Mülteci meselesinde Ümit Özdağ’a teslim olmamak!

Özdağ sözlükteki sağ popülist lider tanımının ete kemiğe bürünmüş hali. Onun için çözümlerin incelikle tartışılması gereken bir yerde konuyu “göndereceğiz” basitliğinde halletmeyi önerebiliyor.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Ümit Özdağ: Nerelisin sen? Suriyeli misin?

Sığınmacı: Suriyeliyim… Türkmen’im.

Ümit Özdağ: Türkmen’sin… Ha sen Türkmen’sin. Tamam. Sende sorun yok! Yasalara göre de sorun yok. Suriyeliler Suriye’ye dönsünler, ondan sonra Türkmen kardeşlerimizden isteyenler burada kalabilirler.

*

Ülkemiz mülteci siyasetinin korucu başı Ümit Özdağ, bir süredir adet edindiği gibi destursuz girdiği bir parfüm dükkânında böyle buyuruyordu: Sende sorun yok, kalabilirsin! Çünkü, bu ülkede kimde sorun olup kimde olmadığının, kimin ülkede kalıp kimin gideceğinin tek karar mercii bir süredir Özdağ’dan başkası değil. Ona bu payeyi yalnızca kendi ırkçı tabanı değil, Özdağ’ın söylediklerine karşı ayakları yere basan bir siyaset üretemeyen muhalefet partileri de verdi. Özdağ, bu işlere ilk bulaştığında takındığı utangaç tavrını hızla üzerinden attı, şimdilerde her çıktığı programda, her katıldığı söyleşide “ülkenin yegâne mülteci uzmanı siyasetçisi” olmanın özgüveniyle konuşuyor, racon kesiyor; aksi her görüşü yaftalayarak fonculuk ve liberallikle suçluyor, çözümün ise yalnız ve yalnızca kendi uhdesinde olduğunu iddia ediyor.  Özdağ, ırkçı mısınız diye soranlara “Türk tarihinde hiç ırkçılık olmadı; ırkçı değilim, akıllıyım” diye cevap veriyor.

AVRUPALI IRKÇILARIN TÜRKİYE ŞUBESİ

Akıllı mıdır bilinmez ama Ümit Özdağ kabul etmek gerek ki uyanık bir siyasetçi. Toplumsal yarılmanın önemli fay hatlarından biri olan mülteci krizinin siyasette etkili bir kaldıraç noktası olabileceğini en erken o gördü. Ardından da hayli “enternasyonal” bir çizgi benimseyerek, dünyadaki ırkçı ve mülteci karşıtı popülist sağ partilerin Türkiye şubesini el çabukluğu ile kuruverdi. Şansı biraz yaver gitse bu el çabukluğu ona neredeyse ülkenin iç işleri bakanlığı koltuğunu bile kazandıracaktı. Olmadı.

Özdağ’ın başında olduğu Zafer Partisi, dünyada pek çok örneği olan ve tek gündemli parti diye anılan siyasi oluşumlardan yalnızca biri. Öte yandan Özdağ’ın partisinin kendisini diğer tüm partilerden ayıran net bir duruşu da var. “Mülteci meselesi nasıl hallolur?” diye soranlara en yalın cevabı o veriyor: Göndereceğiz! Bu cevap basit bir soruya verilmiş en kestirme yanıt.

ARAP’SAN GİT, TÜRKMEN’SEN SORUN YOK!

Suriyeli Türkmen esnaf ile aralarında geçen diyalog, Ümit Özdağ fikriyatı hakkında kesin bir kanaat oluşturmamızı mümkün kılar nitelikte. Bu konuşma, sıklıkla ırkçı olmadığını söyleyen Özdağ’ın arkaik dünya görüşünü içinde tutamayarak sosyal hayata taşıdığı o ender anlardan biri.

Özdağ bir Türk milliyetçisi  olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı milyonlarca Arap ve Kürt’ün savaştan kaçıp ülkelerine sığınmış olan Suriyeli “soydaşları” için “sende sorun var” dendiğinde ne hissedeceğini asla dert etmiyor. Türkmen’e kal derken, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Arap ve Kürtlerin milyonlarca “soydaşının” neden gönderilmek zorunda olduğunu açıklama zahmetine girmiyor. Toplumu etnik kimliğine ve ana diline göre ayrıştırıyor; milliyetçilerin çoklukla yaptığı gibi ülkeyi duygusal olarak tam ortasından bölüveriyor.

GEÇİCİ KORUMAYI SONLANDIRIR, SURİYELİLERİ GÖNDERİRİZ…

Ümit Özdağ’ın en önemli özelliklerinden biri, bir taraftan ırkçılığını içinde Anayasaya aykırı “Türk soyluluk” gibi tanımlar geçen mevcut yasaların arkasına gizlerken diğer taraftan kavramları başarıyla eğip bükebilmesi. Bunun en önemli örneği belki de sıklıkla dile getirdiği “geçici koruma” kavramı. Özdağ’a göre Suriyelilere verilmiş olan geçici koruma bir statü değil ve onlara bir sığınma hakkı bahşetmiyor.

Söz konusu statü meselesi içi boş bir tartışma. Şöyle ki, devletler yoğun mülteci akını sırasında normal bireysel değerlendirme prosedürlerini yerine getiremedikleri hallerde iltica hakkı arayan insanlara geçici koruma statüsü verebiliyorlar. Bizdeki yönetmeliğe de örnek teşkil eden 2001 tarihli AB Direktifi bunun dünyadaki ilk örneklerinden biri. Bu korumanın düzenlenmesindeki amaç insanların sığınma haklarını sınırlandırmak değil. Tam tersine, milyonlarca insanın bir anda yüklendiği olağan ve bireysel sığınma değerlendirme sisteminin çökmesinden olumsuz şekilde etkilenmelerinin önüne geçmek. Özetle geçici koruma sistemi ile korunan devletler değil, insanların iltica hakları.

Geçici koruma usulüne karşı BM’nin tavrı da net: BM’ye göre geçici koruma 1951 Sözleşmesi ile düzenlenmiş sistemin yerine geçemez, kalış süresi uzadıkça geçici koruma uygun bir sistem olmaktan uzaklaşır ve belki de en önemlisi, geçici koruma prematüre (henüz şartları oluşmamış) geri dönüşü teşvik eden bir şekilde kullanılamaz! Bugün Özdağ’ın yapmaya çalıştığı ise tam da bu.

GEÇİCİ KORUMAYI SONLANDIRMANIN SONUCU: MİLYONLARCA BİREYSEL İLTİCA BAŞVURUSU

Diyelim ki AB ve BM’nin geçici korumaya dair geliştirmiş olduğu bu uluslararası ilkelere kulaklarımızı tıkadık ve geçici koruma statüsünü yok sayarak milyonlarca Suriyeliyi illegal hale getirdik. Bunu yapmanın yöntemi Geçici Koruma Yönetmeliğinin ek birinci maddesi hükmünü ortadan kaldırmaktan geçiyor.  Özdağ’ın aklından geçen, bu yöntemle Suriyelilerin ülkelerine dönmelerini zorunlu kılmak.  

Fakat, mültecileri sadece yaptığı esnaf baskınlarında görmeye alışkın Özdağ esasında alana o denli uzak ki sayısı milyonlarla ifade edilen Suriyelilerin bu olası aşamada ülkemize Avrupa dışından gelen hemen her ülke vatandaşı gibi (örneğin İranlılar, Afganlar ve diğerleri) uluslararası koruma için bireysel başvuru yapabileceğini öngöremiyor. İdeolojisi gereği mültecileri insan formundan çıkarıp itilip kakılabilecek, bir yerden başka bir yere taşınabilecek birer eşyadan ibaret gören bu üstenci akıl, onların da kendi kaderleri üzerinde söz söyleyebilecek bağımsız bireyler olduğu gerçeğine sırt çevirerek kamuoyunu kandırıyor.  Dolayısıyla geçici korumanızı iptal ettik, sizi sınır dışı ediyoruz demek bir çözüm değil. Bu sadece milyonlarca bireysel iltica başvurusunu tetiklemek anlamına geliyor.

KİM TAKAR HUKUKU, ZORLA GÖNDERİRİZ…

Peki Özdağ, bu hukuki detaylarla uğraşmadan yirmi birinci yüzyılın ilk tehcirini yapamaz mı? Aslına bakarsanız bu soruya AYM’nin kapatılmasının konuşulduğu, AİHM kararlarının uygulanmadığı, hukuk devletinin neredeyse tümüyle işlevsiz hale geldiği bir ülkede, hele ki konumuzun ana kahramanı da çağımızın Talat Paşası unvanını versek gururla kabul edecek zihniyetteki biriyken, “olur mu canım öyle şey” diye yanıt vermek pek de mümkün değil. Fakat burada da ortaya şöyle bir sorun çıkıyor: Kaynak!

Özdağ’ın mülteci siyasetini tek başına belirleyebildiği bir hayali evrende, hiçbir uluslararası hukuk kuralını, yabancı devletlerin ve uluslararası kurumların oluşturacağı muhtemel baskıyı takmadan, zorla gönderme uygulaması yaptığını düşünsek bile onlarca soruyu yanıtlaması, binlerce soruna çözüm bulması gerekiyor.

Örneğin Özdağ seksen bir ile dağılmış ve kimi iddialara göre yedi kimine göre on milyona ulaşmış bir Suriyeli nüfusu ülkesine hangi maddi kaynaklarla göndermeyi düşünüyor? Zorunlu geri dönüş için kaç yüz bin polis kullanacak? Sınır dışı prosedürü için kullanılmakta olan geri gönderme merkezi sayısını kaç katına çıkaracak? Bu merkezler yeterli olmaz ise toplama kampları kurmayı düşünüyor mu? Sürekli sözünü ettiği Zafer Turizm’e ait kaç otobüsü var? Kaç tren vagonunu bu işe tahsis edecek? Alman faşistlerin öldürmek gayesiyle seksen sene evvel yapamadığını, hem de yaşatarak, nasıl yapacak?

Uluslararası hukukun buyruk kuralı olan geri gönderme yasağı, zorla göndermeye gelecek uluslararası tepkiler, Suriye’nin pek olası görünen ve zorla gönderilecek olan kendi vatandaşlarını kabul etmeme ihtimali ile daha birçok neden açıkça gösteriyor ki gönüllü olmayan hiçbir geri dönüş Türkiye’deki mülteci krizine derman olabilecek bir nitelik taşımamakta.

Suriye’nin ekonomik durumu, ülkedeki altyapı sorunları, şehirlerdeki yıkım, konut problemi, işsizlik, dönüş sonrası ortaya çıkması muhtemel olan dönenlerden intikam alınması riski ise gönüllü dönüşü neredeyse imkânsız hale getiriyor.

SİYASET ÖZDAĞ CİDDİYETSİZLİĞİNE MAHKÛM OLMAMALI

O halde tüm bu hukuki ve fiziki imkansızlıklar ortada, gönüllü ve zorla geri dönüşün ihtimali yok iken, Özdağ toplumsal algıyı nasıl bu kadar pervasızca ve yanlış şekilde yönlendirebiliyor?

Bu sorunun cevabı basit: Çünkü, Özdağ sözlükteki sağ popülist lider tanımının ete kemiğe bürünmüş hali. Onun için hukukun, uluslararası ilişkilerin, göç sosyolojisinin, ekonominin, güvenliğin ve onlarca başka meselenin ayrı ayrı değerlendirilmesi ve önerilen çözümlerin incelikle tartışılması gereken bir yerde konuyu “göndereceğiz” basitliğinde halletmeyi önerebiliyor.

Belki de halkın bu imkânsız fikre inanarak kendisine oy vermesini siyasi kariyeri için yeterli görüyor. Bu kolaycı pragmatizm bir yandan orta doğunun kadim geleneği iken bir yandan da ülkemizdeki sorumsuz siyaset kültürünün bir ürünü.

İşin üzücü tarafı, Özdağ’ın mülteci sorununa verdiği cevap o kadar basit ve anlaşılır ki karşısındaki hemen her siyasal rakibi bocalatıyor. Kimi zaman iş, kendisiyle çirkin bakanlık pazarlıklarına kadar vardırılıyor.

Son yıllarda Türkiye toplumu geri dönüş hikayesine tümüyle inandırıldı. AKP’nin gitmesi ile bu işin kolayca çözüleceği sanılıyor. Muhalefetteki “Esad ile görüşür bu meseleyi çözeriz” tavrı da esasen bu genel havanın bir eseri. Ne var ki artık konu AKP’yi ve onun iktidar dönemini aşan bir biçimde ülkenin en temel meselelerinden biri halini almış durumda. Ve öyle düşünüldüğü gibi bu meselenin kolay bir çözümü de yok.

1951 Sözleşmesinin devletler arası yük dağılımı prensibi zorlanıp, ülke egemenliğine ve devletler arası eşitlik kuralına doğrudan saldırı niteliği taşıyan AB Geri Gönderme Antlaşması lağvedilse; gönüllü geri dönüşler teşvik edilerek mülteci sayısı bir miktar azaltılsa bile en iyimser tabloda dahi milyonlarca yabancının artık ülkemizde kalıcı olacağı şimdiden hesaplanmalı. Kimilerinin canını sıkacak da olsa siyaset kurumunun tüm uzun vadeli planları bu somut gerçekliğin ışığında realist bir biçimde ele alınmalı. Özdağ’ın gayri ciddi sağ popülist politikalarına teslim olunmamalı.

* Avukat, Türkiye Barolar Birliği’nin Avrupa Baroları ve Hukuk Birlikleri Konseyi (CCBE) temsilcisi