Mustafa Öztürk, 'Mem û Zin' çevirisini anlattı: Üç asır öncesinin Kürtçesine vakıf olmak gerekiyordu
Mustafa Öztürk ile 'Mem û Zîn' çevirisini konuştuk. Öztürk, "Daha önce birçok çevirisi yapılmış 'Mem û Zîn' gibi kült bir eserin yeni çevirisine kalkışmak, kendi içinde bir iddiayı barındırır" dedi.
DUVAR - Ehmedê Xanî’nin 'Mem û Zîn' mesnevisinin yazımı üzerinden 3 asır geçti. 'Mem û Zîn' kadar Kürt kültürü ve tarihi üzerinde, ‘ulusal bir alegori’ olarak tesir yapan ikinci bir metin bulmak zor.
Mesnevi, kaynağını ünlü bir folklorik destandan, Memê Alan lejandından alıyor. Köken itibariyle epik bir konuyu Xanî lirik bir aşk hikayesini işlemek için kullanmış. Fakat mesnevi bilhassa 20. yüzyılda Kürt milliyetçiliğinin bir manifestosu hüviyetine bürünmüş. Mesela Celâdet Ali Bedirhan 1933’te Mustafa Kemal Atatürk'e yazdığı mektupta Kürt sorununun, bu mesnevinin yazılmasıyla birlikte başladığını söylüyor. Kürt tarihçi Cemal Nebez ise iki aşığın arasına giren Beko’yu, Kürtler arasındaki bölünmüşlüğün sembolü olarak değerlendiriyor.
Çözüm süreciyle birlikte Kürtçe metinlere, özellikle 'Mem û Zîn’e talep artınca 2010’da mesneviyi Kültür Bakanlığı bastı. Kültür Bakanlığı’nın edisyonunun ciddi tartışmalara kapı açtığını hatırlayalım.
Şimdi ise elimizde Mardin Artuklu Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün yeni bir çevirisi var. Öztürk’ün 'Mem û Zîn’i ilk kez klasik bağlamın korunduğu iddiasıyla yayımlandı. Öztürk'e göre Türkçeye 10’dan fazla çevirisinin olduğu 'Mem û Zîn', bu kez kendi geleneğinin içinden okurla buluşuyor.
Mustafa Öztürk ile 'Mem û Zîn' çevirisini konuştuk.
Kültür Bakanlığı’nın edisyonu da dahil, 10’dan fazla 'Mem û Zîn' çevirisi olduğu halde, yeni bir çeviriyi kamuoyuna sunmayı neden tercih ettiniz? Sizin çevirinizi diğerlerinden özgün veya farklı kılan özellikler nelerdir?
Bildiğiniz gibi Ehmedê Xanî’nin 1694 yılında tamamladığı 'Mem û Zîn' eseri bir mesnevidir ve mesnevi, klasik edebiyat kültürüne dahil bir nazım türüdür. Buna bağlı olarak klasik bir eserin yine klasik bir anlayışla tercüme edilmesi gerektiği düşüncesindeyim. Osmanlı döneminden günümüze yaklaştıkça yapılan çevirilerin bu hassasiyeti pek gütmediği gözlemleniyor. Burada kastettiğim şey, çeviride tercih edilen söz dağarcığı. Mesela böyle bir metnin çevirisinde öz Türkçe kelimelere pek yer vermemelisiniz. Batı dillerinden Türkçeye geçen kelimeleri ise asla kullanmamalısınız. Xanî’nin kullandığı Arapça ve Farsça orijinli kelimeler, eğer Türkçede de varsa ve ortalama entelektüel bir Türkçe okurunun bilebileceği kelimelerse bunları aynen alıp kullanmak gerekir. Mesela Xanî "imkan" kelimesini kullanmışsa ben bunu "olanak" diye çevirmeyi anlamlı görmem. "İmkan" kelimesi zaten Arap, Fars, Kürt ve Türk bütün milletlerin dilindeki ortak bir kelime. Eserin orijinalinde de varsa, bu kelimeyi neden "olanak" diye çevirelim ki?
Çeviriyi özgün kılma çabalarımdan bir diğeri de, Xanî’nin mısralarındaki cümle yapılarını mümkün olduğunca korumaya çalışmam. Örneğin cümle bir yargı, emir veya dilek cümlesiyse, mümkünse bu yapıyı korumaya özen gösterdim. Öte yandan asıl metinde her mısra 10 heceden oluşuyor. Ben de mısraları istisnasız bir şekilde 11 heceyle çevirdim. Bu rakam, bugüne kadar yapılan modern çeviriler içinde aslına en yakın olan sayı. Biri çıksa orijinalindeki gibi 10 heceyle çevirse, daha da anlamlı olacak.
Bütün bunları ifade ederken, yani çevirinin nasıl olması gerektiğini söylerken benden öncekilerin bunları yapmadığını veya eksik bıraktığını söylemeye çalışıyorum. Bana göre, 'Mem û Zîn'in en iyi çevirisinin bu şekilde yapılması gerekiyordu. Zaten bir düzine çeviri yapılmışken kalkıp üzerine bir çeviri daha yapmak bir iddiayı da beraberinde getiriyor. Öncekilerde ya bir eksiklik olduğunu düşünüyorsunuzdur veya ben daha iyisini yaparım iddiasını taşıyorsunuzdur.
Benim çevirimin iddiası bu ikisinin ortalaması aslında. Önceki çevirilere baktığımızda birkaç tanesinin Kürtçeden değil, başka dillerden Türkçeye çevrildiğini görürüz. Fransızcadan, Azericeden, Farsçadan ve hatta Türkçeden Türkçeye çevrilmiş olanlar var. Bunların sağlıklı birer çeviri olduğunu savunmak mümkün değil. Çeviri olarak kabul edilen bir kısım çalışmanın da tam anlamıyla çeviri olmadığını görürüz. Eserde ya tahrifat ve sansür yapılmış veya eksiltme ve yorumlara gidilmiş. Ahmed Fâik’in 1730 yılında Osmanlı Türkçesine tercüme ettiği 'Mem û Zîn' tercümesi, ilk Türkçe çeviri olarak kabul görmektedir. Mesnevi formatındaki çalışma, tercüme olmaktan çok, telif eser özelliği taşır. Sırrı Dadaşbilge, bu tercümeyi bir incelemeyle beraber 1969’da sadeleştirilmiş haliyle birlikte yayınlar (Matbaa Teknisyenleri Basımevi). Fakat Dadaşbilge, Ahmed Fâik’in bu eserini eksik bir el yazması nüshadan okuduğu için birçok eksikle beraber yayınlamış.
Nazmî mahlaslı Âşık-ı Sipkî’nin veya başka bir isimle Âşık Osman Efendi’nin gerçekleştirdiği tercüme, şu ana kadar tespit edilenler içerisindeki en eski ikinci Türkçe tercüme. Eserin tespit edilen en eski yazma nüshası olan Tahran nüshası, 1856 tarihlidir. Nazmî’nin bu çevirisi, bazı akademik çalışmalarda Ahmed Fâik’e ait ikinci bir tercüme çalışması olarak ifade edilmişse de esere ait Aleksandre Jaba ve Tahran nüshalarının ortaya çıkmasıyla, bunun Ahmed Fâik’e ait ikinci tercüme değil, Nazmî mahlaslı şaire ait olduğu kesinlik kazanmıştır. 1923 beyitten oluşan bu çeviri Lis Yayınları’ndan 'Reyâhin-i Aşk' adıyla 2017’de benim imzamla yayınlandı.
Kesin tarihi tespit edilemese de Akif-i Vanî’nin eksik kalmış 'Mem û Zîn' tercümesi de ilk çevirilerden biri sayılır. Aleksandre Jaba Kürtçe El Yazmaları Koleksiyonu’nda bir el yazması nüshası bulunan bu çevirinin 21 bentten ve 939 beyitten oluştuğu görülmektedir. Aleksandre Jaba’nın nüsha üzerinde bizzat verdiği bilgilere göre, eseri çeviren Akif-i Vanî, çevirisini tamamlayamadan vefat etmiş. Divan edebiyatı usul ve esaslarına göre yapılan bu Türkçe tercümede de 'Mem û Zîn' ile aynı vezin kullanılmıştır.
Eser, Osmanlı döneminde 1906’da Abdülaziz Halis (Çıkıntaş) tarafından da tercüme edilmiştir; fakat çeviriyi bitirmeden vefat etmesi üzerine bu tercümeyi Zülfikar Fethi tamamlar. Zülfikar Fethi, eserin Kürtçe aslında 2657 beyit bulunmasına rağmen, metne müdahalelerde bulunarak beyit sayısını 3 bin civarına çıkarır. Buna da tam bir çeviri dememiz mümkün değil.
Osmanlı sonrası en ciddi Türkçe çevirilerden birini M. Emin Bozarslan gerçekleştirmiş. Belli yerleri sansürlenerek gerçekleştirilen bu çeviri, ilk defa 1968 yılında Gün Yayınları tarafından basılır. Daha sonra bilahare sansürsüz tam hali de yayınlanır.
Çözüm Süreci’ni hep birlikte idrak ettiğimiz süreçte, Kürt klasiklerine karşı bir ilginin oluşmasıyla beraber 'Mem û Zîn', Kültür Bakanlığı tarafından çevrilerek basılır. 2010’da Namık Açıkgöz’ün imzasıyla Kültür Bakanlığı’ndan çıkan bu çeviriyi Kadri Yıldırım (Avesta Yay., 2010), Mehmet Kaplan (Nûbihar Yay., 2014), İbrahim Sunkur (Sitav Yay., 2015), Selim Temo (Everest Yay., 2016) ve Eyüp Seyrek (Erasmus Yay., 2017)’in çevirileri takip eder.
Selim Temo, kendisinden önceki çevirileri değerlendirirken Kültür Bakanlığı çevirisinin "Kürtçe bilmeyen birisi" tarafından yapıldığını söyleyerek bu çeviriyi eleştirir. Aynı çeviriyi Kadri Yıldırım da "yanlışlıklarla dolu" olduğu gerekçesiyle eleştirir. Yıldırım’ın çevirisi de Temo tarafından, özellikle modern bazı kelimeler kullanıldığı gerekçesiyle eleştiri oklarına hedef olur. Selim Temo’nun daha çok edebî bir kaygıyla gerçekleştirdiği çalışma, ciddi bir çeviri; fakat Temo’nun klasik edebiyat kültürünün yanı sıra tasavvuf terminolojisine pek hakim olmaması çeviride yer yer boşlukların ortaya çıkmasına neden olmuş. Özellikle mazmun ve mefhumların söz konusu olduğu beyitlerde bu eksiklik kendisini fazlasıyla hissettiriyor. Yıldırım ve Temo’nun çevirilerinin, eksikliklerine rağmen katkı sağlayıcı olduğunu söyleyebilirim. Benim yaptığım çevirinin de temel iddiası hem edebi zevki ötelememiş olması hem de eserdeki klasik kültür ruhunu yansıtmış olması.
'MEM Û ZÎN, MİLLİYETÇİ ÇEVRELERCE, 'KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİNİN ÂMENTÜSÜ' GİBİ ALGILANIR'
'Mem û Zîn' konusunda zengin bir yorumlama geleneğine sahibiz. Ehmedê Xanî metni 1694’te tamamlamıştı. Dolayısıyla henüz modernizmin esamesinin okunmadığı bir tarih bu. Fakat Xanî’nin milliyetçi bir metin kaleme aldığı, mesela Kürt milliyetçiliğinin ön metinlerinden birini yazdığı iddia ediliyor. Millet kavramının olmadığı bir devirde Xanî hakikaten milliyetçi bir projeyi epey yaygın folklorik bir anlatıyla, yani Memê Alan hikayesi yoluyla işlemiş olabilir mi?
Sondan başlayayım. Ehmedê Xanî, birbirine aşık iki gencin aşk hikayesini işlediği 'Mem û Zîn’i, halk arasında yüzyıllar boyunca sözlü kültür geleneği çerçevesinde aktarılan Memê Alan isimli halk destanından esinlenerek kaleme almıştır. Xanî, mitolojik öğeler de barındıran bu destandan ilham alarak, onu yaşadığı çağın bakış açısına ve edebi geleneklerine göre yeniden yorumlayarak yazıya aktarmıştır. Xanî bu yönüyle bir derleyici olarak da değerlendirilebilir. 'Mem û Zin’in çeşitli yerlerinde, mesnevideki hikayenin bir anlatıcı (bu bir dengbêj veya çîrokbêj olabilir) tarafından kendisine anlatıldığını ortaya koyan birçok beyit ve ipucuna rastlamak mümkündür.
Diğer sorunuza gelince… Ehmedê Xanî, oldum olası milliyetçi çevrelerce, "Kürt milliyetçiliğin babası/öncüsü", 'Mem û Zîn' de "Kürt milliyetçiliğinin âmentüsü" gibi algılanır. Metinde bunu haklı çıkaracak söylemler yok değil. Mesela Xanî, mesnevinin 5. bölümünde Kürt aşiretlerinin cesaret, hamiyet, cömertlik ve gayretlerinden övgüyle bahsederken, kara bahtlı ve talihsiz oluşlarını da tasvir eder. Bu bölümde Kürtlerin; cesur, cömert ve övgüye layık pek çok haslete sahip olmalarına rağmen kıymetlerinin hiçbir zaman bilinmediğini, içlerinden kendilerini toparlayacak öncü bir kişiliğin bir türlü çıkmadığını, devletsiz oldukları için revaç bulmadıklarını ve diğer milletlerin boyunduruğu altında tarumar olduklarını veciz bir şekilde dizelere döker. Öte yandan 6. bölümde de eserini Kürtçe ile yazmadaki ısrarının nedenlerinden söz eder. Kürtçe; Arapça, Farsça ve Türkçeye nazaran, edebi sahada çok fazla işlenmemiş olmasına rağmen yine de Kürtçe ile yazmakta ısrar eder. Bunun sebebini İbni Haldun’un asabiyet fikrine atıfta bulunarak açıklar:
Yetkin ve ehil olmaktan değil ki
Aşîret asabiyetinden belki
Şu beyitte de saf şarap gibi olan diğer dilleri değil, tortu gibi olan Kürtçeyi tercih ettiğini söyler:
Tortu içti, bırakıp sâf olanı
İnci gibi olan Kürt lisânını
Xanî’nin Kürtçe ile yazmaktaki ısrarının sebebini ortaya koyan şu beyti ise onun bütün çabasını özetler niteliktedir:
Ta ki âlem demesin, Kürt milleti
Asılsız, köksüz; bilmez marifeti
Xanî’nin Kürtler ve Kürtçe hakkında özetlediğim bu bakış açısı, onun mensubu olduğu kavim ile ilgili ileri derecede bir bilince ve dahası sahiplenme duygusuna sahip olduğunu gösterir. Fakat Xanî’nin bu söylemlerini, eserin yazıldığı dönemin ruhunu dikkate almadan yorumlamaya kalkarsak bazı yanılgılara kapı aralayabiliriz. Xanî, 'Mem û Zîn’i 17. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin hakimiyet alanındaki bir coğrafyada kaleme almıştır. Bu coğrafya, şairin yaşadığı dönemde, Osmanlı-İran arasındaki çok çekişmeli hakimiyet mücadelesinin gerçekleştiği bir alandır. Bu devletlerin birbiriyle komşu olduğu sınır hattının her iki tarafında Kürtlerin yoğun bir nüfusa sahip olmaları ve tabi oldukları devletlerin saflarında birbirleriyle karşı karşıya gelmek zorunda olmaları, Kürtler açısından işleri daha da zorlu hale getirmekteydi. Bu durumun getirdiği bireysel ve toplumsal sıkıntılar, kendi çağının bir münevveri olarak Xanî’nin iç dünyasını epeyce meşgul etmiştir. Bundan dolayı Xanî, 'Mem û Zîn’de Kürtlerin içine sürüklendiği politik açmazları ve arada kalmışlığın doğurduğu toplumsal bölünmeyi vurgulayan çarpıcı görüşlere yüreği yanarak yer vermiştir.
Kürtlük konusundaki bu şuuruna rağmen Xanî’yi, belli kesimlerin dile getirmekten çok hoşlandıkları biçimde "katıksız bir Kürt milliyetçisi" olarak tanımlamak o günün realitesiyle pek bağdaşmaz bana göre. Hele hele ondaki kavmiyet tarafgirliğini, günümüz modern terminolojisiyle karşılamak ve bunu o kavramların içine sıkıştırmak daha büyük bir yanılgı olacaktır. Bunu, günümüzün modern milliyetçi bakış açısının 1789 Fransız İhtilali’nden sonra kavramsallaşıp dünyaya yayıldığını ve bunun da biraz zaman aldığını dikkate alarak söylüyorum. Kaldı ki Xanî’nin kavmiyet/milliyet şuuru gayet sade ve masumanedir. O, bu konuya daha çok kimlik ve aidiyet düşüncesini önceleyen İbni Haldun’un "asabiyet teorisi" çerçevesinde yaklaşmıştır. Düşünün, Kürtler açısından o yüzyıl tam bir kaos ortamıdır. Birbiriyle kıyasıya çarpışan iki büyük devletin en ön saflarında Kürtler var ve birbirlerine kılıç çekiyorlar. Üstelik kimseye yaranamıyorlar. Xanî’nin canı acıyarak dile getirdiği şey budur. Ben buna, günümüz paradigmasında milliyetçilik olarak bakamıyorum.
'ÜÇ ASIR ÖNCESİNİN KÜRTÇESİNE VAKIF OLMAK GEREKİYORDU'
Uzmanlık alanınız klasik edebiyat. Xanî’nin 'Mem û Zîn' adlı mesnevisi de klasik edebiyatın zengin bir örneği. Uzun zamandır bu çeviri üstünde çalışıyorsunuz. Bu çeviriye başlarken, bugüne kadar yapılan çevirilerdeki problemleri de dikkate aldığınızda, kendinizi ne kadar ehil görüyordunuz?
Doktora da dahil, eğitimimi klasik Türk edebiyatı alanında yaptım. Doktorayı tamamladıktan sonra Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Kürdoloji alanında hocalığa başladım. İzleyen süreçte doçentlik derecesini Kürdoloji’den aldım. Hem Türk edebiyatı hem Kürt edebiyatında çalışmanın etkisiyle bu iki alana da aidiyet duygusu taşımanın bana çok büyük katkıları oldu. 'Mem û Zîn' çevirisi özelinde değerlendirecek olursam; böyle bir metni çevirmek için öncelikle modern Kürtçeden çok, tabir yerindeyse "Kürtçenin Osmanlıcası" olarak ifade edebileceğim üç asır öncesinin Kürtçesine vakıf olmak gerekiyordu. Bu da tedavülden kalkmış yığınla Arapça, Farsça, Kürtçe kelime ve terim demek. Bunun yanı sıra bir klasik edebiyat metni olan 'Mem û Zîn’i hakkıyla anlamak için çok katmanlı zengin bir anlam dünyasına sahip pek çok klasik mazmun ve mefhumu bilmek, bunları anlamak gerekiyor. Bunun yanında, pek dikkat çekilmese de, aynı zamanda tasavvufi bir metin olan 'Mem û Zîn’i zihinde hakkıyla oturtabilmek için hatırı sayılır bir tasavvuf bilgisine sahip olmak lazım. Ben her iki alanın da akademik mutfağında çalıştığım, eser verdiğim için bu çeviriye başlarken avantajlı durumdaydım. En azından ben öyle kabul ediyorum.
'Mem û Zîn’i Kürtçeden Türkçeye çevirirken nasıl bir süreç takip ettiniz? Karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
Daha önce birçok çevirisi yapılmış 'Mem û Zîn' gibi kült bir eserin yeni bir çevirisine kalkışmak, kendi içinde bir iddiayı barındırır. Eğer daha iyisini veya daha farklı özelliği olan bir çevirisini yapmayacaksanız ne diye aynı şeyleri tekrar edeceksiniz. Benim bu çeviride yapmaya çalıştığım şey, hem edebi kaygıyı gözetmek hem de eseri, asli ruhundan fazla bir şey kaybettirmeden klasik bir anlayışla çevirmekti. Çeviride bu iki kaygıyı bir arada gözetmenin ürettiği baskı, çeviriyi yaparken hem bir motivasyon kaynağı hem de ciddi bir zorluktu. Bunu ne kadar başardığımı taktir etmek bana düşmez elbette.
'Mem û Zîn’in yeni bir çevirisine girişirken, niteliği ne olursa olsun, önceki çevirileri de dikkatle incelemek, bilimsel hassasiyetin yanında, rasyonel davranmanın da gereğiydi. Bu şekilde hareket etmek; önceki çevirilerin doğrularını sürdürmek, yanlışlarını tekrarlamamak veya çelişkili noktalarda daha dikkatli davranmak adına ciddi bir imkân sağlıyordu. Önceki çevirilerin birikiminden faydalanmak yerine, onların yanlışlarını bulup ortalığa dökmek, Xanî’nin 'Mem û Zîn’de ortaya koyduğu hikmet ve nasihatlerin idrak edilmediği anlamına gelecekti. Nitekim Xanî, onca kötülüklerine rağmen Bekir’i, o iki büyük âşık Mem ve Zin ile birlikte cennete dâhil eder. Eğer Bekir olmasaydı, Mem ile Zîn’in aşkı böyle bir olgunluğa ve yüceliğe erişemeyecekti.
Manzum bir metinde aranan ahenk ve estetik gibi edebi öğelerin bütün örneklerini içeren 'Mem û Zîn’in yapılacak bir çevirisinin şiir tarzında olması kaçınılmazdı. Bu düşünceden hareketle hazırladığım manzum çevirinin, şiire aşina olan başka dimağlarca da görülmesi, değerlendirilmesi, yani eleştiri süzgecinden geçmesi önemliydi. Bu nedenle çeviriyi tamamladıktan sonra pek çok kişiye hazırladığım çeviriyi göstererek eleştiri ve önerilerini dikkate aldım. Bu, inanılmaz bir katkıydı, katkısı olan bütün eşe dosta minnettarım.
En büyük zorluğu, daha doğrusu hayal kırıklığını çeviriyi yayınlama aşamasında yaşadım. Bu çeviriyi aslında İş Bankası Yayınları’nın talebi üzerine hazırlamıştım. İlk sözleşmemizi 2015’te imzaladık fakat bazı aksaklıklar yaşanınca sözleşmeyi bir iki defa daha yeniledik. Bu süreçte de 'Mem û Zin' gibi bir metnin İş Bankası Yayınları’nın politikalarıyla uyuşup uyuşmadığını, son anda bir sıkıntı çıkmaması adına ilgili editöre birkaç defa ifade ettim. Hiçbir sıkıntı olmayacağını bu çeviriyi yayınlamak istediklerini söyledi. Fakat ben çeviriyi bitirip teslim ettikten sonra çeviride "Kürdistan" gibi kelimelerin geçtiğini ve çeviriyi yayınlayamayacaklarını söyledi. Resmi bir sözleşmemiz olmasına rağmen yayınlamadılar. Eseri hangi gerekçelerle yayınlamayacaklarını belirten yazılı bir şey de vermediler, tamamen şifahi. Sonuç itibariyle Çınaraltı Yayınları hiçbir komplekse girmeden emeğime sahip çıkarak çeviriyi bastı. Bu hususta beni üzen husus, eseri sipariş eden yayınevinin böyle bir gerekçeyle caymış olması. Bu durum, güzel ülkemiz adına kat edilecek daha çok mesafenin olduğunu gösterdi bana. 300 yıl önce kullanılmış ve siyasi hiçbir bağlam taşımayan bir kavramdan sakınca devşirmek memleketin huzuru açısından gerçekten kaygı verici.
'BÜTÜN DÜNYA EDEBİYATININ ÖNEMLİ BİR KLASİĞİ'
Son bir soru ve kısa bir cevap: Okur 'Mem û Zîn’i neden okuma programına almalı?
'Mem û Zîn', verdiği edebi haz, sahip olduğu içerik ve teknik özellikler bakımından rüştünü ispatlamış bir şaheser. Bu yüzdendir ki dünyanın yirmiden fazla diline çevrilmiş bugüne kadar. 'Mem û Zîn', bu yönüyle artık sadece Kürt edebiyatının değil, bütün dünya edebiyatının önemli bir edebiyat klasiğidir. Bu çerçeveden değerlendirecek olursam, bir okur 'Leyla ile Mecnun’u, 'Ferhad ile Şirin’i, 'Romeo ve Juliet’i okuma programına hangi nedenle alıyorsa 'Mem û Zin’i de benzer nedenle okuma programına almalı bence.