doğru dürüst kalem tutmayan, siyasi bilinci zayıf, muhakeme yeteneği kıt kişilerden kadrolar kuruldu. Ağzı kalabalık, her konuda atıp tutup, konuşan kafalar ekranları doldurdu."
Şu satırlar da Anad'ın yazısından: "Ancak AKP iktidarı diğerlerine benzemiyordu. AKP yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru basını yıkıp geçebildi."
Çiğdem Anad'ın kısa yazısı, Türkiye'de gazetecilik mesleğinin ahvalini özetler nitelikte.
*
Kitaptaki birkaç yazıdan Kürt medyasının birçok badire atlatarak oluştuğunu görmek mümkün. Bu badireleri, bir Boşnak olarak Kürt medyasına uzun yıllardır emek veren M. Ender Öndeş iyi özetlemiş, "Zor zamanlarda neşeli olmak" başlıklı yazısında.
Rahşan Anter ve Dicle Anter babaları Musa Anter'i, Med Süleyman Orhan babası Yahya Orhan'ı, Fuat Bulut, gözlerinin önünde öldürülen gazeteci dayısı Hafız Akdemir'i yazmış. Onlar hatıralarını, Kürt meselesinin odağında yad ediyorlar.
Türkiye'de gazetecilik yapmak zor ve bu zor, Kürt medyasına gelince katmerleşiyor. Bunu söyleyince abarttığımız sanılıyor. Bu nedenle şu son bir iki ay içinde gazetecilerin yaşadıklarına bakmakta fayda var.
Gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, Kuzey ve Doğu Suriye'de haber takibi sırasında 19 Aralık'ta öldürüldü. Bu cinayetleri İstanbul’da protesto eden gazeteciler Gülistan Dursun, Hayri Tunç, Enes Sezgin, Osman Akın, Can Papila, Pınar Gayıp ve Serpil Ünal, 22 Aralık'ta gözaltına alınarak, tutuklandı.
Seyhan Avşar, Ahmet Doğan Akın ve Candan Yıldız hakkında da Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'e dair sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek soruşturma başlatıldı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında, 17 Ocak'ta gerçekleşen ev baskınlarında ise gazeteciler Necla Demir, Rahime Karvar, Ahmet Güneş, Welat Ekin, Vedat Örüç ve Reyhan Hacıoğlu, “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla tutuklandı. Aynı soruşturma kapsamında, 22 Ocak'ta gazeteci Eylem Babayiğit de evine yapılan baskınla gözaltına alınarak tutuklandı.
Siirt Belediyesi Eş Başkanı Sofya Alağaş, gazetecilik yaptığı dönemde hakkında açılan davalardan 6 yıl 3 ay hapis cezası aldı. Belediyeye kayyım atandı.
15 gazeteci bir ay içinde tutuklandı ve diğerleri mahkeme koridorlarında gazetecilik yaptıklarını savunmak mecburiyetinde bırakılıyor.
Dün şu duruşmalar yapıldı: Özgür Gündem Gazetesi Nöbetçi Yayın Yönetmenliği kampanyasına katılanlara açılan dava Ahmet Nesin’in savunmasının alınması için gönderilen evraka yanıtın beklenmesine karar verilerek ertelendi.
Gazeteciler Mehmet Şah Oruç ve Abdullah Kaya'nın ayrı ayrı yargılandıkları davaların duruşmaları görüldü. Duruşmalar ertelendi.
Gazeteci Abdurrahman Gök'ün yargılandığı davada, yurt dışı yasağı adli kontrol tedbiri kararının kaldırılması talebi reddedildi.
*
Türkiye'de medya sektörü insanın içini kanatıyor. Türkiye, "Gazetecilik bu değil" dediğimiz birçok yazının ve görüntünün bombardımanı altında. Türkiye'de medya, iktidar sopasına ya da sofrasına teslim olmuş, meslek ilkeleriyle ve hakikatle bağını koparmış bir çöplüğü andırıyor.
"Pelerinsiz Kahramanlar". Evet, fantastik film ya da kitap adı gibi. Ama zaten distopik bir alemde hayatta kalma mücadelesi veriyoruz hissini yaşatmıyorlar mı hepimize? O halde pelerinsiz kahramanlar adlandırması, biraz abartılı da olsa,
Türkiye'de hakikatin peşinden koşan gazetecilere yakışıyor. Sayıları çok değil bu kahramanların, bir çırpıda adlarını ve emek verdikleri kurumları saymak mümkün. Yarın başlarına türlü belalar gelebilir, işsiz kalabilirler, hapse atılabilirler ya da kendilerini sürgünde bulabilirler. Gerçek olanın kırıntısına ulaşabiliyorsak, onların değer biçilemez emekleri sayesindedir.
Hatice Dökmen ve Erdal Bila'nın hazırladığı "Pelerinsiz Kahramanlar"da severek okuyacağınızı, Türkiye medyasının yakın geçmişi ve bugünü hakkında bilgiler edineceğinizi düşünüyorum. Ayrıca gazetecilik mesleğine heves eden gençler de kitaptaki yazılardan, hatıralardan birçok ders çıkaracaktır.
Musa Anter'den Metin Göktepe'ye, muktedirlerin kabusu bütün "pelerinsiz kahramanlar"a saygıyla.