Mülteciler için açık cezaevi Türkiye
Seçime kadar tabela kontrolleri, kayıta kapanan iltica ve geçici koruma sistemi, yabancılar için oturuma kapatılan mahalleler ile ülkede yaşayan göçmen ve mültecileri zor günler bekliyor.
Cavidan Soykan
Türkiye’de bugün, çeşitli ülkelerden gelmiş olan 4 milyondan fazla göçmen yaşıyor. Büyük kısmı temel insan haklarından mahrum şekilde yaşayan göçmen nüfus, Türkiye’de derinleşen ekonomik krizle beraber oluşan toplumsal öfkenin hedefi haline getiriliyor. Bu atmosfer göçmenlerin hayatını daha da zorlaştırıyor, geleceklerini belirsizleştiriyor.
Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnsiyatifi* olarak bu kez, uluslararası mülteci hukukunun temel ilkelerinin dünyada ulus devletlerce altının oyulmasına ve göç kontrolü mekanizmalarının Türkiye’ye olan etkilerine odaklanıyoruz.
Haziran ayında düzenlenen Göç Kurulu’nda konuşan İç İşleri Bakanı Soylu; bir şehirden başka bir şehre seyahat edenleri taşıyan taksicilere, yabancı yolcularına yol izin belgesi/kimlik sorma yükümlülüğü getirdiklerini açıkladı. Bu konu Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda ‘Taşıyıcıların yükümlülükleri’ maddesi altında düzenleniyor ama bu şekilde değil! Örneğin; uçağa, trene veya gemiye binmeden önce pasaportunuzda gideceğiniz ülke için geçerli bir vizenin olup olmadığını kontrol etmek, ilgili taşıma şirketinin yükümlülüğü. Gittiğiniz ülke tarafından sınırda reddedilirseniz, bu şirketler sizi ülkenize veya kabul edileceğiniz başka bir ülkeye taşımaktan sorumlular. 1990’lı yıllarda kabul edilen bu politika, bugün uluslararası mülteci hukukunda iltica hakkına erişimin önündeki en büyük engellerden biri olarak kabul ediliyor.[1] Çünkü bu politika göç kontrolünün ülke toprakları dışına çıkarılması –dışsallaştırılması- demek.[2] Kendi ülkesinden kaçmak zorunda kalan, örneğin AB üyesi Yunanistan’a sığınacak bir kişinin, Schengen vizesi alabilmesinin ve uçak ile yolculuk yapabilmesinin ne kadar zor olduğunu anlatmaya gerek yok. Ege Denizi’nde ve Meriç’te her gün yaşanan geri itmeler, kazalar ve ölümler göç kontrolünün dışsallaştırılmasının sonuçlarını bize açıkça gösteriyor. Sığınma arayanlar mecburen düzensiz yollardan sınırları geçmeye çalışıyor; kaçakçılara başvuruyor ve ölüm riskini göze alıyorlar. Devletler ise adını “düzensiz göç” koydukları bu sığınma arama hakkı mücadelesine karşı, sınırlarını beton duvarlarla örüyor.
Bakan Soylu, 837 kilometresi Suriye ile olmak üzere, son teknolojiye sahip yüzlerce termal kameraya sahip sınır güvenliği duvarının 1316 kilometre uzunluğa ulaştığını gururla açıkladı. Bu sayede doğu ve güneydoğu sınırlarımıza, belki de koruma talep etmek için gelen ve engellenen 2 milyon 626 bin 170 kişi olduğunu öğrendik. İşin ilginç yanı, bu bilgiler Göç İdaresi Başkanlığı web sitesinde yok! Bu sayıları öğrenebilmek için Başkanlığın Twitter hesabından yayınlanan videoları dikkatlice izlemek ve not almak zorundasınız. Videolar kaldırılırsa bu bilgiler kaybolacak. Bu arada her hafta kaç kişinin sınırda durdurulduğunu, yakalandığını ve geri gönderildiğini yine Başkanlığın Twitter hesabını takip ederek öğrenmeniz mümkün.
Türkiye’de iltica arama hakkını ayrıntılı olarak düzenleyen ilk kanun -Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu- 2014’te yürürlüğe girince, sonunda göç alanında polis yerine sivil bir idari birim hakim olacak ve insan haklarına dayalı bir sisteme kavuşacağız sanmıştık. Ama tabii ki bu büyük bir yanılgıydı. Türkiye bu kanunla Kale Avrupası rejimine dahil oldu ve AB’nin siyasi ve coğrafi sınırlarının bekçilik rolünü üstlendi.
Taşıyıcı şirketlerin göç kontrolünden sorumlu tutulması meselesine geri dönecek olursak, bu aslında göç yönetiminin özelleştirilmesi demek. Peki, taksicilere kimlik sorma yükümlülüğü getirilmesi nedir derseniz, o da göçün kriminalize edilmesinin yeni yollarından biri. Nitekim Bakan Soylu 9 Haziran’da yaptığı açıklamada, bu yükümlülüğe uymayan taksicilerin hem idari para cezasına çarptırılacağını hem de Türk Ceza Kanunu’na göre kaçakçılık suçundan yargılanabileceklerini ifade etti. Bugün sığınma aramak için Türkiye’ye gelmiş belgesiz bir kişiyi yardım için Göç İdaresi Müdürlüğü'ne taşırsanız, bir taksici olarak yargılanma riski ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Bu şartlar altında kim zor durumdaki sığınma arayan bir göçmeni aracına almaya cesaret eder ki? Bu sizin insani dayanışma niyetinizin, sığınmacının ise koruma talebinin toplum nezdinde kriminalize edilmesi/ suçlulaştırılması demek. Halbuki ne göçmenler suçlu ne de siz bir kaçakçısınız!
Verdiğim örnek çok mu uç geldi? Bakanın açıklaması Sara Mardini ve Seán Binder davasını aklıma getirdi. Yunanistan’ın Midilli Adası’nda sığınmacıları kurtarmak için gönüllü olan ve sırf bu nedenle kaçakçılık da dahil pek çok suçtan hapis cezası istemi ile 2018 yılında 107 gün tutuklu kalan Mardini ve Binder, yirmi beş yıla kadar hapis cezası ile yargılanıyor. Ceza aldıkları takdirde, bu denizde arama kurtarma çalışması yapan ve sığınmacılara destek olan tüm insan hakları savunucularına yönelik suçlulaştırma siyasetinin başlangıcı olacak. BM İnsan Hakları Savunucularının Durumu Özel Raportörüne göre, iddianame için üç yıl beklenmesi bile göçmen hakları savunucularına gözdağı verme amacını taşıyor. Halbuki Suriyeli Mardini kardeşler 2015 yazında Ege Denizi’ni botları ile geçerken boğulma tehlikesi atlatmış ama botu yüzerek çekip, kendileri ile birlikte diğer mültecileri de kurtardıkları için kahraman ilan edilmişlerdi. Kardeşlerden Yusra 2016 yılında Mülteci Olimpiyat Takımı’nda yer almış ve 2017’de de Birleşmiş Milletler İyi Niyet Elçisi seçilmişti. Bir kahraman, değişen siyasi dengeler ve aşırı sağın AB içinde yükselişi ile, üç yıl sonra birdenbire kaçakçı ilan edilebildi.
İtalya bu konuda Yunanistan ve Türkiye’yi de geçmiş durumda. Mafyanın hakim olduğu Kalabriya bölgesinin küçük sahil kasabası Riace, belediye başkanı Mimmo Lucano’nun mülteci dostu politikaları ile dünyada örnek gösterilen bir model olmuştu. Riace modeli, göçmen düşmanı aşırı sağcı Kuzey Ligi Partisi’nden İçişleri Bakanı Salvini’nin hedefi haline geldi. Başkan Lucano yasadışı göçe destek olmaktan 2021’de on üç yıl iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Hikayesi 1998’de Türkiye’den kaçan Kürtlerin sığınması ile başlayan boşalmış kasaba Riace, 2004 sonrası Lucano’nun başkanlığında Afrika kıtasından gelen mültecilere sağladığı barınma ve iş kurma destekleri ile yeniden canlanıp, dizilere ve ünlü Alman yönetmen Wim Wenders’in bir belgeseline konu olmuştu. Lucano mahkemede ‘Zor durumda olanlara yardım etmek suçsa, evet suçumu kabul ediyorum’ dedi. Göç yönetiminin özelleştirilmesi işe yaramadığında devreye giren göçü ve göçmenleri suçlulaştırma siyaseti artık sol partileri, göçmen dostu yerel yönetimleri, sivil toplum örgütlerini ve birlikte yaşama pratiklerini hedef alıyor. Türkiye’de bugün göç alanında akademik bilgi üretimi devlet eliyle tekelleştirilmişken, göçmen ve mülteci hakları alanında savunuculuk yapmak da giderek zorlaşıyor. Doğu ve güneydoğu sınırlarında yaşanan hak ihlallerini konuşmak, seçim sürecine girmiş Türkiye’de neredeyse imkansız.
Tüm bunlara eşlik eden son politika ise geri gönderme (anlaşmaları) ve (usulsüz) sınırdışı. Özelleştirilmiş göç kontrolüne rağmen ülkeye girişine engel olunamayan sığınmacılar doğrudan ve hiç bekletilmeden geri gönderiliyor. Günde ve haftada kaç kişinin ülke içinde yakalandığı bilgisini Göç İdaresi Başkanlığı Twitter hesabından anlık olarak takip edebilirsiniz. Bu seçim süreci için yapılan özel bir hizmet. İnsan hakları ve mülteci hukukuna göre sorun şu ki, yakalanan kişiler Türkiye’ye adım attıktan sonra uluslararası koruma talep etme hakkına sahip, özellikle de Afganistan’dan gelenler.
15 Ağustos itibariyle Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirişinin birinci yılı dolmuş durumda. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı nedeniyle AB ülkelerine yönelen zorunlu göç, Afganistan’daki durumu perdeledi. Henüz herhangi bir devlet ve BM, Afganistan’daki Taliban iktidarını tanımış değil. Taliban üst düzey yöneticileri geçen sene Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun davetiyle ilk resmi ziyaretlerini Türkiye'ye gerçekleştirdi. Bu sene ise taraflar mart ayında Antalya Diplomasi Forumu’nda buluştu. Bu yakın ilişki, ortada resmi bir tanıma olmamasına rağmen, her hafta yüzlerce Afganistanlının nasıl usule uygun olmayan bir şekilde sınırdışı edilebildiğini bize açıklıyor. Geri gönderme merkezlerinde tutulan kişiler sığınma başvurusunda bulunamadan ve adli yardımdan yararlanamadan usulsüz bir şekilde sınırdışı ediliyorlar. İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’ndeki işkence ve kötü muamele iddiaları İzmir Barosu tarafından geçtiğimiz temmuz ayı sonunda bir suç duyurusuna bile konu oldu.
İçişleri Bakanı Soylu 2 Ağustos’ta Twitter’dan yaptığı paylaşımda; “Kaçak göçe müsamahamız yok! 2022’de 132.430 KAÇAK GÖÇMEN YAKALANDI, 61.014’ü ülkesine geri gönderildi. Dünyada geri gönderme operasyonun uluslararası kriterde bu oranda yapılmasının örneği yoktur” dedi. Evet, yok. Türkiye Afganistanlıları, koruma ihtiyacı olup olmadığına bakmaksızın hiçbir devletin tanımadığı, kadın ve kız çocuklarına yaşamı zindan eden baskıcı bir rejime geri göndermekte kararlı. 2022 yılı başından beri Afganistan’a 100’e yakın charter seferi düzenlenmiş. #TürkiyeGöçüYönetiyor başlığı altında sosyal medyada göçmenlere karşı yürütülen bu isimsiz savaşı anbean izleyebilirsiniz. Seçime kadar tabela kontrolleri, kayıta kapanan iltica ve geçici koruma sistemi, yabancılar için oturuma kapatılan mahalleler ile ülkede yaşayan göçmen ve mültecileri zor günler bekliyor. Dileğim ırkçı söylem ve saldırıların seçime kadar artmaması.
* Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi 2019 yılından bu yana göçmenlerle dayanışma ve birlikte yaşama pratikleri geliştirmeyi ve de ırkçılığa karşı ortak mücadele etmeyi amaçlayan, kişilerin katılımına açık, gönüllülüğü esas alan bir oluşumdur.
[1] Baird, T. (2017). Carrier Sanctions in Europe: A Comparison of Trends in 10 Countries, European Journal of Migration and Law, 19(3), 307-334. doi: https://doi.org/10.1163/15718166-12340009
[2] Bu tartışmanın öncesi için şu yazıya bakılabilir: https://bianet.org/bianet/goc/247808-turkiye-ihlalde-sampiyon-mu-yoksa-en-iyi-ev-sahibi-mi