Müsilaj her yerde: Hem içeride hem dışarıda

Türkiye müsilaj ve diğer çevre sorunlarından temel özgürlüklerin kullanılmasına kadar çok derin sorunlarla karşı karşıya. Bu sorunların mevcut idari yapı/sistemle üstesinden gelinemeyeceği aşikar.

Google Haberlere Abone ol

HER YER MÜSİLAJ DOLU

Marmara Denizi’ni müsilaj kaplayalı haftalar oldu. Müsilaj haberleri yoğun gündemin arkalarına itilmeye, sıradanlaşmaya başladı bile. Marmara daha biz çocukken 1960’larda bile kirliydi. Denize yıllardır nasıl ihanet ettiğimizin naçiz bir şahidiyim. 1960’larda Samatya Sosyal Sigorta Hastanesi’nin irinli atık sularının doğrudan denize deşarj edildiğini çok iyi bilirim. Deniz şimdi yılların ihanetinin bedelini, salyalarını o güzelim Caddebostan sahillerine ve değerini bilmediğimiz Marmara’nın diğer hoş mekanlara kusarak ödetiyor.

Bugün olan, bir bilim adamının çarpıcı ifadesiyle, çürüyen cesedin su yüzüne vurmasından başka bir şey değil. Bunda son 30 yılın büyük bölümünde İstanbul belediyesini yöneten AKP zihniyeti en büyük pay ve sorumluluğa sahip olabilir. Ama kendimizi aldatmayalım, ortaya çıkan tabloda birçok aktörün az veya çok payı var. Hepimiz sorumluyuz. Aradan geçen yıllarda dünyada çevre bilinci gelişirken, bu zihniyet dönüşümü Türkiye’de gereğince pratiğe yansımadı. Yeterli önlemler alınmadı, hatta İstanbul’da AKP’li belediyenin atık su arıtma tesislerini kapatıp kanalizasyonu derine vermesi gibi cin fikirli uygulamalarla, tersi yapıldı. Başta Marmara’yı büyük bir fosseptik tank olarak kullanan tüm belediyeler ve sanayi ve tarım kesimi olmak üzere, rant ve kolay kâr peşinde koşan her sektör denizi hoyratça kirletti. Onları denetlemeyen, kanun ve yönetmelikleri uygulatmayan, kuralları esneten merkezî hükümetler de suça ortak oldular.

Bu çarpık zihniyet her taşın altından başını çıkarıyor. Hangi aklı başında gelişmiş ülke asbestli yabancı gemileri sökmek için cennet Ege sahillerini kullanmaya tevessül eder? Hangi gelişmiş ülke İngiltere’nin veya Almanya’nın plastik çöpünü Çukurova’nın bereketli topraklarına boca ettirir? Hangi ülkenin çevre bakanlığı ve hükümeti bu ihanete izin verir/ortak olur?

Bu satırları Bodrum’dan yazıyorum. Bodrum mafyanın, karanlık güçlerin ve rant sarhoşluğuna kapılan inşaat sektörünün saldırısı altında can çekişiyor. Üstüne çökülen otellerin etrafını saran kirli ilişkiler yumağı bir bir ortaya dökülüyor. Bakalım ahir ömrümüzde daha neler göreceğiz.

Bodrum’da rant çılgınlığından dolayı zaten çok az kalan mandalina bahçeleri ve zeytin ağaçları bir bir sökülüyor, yerlerine birkaç ay kullanılacak beton konutlar dikiliyor. İnşaat faaliyeti yaz sezonunun başlamasına rağmen hız kesmeden devam ediyor. Kargacık burgacık ara yollar dahi hafriyat kamyonlarının, greyderlerin ve beton karma araçlarının istilası altında. Her yer toz, her yer çöp içinde. Evlerde su yok, yeraltı suları hoyratça tanker tanker satılıyor. Doğa yerin altında da tahrip ediliyor. Sahiller mafyatik işletmelerin işgali altında, duvarlarla örülerek kapatılıyor. Bir zamanların mavi bayraklı sahillerinde deniz hızla kirleniyor, suyun üstü de, altı da çöplerle dolduruluyor. Bu pislikte sivrisinekler ve karasinekler en çok karşılaşılan canlı türleri.

Belediye ise hayal satma peşinde, sosyal medyada “cennet” Bodrum manzaraları yayınlıyor. Bodrum’un turizm sezonuna hazır olduğundan dem vuruluyor. Bize de acı acı hayıflanmak düşüyor.

Müsilajın Marmara’dan Ege ve Akdeniz sahillerine gelmesine gerek yok. Bodrum ve diğer sahil kentleri ve kasabaları kendi müsilajlarını üretmek için var güçleriyle çalışıyorlar.

DENİZ POYRAZ’IN KATLEDİLMESİYLE RUHUMUZU KAPLAYAN ACI, MÜSÜLAJ ACISINI UNUTTURDU

Eli keman tutan, Türkiye’nin yiğit kahramanı Deniz’in adı verilerek anısı yaşatılmak istenen masum Deniz Poyraz, umutlarından, geleceğinden, ailesinden ve dostlarından koparılarak ırkçı faşist bir katilin elinde, hakkında kapatılma davası açılan HDP’nin İzmir parti merkezinde kurşuna dizildi. Katil Onur Gencer, Deniz’i altı kurşunla infaz etmeden önce ona işkence yaptı, daha sonra da cansız bedeninin resmini hakaretlerle sosyal medyada yayınladı. Katil yabancı değil, yıllardır farklı isimlerle karşımıza çıkıyor. Onu yaratan karanlık hep aynı karanlık. Marazi kişiliği, çarpık ruh ve düşünce yapısıyla hep aynı karanlık tornanın ürünü. Abdi İpekçi’nin katili ve Papa suikastçısı Mehmet Ali Ağca, Özal’ı parti kongresinde vuran Kartal Demirağ, Hrant Dink’i gündüz vakti Şişli’nin orta yerinde katleden Ogün Samast ve Onur Gencer hep aynı tetikçinin farklı yüzleri. Daha dışarıda yüzlercesi var.

Gelecek umudu olamayan, şiddet kültürünün esiri sayısız genç, kendilerine verilecek görevler için hazır bekliyorlar.

Deniz Poyraz’ın katli için Cumhurbaşkanı ve ortağı gecikmeli açıklamalarında üzüntü belirtmez, sadece “provokasyondan” dem vururken, Bahçeli onu bir de terörist ilan ederek yaraya tuz bastı. Türkiye’deki zehirli siyasi iklimi bundan iyi ifade edecek bir manzara olamazdı. İçinde debelendiğimiz siyasi müsilaj hepimizi yutmak üzere.

LGBTİ+ ONUR HAFTASINDA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

İstanbul Sözleşmesi'ndeki imzamızın geri çekileceği zamana denk düşen LGBTİ+ onur haftasında bildik manzaralar vardı: Polis şiddeti, dayak, hakaret, ve gözaltılar.

AFP fotografçısı Bülent Kılıç Taksim’deki Onur Haftası yürüyüşünü takip ederken Amerika’da öldürülen George Floyd gibi boğazına basılarak gözaltına alındı. Yılların ödüllü basın mensubu Kılıç, diziyle boğazına basan polisin kendisini öldürmek kastıyla davrandığını, çevreden duruma müdahale eden cesur insanlar sayesinde hayatta olduğunu söyledi. Polis şiddetini ve Bülent Kılıç’ın maruz kaldığı tehlikeli saldırıyı kınayan açıklamalara hükümet cenahından Deniz Poyraz’ın katli karşısında gösterilmeyen acullukta cevaplar yetiştirildi. İçişleri Bakanının yardımcılarına göre ortada oransız şiddet, cana kasıt değil, doğru teknik müdahale vardı.

Bu açıklamalar, havuz medyasından olan biteni doğru öğrenme şansı bulunmayan AKP/MHP tabanına belki sempatik gelebilir ama sosyal medyada şiddetin elli farklı tonunu yakından görebilme olanağı bulan kadınları, özgür ve demokratik bir ülkede yaşamak isteyen gençleri ve batan ekonominin enkazı altında ezilen, eşitlik arayan vatandaşı ikna edemez. Hele yabancı kamuoyunu hiç ikna etmez. ABD yargısı George Floyd’u öldüren polis memurunu 22,5 yıla mahkûm etti. Gökkuşağı renklerine Münih stadyumunda bile tahammül edemeyen Macaristan’ın Başbakanı Orban’ın elini birçok Avrupalı lider sıkmak istemiyor. Geleceğin dünyası demokratik temeller üzerinde yükseliyor. İstanbul Sözleşmesi’ne, 8 Mart kadın eylemlerine, LGBTİ+ Onur Haftasına tahammül edemeyen yönetimler halklarına aydınlık bir gelecek sunamazlar. Güneşin altında herkes özgür olmalı. Dünyanın en ataerkil kültürlerinden birini miras alan Kore’nin başkenti Seul’da “Gay Pride” yürüyüşü bayram havası içinde yapıldı. Güney Kore bizi nasıl geçti diye soranlara cevabımdır.

ANTALYA DİPLOMASİ FORUMU (ADF)

18-20 Haziran tarihlerinde gerçekleşen yukarıdaki forumu izleyen oldu mu? Bölgesel ve global meseleleri tartışmak üzere her yıl tertipleneceği ifade edilen ADF daha baştan ölü doğdu. Batılı demokratik devletlerden üst düzeyli katılım olmazken, Forum’u sadece her zamanki Afrikalı, Orta Asyalı ve diğer müdavimler şereflendirdiler. Bunun Türkiye’nin dış politikadaki inandırıcılığıyla, tuttuğu mezhepçi yol nedeniyle içine düştüğü yalnızlıkla, demokratik zaaflarıyla, ekonomik durumuyla ilgisi olabilir mi? Sorumun okuyucuya yönelik olmadığı her halde takdir edilecektir.

Bir zamanlar Türkiye gelişmekte olan ülkeler için umut veren bir örnekti. Bundan dolayı 2009-10 döneminde büyük oy farkıyla BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üye olarak seçilmiştik. Zira, o dönemde laik ve çağdaş bir ülke olarak bilinen Türkiye’nin AB rotası üçüncü dünyada heyecanla izleniyordu. Türkiye global sahada saygın bir aktördü. Arada geçen birkaç yılda taban tabana zıt bir durum ortaya çıktı. Türkiye’nin 2015-16 dönemi için koyduğu adaylık tam bir hezimetle sonuçlandı. Zira üçüncü dünyaya umut ve heyecan veren Türkiye gitmiş, AB’den uzaklaşan, mezhepçi politikaların esiri, kavgacı bir Türkiye belirmişti. Global forumlarda böyle bir Türkiye’nin, birkaç istisna dışında destek bulması mümkün olabilir mi?

Yaldızlı lafların ardında yatan çıplak gerçek, Antalya Diplomasi Forumu’nun kamu kaynaklarının boşa heba edilmesinden başka bir işe yaramadığıdır.

Foruma katılanların devlet bütçesinden çok iyi ağırlandıklarına şüphemiz yok. Ancak misafir delegelerin müsilajsız sularda serinlemeleri Antalya’nın bir diplomasi merkezi haline gelmesi için yeterli koşul değil. Sayın Dışişleri Bakanı kendi seçim bölgesinde kongre turizmini canlandırmak istemiş olabilir ama, ADF’nin Türk diplomasisine herhangi bir getirisi olmamıştır.

KARADENİZ’DE SULAR ISINIYOR, ASKERÎ MÜSİLAJA DİKKAT

Geçtiğimiz günlerde Karadeniz’e Montrö Boğazlar rejiminden yararlanarak çıkan İngiliz donanmasına ait HMS Defender destroyeri, Ukrayna’nın Odesa limanından hareket ederek Kırım sahillerinin 12 mil (19 km) açığında Gürcistan’a doğru seyir halindeyken, Rus donanma gemilerinin ve uçaklarının tacizine uğradı. Rusya İngiliz gemisinin rotasına uçaklarının bomba atarak uyarıda bulunduğunu iddia etti. İngilizler Rusya’nın bu iddiasını teyit etmediler ama Karadeniz’de suların ısındığı kesin. İngilizler, Defender gemisinin uluslararası sularda seyrettiğini, bu hak kullanılmadığı takdirde Rusya’nın oldu bittilerine göz yumulmuş olacağını iddia ediyorlar. İngilizlerin cüretkâr tavrının başka bir açıklaması olmalı.

Biden yönetiminin Rusya üzerindeki baskıyı artırmak istediği, bu ülkenin oldu bittilerine bu kez daha kararlı karşı koymak için en yakın müttefiki İngiltere’yle birlikte hareket etmeye karar verdiği, akla ilk gelen olasılıklar arasında.

Brexit’le beraber İngiltere’ye yeni bir global rol arayışındaki Boris Johnson yönetimi, Tony Blair gibi bu misyona dünden razı olmuş olabilir. İngiltere benzer bir misyonu şu sıralar Hint Okyanusu’nda ve Güney Çin Denizi’nde de oynuyor.

Diğer bir olasılık, Ukrayna’ya ve Gürcistan’a NATO’nun geçmişte yeterli ölçüde veremediği askeri desteğin bu kez daha kararlı bir tutumla verilmek istenmesi olabilir. Her koşulda Karadeniz’de sular ısınacak gibi görünüyor. Bundan en çok etkilenen ülke Türkiye olacaktır. Türkiye’nin özellikle Karadeniz’de tarihten alacağı çok dersler var. Atacağı her adımı dikkatle atmalı, içinden çıkmak istediği yalnızlıktan kurtulmak isterken daha beter bir bataklığa, Karadeniz’in askeri müsilajına bulaşmamak için elden gelen dikkati sarfetmelidir.

AFGANİSTAN’DA TEHLİKELİ BİR GÖREVE TALİP OLDUK

Benzer tehlikeli bir durum Afganistan’da Kabil Havaalanı’nın güvenliği misyonuna talip olmamızdan kaynaklanıyor. Geçen haftaki yazımızdaki argümanlara geri dönersek, Kabil havaalanı misyonunun Taliban tarafından olumlu karşılanmadan kabul edilmesi son derece sakıncalı sonuçlar doğuracak ve Türkiye’yi içinden çıkamayacağı problemlerin içine çekecektir. ABD’nin 11 Eylül’de Afganistan’dan ayrılacağını açıklamasından sonra merkezi hükümet güçleri hızla dağılmaya başladılar. ABD istihbaratı ABD’nin çıkmasından altı ay sonra ülkenin tamamında kontrolün Taliban’a geçeceğini öngörüyor. ABD istihbaratının sözkonusu öngörüsü ülkede yaşanan panik havası gözönünde tutulursa oldukça iyimser dahi bulunabilir. Afganistan yıkılırken sırf içinde girdiğimiz yalnızlıktan kurtulmak için bu tehlikeli misyona talip olmamız doğru bir çıkış yolu değil.

ÇIKIŞ DEMOKRASİDE

Türkiye müsilaj ve diğer çevre sorunlarından, temel özgürlüklerin kullanılmasına, medyadan, kültür ve sanat hayatına, iç güvenlikten, adalete, işleyen ve ürün veren eğitim sisteminden, basın ve medya özgürlüklerine, ekonomiden, yolsuzluklara, bağımsız kurumsal yapılardan, askeri konulara, dış politika ve uluslararası itibara kadar çok derin sorunlarla karşı karşıya. Bu sorunların mevcut idari yapı ve sistemle üstesinden gelinemeyeceği gün gibi aşikâr. İçinde boğulduğumuz karanlıktan çıkış yolu demokrasi ve özgür seçimlerde. 1980’lerde tıkanan Güney Kore yönetimleri, halkın talepleri doğrultusunda demokrasinin önünde engel olmaktan vazgeçerek ülkenin müreffeh ve özgür geleceğinin kurulmasına imkân vermişlerdi. Aynı şey Türkiye’de de yapılabilir. Türkiye’nin insan zenginliği bakımından bugün ışıldayan Güney Kore’den hiçbir eksiği yok.

*Emekli Büyükelçi