Mutfak muhalefeti gözünü kararttı: Kebapçılar birleşin!
Haydi bakalım, mutfak savunmasına! Mutfak muhalefeti muhalefetin en haysiyetlisidir. Nasıl bir dolduruşa gelmişsem, zalim Saray ve şürekasını, zalim Saray ve şövalyeleri olarak okudum evvela. N’oluyoruz deyip geri dönünce baktım ki yok o bildiğimiz şüreka... Şaka maka da değil, vatandaşın boğazından geçecek lokmayı savunmayıp ne yapacak muhalefet dediğin?
Hayat işte. Son altı yedi yılda neredeyse gün aşırı seçim yapmış olan akça pakçalar iktidarı şimdi de olası bir erken seçimin önünü kesmek için bu konudaki anayasal çerçeveye uygun olarak üçlü kilit sistemi kuracakmış. Kim veriyor bu haberi dersiniz? Tabii ki Abdülkadir Selvi. Şöyle söylüyor: “Zaten Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde erken seçim kararı almak kolay değil. Ya Meclis alacak ya da Cumhurbaşkanı. Her iki durumda da hem Meclis’in hem Cumhurbaşkanı’nın görev süresi kısalmış oluyor. Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı erken seçimden etkilenmiyordu. Böyle bir ikili kilit sistemi getirilmişti. Şimdi bir de seçim yasasının çıkarılmasının 2022 yılının başına kaydırılmasıyla birlikte, erken seçim söylentilerine karşı üçüncü kilit vurulmuş olacak. İktidar erken seçim beklentisinin önünü kesmek için bu yolu tercih ediyor.”
Aynen bunları söylüyor the Selviboylu. Başkanın ve sistemin bekası söz konusu olduğunda Anayasa’ya da güzelce uyulur. Seçimler işimize geldiğinde hiç böyle konuşmuyorduk filan demeden erken seçim ihtimali de ortadan kaldırılır.
Erken seçim yapıp durmanın bu iktidarın alameti farikası olduğu günlerden hatırladığım kadarıyla, birçok Anayasa Hukukçusu zaten düzenli aralıklarla böyle şeyler söyleyip duruyordu. Özellikle de Erdoğan’ın görev süresinin kısalacağını ve bunu tercih etmeyeceğini filan vurgulamışlardı. Bu yorumlara A Haber yorumcuları başta olmak üzere iktidara yakın “medyacılardan” “Heheyt!” diye bir cevap gelmekteydi. “Heheyt, yaparız olur!” Aslında şu anda Abdülkadir Selvi’nin sisteme üçüncü kilit geliyor derken pervasızca ilan ettiği de tam tersi bir durum gibi görünmesine rağmen aynı şey. “Yine yaparız, yine olur” diyorlar... Gerekirse Anayasa’ya da uyarız! Why not yani. Anayasa’ya uymalarının hesabını hangi “Çılgın terörist” soracak?
Terörist demişken, Osmaniye’de doğup büyümüş ve kebabın harman olduğu Adana’da ortaokul okumuş ittifak ortağı, işi, kebapçıları bile bölücülükle suçlamaya vardırdı. Bölücü kebapçılar! Yalnız bu Dr. Bağçalı giderayak çok espritüel oldu ya. Vallahi billahi. Arkadaş “Bölücü kebapçı” diye bir şey akıl ediyor. Tam deadpan mizahı. Suratta da deadpan bir ifade. Ölürsün... Sanırım isot midesine dokunuyor... Hasta ediyor. İttifak ortağını hasta etmek bölücülerden başka kimin işi olabilir? Ama gerçekten bu “Bölücü kebapçılar” tanımlaması siyaset tarihinde şiraze kaymasının zirvesine yerleşti. Unutmayacağız, unutturmayacağız!
Bölücü kebapçılar sizi! İsmail Saymaz da Kadri Gürsel’in Halk TV’deki programında Bahçeli’nin bölücü kebapçı derken kimleri kastettiğini, kendisini arayarak durumu açıklayan MHP’li bir iki isme referansla anlatmaya çalıştı. Artık neresiyse bilmiyorum ama bir zamanlar yapılmış bir açlık grevinde kebap yiyen HDP’lileri kastediyormuş Bahçeli. Allah iyiliğini versin İsmail gibi senin... Şaka bir yana, İsmail Saymaz bu sözlere ikna oldum demiyor ama Bahçeli’nin özel bir dili olduğunun da altını özene bezene çiziyor. Bilmez miyiz hiç, başımıza ne geldiyse o alengirli dilden geldi... Ayrıca o özel dil dümdüz “HDP’li bölücü kebapçılar” demiş olsaydı bir açıklama saçıklama filan da istenmezdi. İşte hata etmiş bir kere... Doğrudan başına HDP getirmeyince...
Bölücü kebapçılar suçlamasına karşılık, Sayın Kılıçdaroğlu’nun sözleri de bir ilginç gelmedi değil. “Gözümüzü kararttık, halkımızın mutfağını bu kış ne pahasına olursa olsun koruyacağız. Bu merhametsiz, zalim Saray ve şürekası, kendi yaşadıkları şaşaalı hayatı halkın sırtından finanse etmeye kararlı görünüyor. Biz de buna izin vermemeye kararlıyız. Haydi bakalım!” demiş... Haydi bakalım, mutfak savunmasına! Mutfak muhalefeti muhalefetin en haysiyetlisidir. Nasıl bir dolduruşa gelmişsem, zalim Saray ve şürekasını, zalim Saray ve şövalyeleri olarak okudum evvela. N’oluyoruz deyip geri dönünce baktım ki yok o bildiğimiz şüreka... Şaka maka da değil, vatandaşın boğazından geçecek lokmayı savunmayıp ne yapacak muhalefet dediğin? Ama işte o mutfak soyulup soğana çevrildi. Açlık intiharları diye bir şey yaşandı... Daha da gecikmeyin gayri.
Peki ya Meral Akşener ne yapmış? Grup toplantısında kürsüye kebapçı çıkarmış! Bunların hepsine ardı ardına bir komedi dizisinde yer versek bu kadarı da fazla diyen çıkabilir ama memleket siyaset sathına yayılınca her şey “normalleşiyor.” Hatta anlam kazanıyor. İyi yapmış tabii ki. Dünyanın bütün bölücüleri birleşin! Ay tabii ki kebapçı bölücülerden söz ediyorum annem. Yanlış anlamayın.
Olay yeme içmeye bağlanınca kesin Vedat Mi-lord da bir şeyler demiştir dedim. Bir dolandım ortamlarda. Vallahi yanılmamışım. Milord da kebap değerlendirme kriterlerini twitter’dan duyurmuş.
"Güncellemenin ardından kebap değerlendirme kriterlerim aşağıdadır:
- Zırhla mı çekilmiş?
- Kuyruk yağı var mı?
- İşletmeci bölücü mü?"
Tabii ki MHP’liler boş geçmemiş bu güncellemeyi. MHP Genel Başkanı Basın Danışmanı Yıldıray Çiçek cevabı yapıştırmış:
"Bugüne kadar "Ne şiş yansın, ne kebap" hayat yaşayan Vedat Milor için değerlendirme kriterim:
- Dinlediğini, okuduğunu anlıyor mu?
-Muhaliflere kuyruk yağı mı olmak mı istiyor?
- Kebap yanında aşırı alkol mü aldı?"
Araya alkolü de sıkıştırdılar mı iş bitti demektir... Bir dahaki bölücümüz “Sarhoş bölücü”. Allah’ım sen büyüksün...
Bugün güzel güzel Selahattin Demirtaş’ın son romanı Efsun’u yazacaktım size. Ama yani karşıma öyle şeyler çıktı ki günlerce evvel romanı okuduğumda ruhumu kaplayan hoş duyguları yel gibi alıp götürdü. O duyguları yeniden hatırlamam gerekiyor.
Kısacası Efsun sonraya kaldı... Bugün gündemde bölücü kebapçılar var. Yerim kalsa basket virtüözüne de değinecektim. “Kendisi” tam da şu an omzumun üzerinden yazdığım yazıya bakarak yine başına ne işler açacağımdan da endişeli bir biçimde, “Basket virtüözü diye bir şey yok!” diyerek mutfağa geçti. Basket virtüözü diye bir şey yokmuş... Metafor düşmanı...
Ama Abdülkadir Selvi ile başladık onunla bitirelim. Selvi’nin “Basket virtüözü başkan” konulu yazısı bu sene bütün ödülleri siler süpürür. Hangi dalda diye sormayın... “Mehter verme” dalında diyeyim ben size. Gençler yeri gelmişken söyleyeyim, “Ver mehteri!” lafı çok iyiydi be ya? Niye hemencecik kullanımdan düştünüz ki? Neyse konumuza dönelim, Abdülkadir the Selvican üçlü kilit yazısının devamında, cumhurbaşkanının insan sıcaklığını çeşitli karelerle kanıtlama girişiminden sonra, mehteri şöyle vermiş:
“Topu alamadığı zaman, “Pas verin bakalım” diye çıkışıyor. ”Alpay bana faul yaptı” diyecek kadar da sahici. Hamza Yerlikaya’yı, “Haydi Hamza, haydi Hamza” diye teşvik ediyor, basket topunu alınca bencil davranmayıp pas dağıtımı yapıyor. Attığı pası basket yapana, “Hele şükür” derken, attığı top potaya girmeyen Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu’na, “Ne yapıyorsun Mehmet ya?” diye çıkışırken tam bir kaptan refleksi gösteriyor. Maç sırasında, “Ver Serkan’a, ver Serkan’a” diye taktik veren, top rakip oyuncunun yüzüne çarpınca “Var mı bir şeyin?“ diye soracak kadar centilmen olan, potanın altına giren takım arkadaşına, “Yap sayını, yap sayını” diye seslenen tam bir basket oyuncusu vardı karşımızda. Maç bitince de “Mehmet ben kaç yaptım?” diye sormayı ihmal etmiyor, yani maç sırasında bir Cumhurbaşkanı değil, takım kaptanı havasında.”
Allah’ım sen büyüksün. Resmen uçuşa geçilmiş. Fakat sanırım bu toplara gelecek kimse de kalmadı... Bu da tesellimiz olsun.