Müteahhit, güzellik furyası, Tomris Uyar
Tomris Uyar vaktiyle öyle tespitler yapmış ki, o günlerden bugünlerin ucunu sıkı sıkı tutmuş. 1978 yılında kutu oyunlarının toplumsal değer ölçüleriyle taban tabana zıt düştüğünü söylüyor. Hapse giren bir müteahhitin elli lira gibi gülünç bir ceza ödeyerek, iki el oynamayarak ya da şans kâğıdının gelmesini bekleyerek hapisten çıkabildiğinin altını çiziyor. Yahut 1980’lerde egemen olmaya başlayan güzellik ve sağlık furyasını can alıcı bir yerden tartışıyor. “Yeni ırkçılık” olur mu?
Bir yazarın yazı mesaisinde süreli yayınlara vakit ayırması kuşkusuz müthiş bir emek ve kıvrak zekâ. Tomris Uyar, bunu mükemmelen yapmış yazarlardan. Öykülerini, denemelerini, dergi yazılarını, söyleşilerini birbirini besleyecek şekilde yazın hayatına yayabilmiş. Elele dergisindeki toplumsal yaşama yakından baktığı yazılarının ya da gündökümlerinin öykülerini beslemediğini kim iddia edebilir.
Uyar’ınki, eline büyüteci alıp günü didikleyerek aktüalite peşinde koşan yazarın zoraki çabası da değil üstelik. Onun gündelik hayata teyellediği yazılarının doğalında “güncel” her zaman omurgada yer alıyor. Onun yazma isteğinin özünde yer alan güncellik onun yazını için bir rüzgâr adeta.
Tomris Uyar toplumsal ve sosyal hayat eleştirisinin ön planda olduğu Elele yazılarında konuların üzerine bir sosyolog gibi eğilirken, onları bir edebiyatçı gibi detaylandırır. Uyar, içeriği kadın/aile/ebeveynlik/cinsellik olan Elele’de dokuz yıl boyunca 96 yazı yazmış, 13 söyleşi yapmış.
1976’dan 1985’e dek süren bu yazılar* bugünkü Türkiye’nin sosyal hayatında yaşadığı değişimin, değerlerin yitirilişinin başlangıcını açıkça gösteriyor.
Sosyal hayatımızdaki değişim onu her zaman yakından ilgilendirmiş. Öyle tespitler yapmış ki, o günlerden bugünlerin ucunu sıkı sıkı tutmuş. Örneğin 1978’de yazdığı “Oyuncakların Dünyası” adlı yazıda çağın oyuncakları üzerinden savruk tüketimin ve şiddet tutkunluğunun çocuğun dünyasına usulca sokulmasına dikkat çekiyor. Kutu oyunları üzerine yaptığı yorum ise çarpıcı: “Çocukta ‘serbest girişimcilik’ özlemi uyandırmaktan yola çıkan ona daha küçük yaştan yatırım ve yüzde hesabını, kâr zarar bilincini aşılamaya çalışan oyunlar çoğu kere toplumsal değer ölçüleriyle taban tabana zıt düşüyor. Ya özellikle öyle istenildiğinden ya da yabancı dilden çarçabuk, yalan yanlış yapılan çeviriler yüzünden. Ama sonuç aynı. Bir örnek vereyim: Hapse düşen bir müteahhit elli lira gibi gülünç bir ceza ödeyerek, iki el oynamayarak ya da şans kâğıdının gelmesini bekleyerek hapisten çıkabiliyor.”
Bir başka yazısında yeni bir alışkanlıktan, bütçesini ayarlayabilen kentli ebeveynin çocuğunu götürdüğü, paralı, açık büfeli etkinliklerden bahsediyor. Tıka basa yenen yemekler, dağıtılan renk renk şekerler, renkli televizyonlarda oynatılan filmler, oyuncak firmalarının reklamını yapan kuklalar, vantriloklar... Belli bir sınıfın çocuklarının katılabildiği, sosyal hayata hızla yerleşen bu yeniliği yorumlarken Tomris Uyarlığını da göstermeyi ihmal etmiyor. Fondaki hüzünlü tabloyu şöyle ifade ediyor: “Son yıllarda toplumumuzda çok genç yaşta evlenen delikanlılarla genç kızların sayısında müthiş bir artma var. Aslında çağdaş ailenin mutluluğunu pekiştirme adına düzenlenen çocuklar günü, bizde, yanlış seçme yapmış mutsuz, acemi ana babaların bir Pazar saat 12.00’den saat 16.00’ya kadar unutmalarını sağlıyor.” Yanlış seçimlerin, benimsenmeyen hayatların ağırlığını elbette Tomris Uyar sezinleyecekti.
Tomris Uyar, toplumun ilgisini çeken popülerleşmiş gündem konularına da eğiliyor, bir edebiyatçı duyarlılığıyla elbette. 1980’lerde tüm dünyayla birlikte Türkiye’ye de egemen olmaya başlayan güzellik ve sağlık furyasını, “yeni ırkçılık” olur mu olmaz mı sorusu eşliğinde tartışıyor örneğin. Bu haklardan yoksun olanlar yok sayılabilirler mi, soruyor.
Bugünün de güncel meselesi olan teknolojik yeniliklerin hızla hayatımızda yer etmesini, onları kullanma biçimimizi ta o zamanlardan yorumluyor. Yenilikleri çok çabuk benimsememizin güzel bir ulusal özellik olduğunu ama onları değerler sistemine yerleştiremediğimizi söylüyor. Belli bir eğitim düzeyine gelmeyen kitlelerin gelişen teknolojiyi kendilerini eğitmek adına değil de kişisel doyuma ulaşmak, gösteriş için kullanacaklarını belirtiyor. “Televizyonda Flamingo Yolu’nu izlemeye bayılan bir aile, nasıl bir gün durup dururken Yurttaş Kane filmini merak etmeyecekse, videoda ‘oyun’ izlemeye alışmış bir ilkokul öğrencisi de Edison’un yaşamını ıskalayacaktır.” Popüler müzikler dinleyenlerin de günün birinde Bach ya da Itrî dinlemeyeceği tespitini yapıyor.
Çiğköfteden kültürsüz kentleşmeye, medeni kanunda yapılan değişiklikten mahkûm kadınlara, sonbahardan sevme biçimlerine dek uzanıyor konuları. Yazıları için sahaya inen, araştırma yapan bir Tomris Uyar var karşımızda. Farklı kesimlerden kadınların yaşamlarına bakarken kadınlar matinesine de gidiyor, Sağmalcılar Cezaevi’ne de…
Uyar’ın konuları arasında toplumsal adalet eşitsizliğine en çok maruz kalan çocuklar ile gençler ağırlıkta. Günlük yaşamda çocuklara, gençlere değen hemen her şey ilgilendirmiş onu. Yazıların kimi başlı başına onlara ayrılmış kimi onlara bağlanıyor. Mesela çalkantılı 1979 yılında çocuk olmanın ne anlama geldiğini, bu yılın çocuğunu tahayyül ederek, ettirerek anlatıyor. Okurunu bir yazılık süre boyunca çocuk olmaya çağırıp koşullara değiniyor. Hava henüz aydınlanmadan hatta kimi zaman ay daha gökyüzündeyken okul yoluna düşen yorgun çocuklardan, otobüslerde gazetelerdeki soygun, kıtlık ve gençlerin ölüm haberlerini okuyan asık yüzlü, bezgin yetişkinlerden, o gün sınıflarının basılıp basılmayacağını bilmeyen öğrencilerden, iki yakasını bir araya getiremeyen hanelerden bahsediyor. Bugün iyice derinleşmiş ve artık kanıksanmış bir konuyu tespit ediyor. “Bizler ve bizden önceki kuşaklar, mutlu ya da mutsuz çocukluklar geçirmiş olabiliriz. Ama hiç değilse bir çocukluğu yaşadık. Bir gece toplantısında büyüklerin usul konuşmaları arasında, mırıltılara kulak vererek, annemizin kucağına şöyle bir yaslanıp uyumanın tadını bildik. Kendimizi düşmanlarla çevrili bir şiddet dünyasında böylesine çaresiz, böylesine zavallı bulmadık. Bizim çocuklarımız, hastalıklı bir toplumda yaşıyorlar...”
Şu an, yabancılaşmanın iyice arttığı bu çağdan baktığımızda, dünün ve bugünün sorunlarının ortaklığı sebebiyle Tomris Uyar’ın Elele yazılarının nesilleri birbirine yaklaştıran bir yanı olduğunu söyleyebiliriz. Farklı nesillerin aynı sorunlarda, ortak acılarda birleştiği bir yan bu.
Bitirirken, Tomris Uyar’ın “Tarabya, Eskiden” adını taşıyan ve çocukluğunun Tarabya’sını anlattığı yazısından bugüne bir ayna tutayım. Bu etkileyici metninde Madam Kristin ve iki kız kardeşinin oturduğu ahşap yalıdan bahseder. Kimseyle görüşmeyen bu kız kardeşlerin hakkında çıkan sayısız söylenti vardır. Madam’ın kız kardeşlerini bir odada kilitli tuttuğu, bakkala borçlarını ödemedikleri, kasabın, çırağını onların evine yollamaktan çekindiği ve üçünün de akıl dengesinde bir bozukluk olduğu konuşulur. Bir defasında Madam, Tomris Uyar’ı eve çağırır. Uyar çocuk merakıyla gittiği evi yıllar sonra anlatırken “En ucuz şeylerle en pahalılarının yan yana duruşu, ailenin kaçınılmaz bir çöküşle sona ereceğinin belirtisiydi,” der.
En ucuz şeylerle en pahalıların yan yana durması... Bu tanımla bizlere de yaşadığımız bu çağ, bu ülkeyle ilgili ne çok şey anlatıyor.
*Elele dergisindeki yazılar ve söyleşiler Handan İnci’nin emekleriyle bir araya getirilmiş, hazırlanmış ve 2022 yılında Aşkın Yıpranma Payı adıyla Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanmıştı.