Mustafa Arslantunalı: Kendi yarattığımız yapay dünyanın bir ürünüyüz

Mustafa Arslantunalı ile İletişim Yayınları tarafından yayımlanan kitabı 'Teknopolis-Akıllı Makineler Dağınık Zihinler'i, zekâ ve bilinç ayrımını konuştuk. Arslantunalı, "Yeni teknolojilerle ütopyaların kesişmesi, hayal gücünü körüklüyor, edebiyata yeni alanlar açıyor" dedi.

Fotoğraf: Taçlı Yazıcıoğlu
Google Haberlere Abone ol

Taçlı Yazıcıoğlu

İnsanı satrançta yenebilecek kadar “zeki” bir bilgisayar bizi heyecanlandırabiliyor, fakat bizden hızlı giden otomobilleri hiç kafamıza takmıyoruz. Bizim teknolojiyle ilişkimiz sandığımızdan daha karmaşık ve kendimizi, dünyayı anlayabilmek için de elzem.

Mustafa Arslantunalı ile bize teknolojinin arka planındaki hikâyeleri anlatan 'Teknopolis'i, zekâ ve bilinç ayrımını ve gelecekte bizi nelerin beklediğini konuştuk.

Bu ay yeni baskısı yapılan 'Teknopolis', sanki sadece teknolojinin hikâyesini anlatacakmış gibi görünse de, edebiyata da oldukça fazla yer veriyor. Teknoloji üzerinden anlattığınız tarihe edebiyattan başlamak nereden aklınıza geldi?

Başka bir yerden başlamak zordu. "Sadece teknolojinin hikâyesi" diye bir şey yok bence. İnsana ait ama neredeyse insandan bile eski iki şeyden söz ediyoruz: Biri, insanın elleriyle ürettiği, şekillendirdiği (kabaca teknoloji adını verdiğimiz) yapay çevre, öteki de insan zihninin ayırıcı bir özelliği olan hikâyecilik – sonradan yazılı ve modern şekliyle edebiyat adını verdiğimiz şey. Bu ikisi de bizi değiştirmiş, dönüştürmüş, insan haline getirmiştir. Bu tür büyük hikâyeleri düzyazıyla değil denemeyle, bir parça ‘edebiyat yaparak’ kavrayabileceğimize dair bir sezgim var ya da önyargım. Kaldı ki yeni teknolojilerle ütopyaların kesişmesi, hayal gücünü körüklemiyor mu, edebiyata yeni alanlar açmıyor mu?

Peki, yapay zekânın bizlere, daha doğrusu bizim hikâyelerimize özgü bir özgünlüğe erişebileceğini düşünüyor musunuz?

Hem evet hem hayır. Buna birkaç şekilde cevap vermek mümkün.

O zaman öncelikle evetse, niye evet?

Aslında tam da evet değil: Günün birinde, evet. İnsan beyninin, zihninin çalışmasında, işleyişinde ruhani ya da mucizevi yani açıklanamayan bir yan yok. Doğanın geri kalanını nasıl açıklayabilirsek, ileride zihnin işleyişi hakkında da doyurucu bir modele ulaşabileceğiz. Büyük ihtimalle, yapay zekâ denen şey günün birinde gerçekleşecekse, biraz makinelerin ve makineler arasındaki ağların, organik düzeneklerin kendi evrimleriyle olacak bu. Yapay zekânın yazılacak bir programla gerçekleşebileceğini sanmak gülünçtür.

Bilim kurgu literatürünün favori öcüsüdür bu: Makineler geliyor! Peki, özgünlük neden taklit edilemez? Yani hayırsa, o zaman neden hayır?

Aslında bu, şu anda hayır. Şu anda yapay zekâ dendiğinde kastedilen şey, sınırları çok belli birtakım "sibernetik düzenek"ler. Satranç oynuyorlar, pek çok ufak tefek konuda kendi kendilerine karar veriyorlar vs. vs. Ama bu, genel zekâ değil; yani büyük harfle yazılan YZ değil – hani şu filmlerde robotlar insan gibi davranır falan... İkisini birbirinden ayırmak için genel zekâ (Artificial General Intelligence) için Yapay Bilinç terimini kullanmayı tercih ediyorum. 

'TEKNOLOJİYLE SONRADAN TANIŞMADIK, EN BAŞINDAN BERİ TEKNO-KÜLTÜREL VARLIKLARIZ'

Zaten “insan zekâsı her zaman bir yapay zekâ idi” de diyorsunuz.

Doğru. Çünkü biz kendi kendimizi var etmiş yapay bir türüz. İki milyon yıldan fazla bir süredir teknolojimiz ve kültürümüz biyolojimizi de –bir ölçüde– belirlemiş görünüyor. Paradoksal bir şey. Kendi yarattığımız yapay dünyanın bir ürünüyüz. Teknolojiyle sonradan tanışmadık, en başından beri tekno-kültürel varlıklarız. Şöyle diyelim: Zeki olduğumuz için alet edevatlar yaratmış değiliz, o alet edevat yapma, tasarlama, üretme işidir bizi zeki yapan.

Yapay bilinç mümkün mü sizce?

Yapay bilinç, birkaç milyon yıl alan bir evrimin –hiç de determinist olmayan– sonuçlarını bir makine üzerinde gerçekleştirmek gibi zor bir tasarı… Peki, böyle bir tasarı için neyi model alacağız? Halihazırda beyin için kurulmuş bir bilgisayar modeli var; elli küsur yıldır kullanılan ve işe yaramadığı defalarca kanıtlanmış bu bilgisayar modeli paradigmasından kurtulmak mümkün olursa, yapay bilinç konusunda ciddi bir adım atılabilir. Halihazırdaki model, beynin zaten bir bilgisayar olduğu, daha hızlı, daha güçlü düzeneklerle, bu bilgisayarın benzetlenebileceğini (simüle edilebileceğini) ima ediyor.

En “mükemmel” canlı insan olduğuna göre, biz nasıl düşünüyorsak, makineler de o şekilde düşünmek zorundadır.

Evet, hem bu anlayış var hem de şu: Sırrına eremediğimiz insan zihni, şu hayatta bilebildiğimiz, hakim olabildiğimiz en karmaşık makineyle açıklanabilir ancak. İşte bu 1950'lerin anlayışı... Yerine hâlâ yeni bir paradigma gelmiş değil.

İnsan beynini bir bilgisayar olarak düşünmeye başladıktan sonra, elbette bilgisayarların bir beyin gibi çalışmaya başlamasını bekleriz. Öte yandan, yapay bilinç dediğimiz şey söz konusu olduğu andan itibaren, tabii ki, bizim özgünlük dediğimiz şeylerin hepsini yeniden üretebilecektir bu ‘şey’: Bilinç dediğimiz, bir organizmanın/mekanizmanın kendi kendisinin farkında olması, kendi hakkında düşünebilmesidir. Halihazırda yapay zekâdan saymadığımız standart yapay zekâ uygulamaları bile, yakın zamanlara kadar insan yaratıcılığının ya da özgünlüğünün nişanesi kabul edilen alanlarda dikkate değer gelişmeler kat etmediler mi? 

Ettiler, müzik bile yapabiliyorlar artık. Bu arada haklısınız, taklit konusu oldukça çok zaman kaybettirdi. Hele doğal dil işlemenin bu denli hızlı ilerlemesi, Google Translate’in işe yaramaya başlaması vs. taklitten uzaklaşınca oldu. Sonra sinirsel ağlarla makinelerin insan zihninden farklı düşünebildiği de ortaya çıktı.

Tam da bu yüzden özgünlük evet, ama taklit değil: Yapay zekâ dendiğinde hep taklitten söz etmemiz de bir gösterge. (Hoş, belki bütün bir literatür, Turing'in taklit oyunuyla başladığı içindir!) Gerçekten zeki bir düzenek (ister organik isterse mekanik olsun), çevresinin ve kendisinin farkına vardığında, dünyayla bizimkine benzer bir ilişki kuracaktır. Evet, benzer ama aynı değil. Çünkü ne de olsa bu düzeneğin bizim biyolojimizden farklı yanları dünyayı başka türlü görmesini de sağlayacaktır. Dolayısıyla böyle bir varlıktan başka duyarlıklar, başka özgünlükler göstermesi beklenebilir. Neden bizim özgün bulduğumuz şeyleri taklit etmekle kalsın ki? Gerçekten zeki bir düzeneği tasarlayıp yaratamayacağız büyük bir ihtimalle; olsa olsa onun ortaya çıkmasına vesile olacağız. Kendi duyargalarıyla, dünyadan topladığı verilerle kendi dünyasını, bilincini ve zekâsını inşa edecek o. Hızlı bir evrimle. (Hayır, evrim değil, dönüşümle.) Ve işin tuhafı, bu dönüşümle belli bir olgunluğa erişip bilince kavuştuğunda, artık bu düzeneği anlayamayabiliriz bile! Kedileri anlayabiliyor muyuz? 

Teknopolis - Akıllı Makineler Dağınık Zihinler, Mustafa Arslantunalı,  İletişim Yayıncılık, 2019.

Müteveffa kedimin beni anladığına neredeyse eminim ama biz dört ayak üstüne düşmeyi beceremediğimiz müddetçe onları anlamaya başlamayacağız. Peki, bilinç sadece insanlara özgü mü?

Hayır, tıpkı zekâ gibi bilinç de sadece insanlara özgü değil. Kedi örneğine geri dönersek, evcil hayvanı olan herkes bunu bilir. Bilinç piramidinde insanların en üstte olmasının iki sebebi, muhtemelen konuşma ve daha sonra yazı. Bilinç dediğimiz şeyin hayati hiçbir fonksiyonla ilişkili olmayışı bunun kanıtlarından biri. Bilinçsiz olursanız da nefes alırsınız, hatta bazı şeyleri (bisiklete binmek mesela) yaptığınız şey üzerine bilinçli olarak düşünmediğinizde çok daha iyi yaparsınız. Öte yandan bilinç dediğimiz şey çok parçalı, aslında derme çatma bir şey. Kendimize dair hikâyelerimizin bir toplamı. Bilinçdışının çok küçük bir parçası…

Yapay Genel Zekâ dendiğinde, makinelerin insan bilincine yaklaştığı bir evre kastediliyor. Ya bilinçdışı? Belki de zeki makinelerin önce rüya görmesini beklemeliyiz diyenler haklı olabilir.

Zekâ bilince karşı...

Farklı şeyler… Şimdi, sorun şu: Makinelere zeki davranışlar yaptırabiliyoruz, o kadar ki bu zeki davranışları onların bambaşka yollardan giderek, yani bizden son derece farklı bir şekilde yaptıklarını unutuyoruz. Örneğin bir yazılım pop müzik besteleyebiliyor, ama söz konusu olan aslında sayısız kombinasyonlardan veri olarak aldığı parçalara benzeyenlerin seçilmesi. Yani bir tür (bir tür!) yaratıcılık var ama bir bilinçten söz etmek imkânsız.

'YAPAY BİLİNCİN GÖRÜLEBİLİR BİR VADEDE GERÇEKLEŞMESİ İMKANSIZ GÖRÜNÜYOR'

Yaratıcı olabilirsiniz ama bilinç sadece bize mahsus, diyoruz makinelere.

Makineler ne kadar hızlanırsa hızlansın, yapay bilincin, yani Yapay Genel Zekâ'nın, görülebilir bir vadede gerçekleşmesi imkânsız görünüyor. Şu anda bilgisayarların ve yazılımların büyük mesafeler kat ettikleri, kendi kendilerine öğrenebildikleri doğru, ama unutmayalım ki insanlarla yarıştırıldıkları her işte (satranç oynamak, go oynamak, çeviri yapmak vs.) makineler o işi bambaşka şekillerde yapıyorlar. Bizim bilinçle kararlaştırdığımız, belki bilinçdışı birtakım güdülerle, arzularla ulaştığımız bir şeye, dev bir veri okyanusundan verileri çekerek, basit karşılaştırma yoluyla karar vermek gibi… Bu konudaki heyecanın artık geride kalması gerekiyor. Dünya Go şampiyonunu yenen bir bilgisayar bizi neden heyecana sevk ediyor? Bizden yirmi kat hızlı otomobilleri bu kadar kafaya takıyor muyuz? 

Takmak ne kelime, aslında olanca keyfini sürüyoruz teknolojinin.

İşte bu nedenle, eğer günün birinde makineler bilince kavuşacaksa, çok büyük bir ihtimalle insanların bilincinden bambaşka bir şey olacak bu, yapay bilinç gerçekleştiğinde onu anlayamayabiliriz, onunla iletişime geçmemiz bile zor olabilir.

Ama şu anda korkmamız gereken bilinçli robotların bizi alaşağı etmesi değil; çok daha yakın vadede, zeki makinelerin, otomatik düzeneklerin, kısacası otomasyonun bütün üretim süreçlerini baştan sona etkileyecek olması. Sadece mavi yakalıların değil, beyaz yakalıların da halihazırdaki işlerinin tehdit altında olması… Otomasyonun yoğunlaşması, işsizlik yaratacak, kaosa yol açacak bir lanet mi, yoksa insanlığı angaryadan kurtaracak bir nimet mi? Buradaki ikilemden çıkışı ancak sebatkâr bir politik mücadele sağlayabilir. Meseleyi teknolojinin çözmesini beklemek, kendimizi o teknolojiye hakim olanın insafına bırakmak demektir. 

Tesla’nın “Bütün bir dünya, parçaların her birine cevap verebilecek devasa bir beyne dönüşecektir,” dediğini alıntılamışsınız. Siz gelecekle ilgili bu tür bir öngörü yapacak olsanız, ne derdiniz?

Dünya neye dönüşürse dönüşsün, biz neye dönüşürsek dönüşelim, bütün bunları nefes almak gibi doğal karşılayacağımızı söylerdim. (Mesela, trenler ilk kez sefer yapmaya başladığında, kadınların binmemesi gerektiğini, çünkü saatte 40-50 kilometrelik hıza beyinlerinin dayanamayacağını söyleyenler olmuş!) Her yeniliğin insan doğasına aykırı olduğu iddia edilir ama mükemmelleşmiş her teknoloji görünmez oluverir. Elektrik diye bir şeyi kullandığımızı ve ona ne kadar bağımlı olduğumuzu ancak elektrikler kesildiğinde fark edişimiz gibi…

Konuşacak çok şey var ama teknolojiyle ilgiyle böyle kapsamlı ve ilginç bir kitap yazdığınız için şunu sormadan olmaz: Sizi internetle ilgili hangi gelişme çok şaşırtır?

Bir gelişme değil de gelişmeme şaşırtıyor beni. Wikipedia ve açık kaynak gibi işbirliği ile gönüllülük esasına dayalı, muazzam başarılı örneklerin büyük bir hızla çoğalmasını beklerdim. Artıyorlar, ama yeterince değil, yeterince hızlı değil.

Siz K24’ün editörlüğünü yapmaya başladığınızda daha çok teknolojik kitap eleştirisi okuyacağımızı ummuştum. Teknoloji hayatımızın bir ayrılmaz bir parçası olsa da, sanki bizden uzakmış gibi algılanıyor, tıpkı önceki kitabınız 'Ay Çöreği' gibi 'Teknopolis' ikisini birleştirerek böyle bir boşluğu dolduruyor. Bir sonraki kitap acaba ne olabilir diye düşündürtüyor.

Teknolojik kitap eleştirisi ne yazık ki çok az geliyor. Sonraki kitap için bazı fikirlerim var, ama gerçekleşir mi bilmiyorum. Yazdıklarımın önce beni kandırması lazım.