Mutluluk ve yas: Mutluluğun babasına saygıyla
Ruut Veenhoven’i işindeki ciddiyeti, beni çalışma grubuna dahil edip aidiyet hissettirecek jestleri, özverisi, çalışkanlığı, serinkanlılığı, entelektüelliği ve esprili tavrıyla hatırlayacağım.
Bu yazıda ömrüm boyunca sanırım bir daha yaşamayacağım bir deneyimimi anlatacağım. Farklı bir ülkenin eşsiz bir bilim insanı hakkında. O mutluluk ekonomisinin ve sosyal psikolojideki mutluluk çalışmalarının öncülerinden biri. Hollanda’nın Rotterdam Erasmus Üniversitesi'nde kendisinin kurduğu Mutluluk Ekonomisi Araştırma Merkezi’ndeki ofisinde emekliliğinden sonra da kitaplarını ve makalelerini yazmayı sürdürmüş olan Prof. Dr. Ruut Veenhoven (1942-2024). Ruut Veenhoven 9 Aralık’ta vefat etti. Hayatının son yirmi gününde onunla yaşadıklarımız ve bu süreçte bana hatırlattıklarını dilim döndüğünce anlatacağım.
82 yaşındaydı ve o yaşta gördüğüm en çalışkan insandı. Son altı yılını kanser hastası (tedavisi olmayan multipl miyelom) olarak geçirdi. Kanser olmadan önce dört gün geldiği ofise kanser olduktan sonra üç gün de olsa gelmeye ve konferanslara katılmaya devam etti. Hem de ölene dek! Ben ise üzerinde epeydir çalıştığımız makalemizi gözden geçirmesi için ona bir süredir e-posta gönderiyordum ama her e-postama hızlıca dönüş yapan Ruut yanıt olarak “bir hafta sonra” ve “ileriki bir tarihte mutlaka bakacağım” şeklinde cevaplar veriyordu. Oysa onunla çalışanlar her zaman hızlıca geri bildirimde bulunduğunu bilir. Dolayısıyla sağlığının kötüye gittiğini hissetsem de yine de olumlu düşünmeye çalışarak “başka makaleler yazıyordur, yaşamının son zamanlarında geriye ne kadar bilgi bırakırsa o kadar mutlu olacak” diye düşündüm.
Onun hastalığına rağmen epey mutlu olduğunu da biliyordum. En son geçen yıl yüz yüze görüştüğümüzde “Mutluluğun 10 üzerinden kaç?” diye sordum. “10 üzerinden sekiz” dedi. Kanser olmadan önce dokuzmuş, “Bazen dokuz da olabiliyor” dedi. Ben ise o kanserle ilgili yaşadıklarını anlatırken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ve gözlerinin içine bakıp ses tonuna odaklanıyordum, en ufak bir titreme, duygusallık, bir değişim olacak mı diye ama olmadı. Tam bir bilim insanı tavrıyla bu kanser türünde bağışıklığının belli bir süre iyi gideceğini ve dördüncü evrede bağışıklığının aniden çökeceğini söyledi. “Muhtemelen bir iki yıl sonra” dedi. Mutluluk araştırması yaptığı için o araştırma sonuçlarında da bu kanser türüyle mücadele eden insanların genellikle mutluluk seviyesinin çok fazla değişmediğini ama kanserin dördüncü evresinde mutluluklarında hızlı bir azalış yaşadıklarını söylemişti. Şunu ekledi; örneğin Fransa'da yaşayanların ortalama mutluluk seviyesi Hollanda'daki kanser hastalarının mutluluk seviyesinden bile daha düşük. Dolayısıyla Hollanda pek de mutsuzluk barındırmıyordu. Sosyal psikoloji literatürüne ciddi katkı sağlayan Ruut Veenhoven, hayatında hiç psikoloğa gitmediğini söyledi, çünkü kendini hastayken de psikolojik olarak iyi hissediyormuş. Kendisinin mutluluk seviyesinin azalmayışını ise daha çok genetik nedenlere dayandırıyordu. Onun serinkanlı duruşunu gıpta ederek izledim. “Sen de kendine mutlu arkadaşlar bulmalısın” dedi. “Biz de böyle bir ülkede yaşıyor olsaydık bu kadar kaygısız ve psikolojik olarak sağlam olur muyduk?” diye düşündüm. Çevrenin ve yaşam koşullarının etkisi olduğu kadar genetikle de yakından ilişkili bu dayanıklılık hali.
O sıralarda bir meslektaşıyla telefon görüşmesi ise şöyle: (Meslektaşı aktarıyor) Ona işe trenle gittiğini, trenden indikten sonra asansörün bozuk olduğunu ve bu hastalığı nedeniyle merdivenden de çıkamadığını ama Hollanda’da ulaşımın ve sağlık hizmetlerinin ne kadar iyi olduğunu söylemiş. Bu aslında Ruut’un bir sorunla karşılaştığında (ona göre bu sorun değil) ne kadar iyimser ve ülkesinin bu kadar zamandır gelişimine minnet dolu olduğunu gösteriyor. Psikolojik dayanıklılığın kaynaklarından biri de hayatta karşılaştığı sorunlara karşı takındığı bu bakış açısı. Gerçi biz gün boyu o kadar olumsuz olaylara maruz kalarak yaşıyoruz ki psikolojik dayanıklılığımız gün geçtikçe bağışıklık kazanıyor. Çoğumuz gerçek bir Survivor yarışmasında gibiyiz ama yine de böyle bir sağlık durumuyla kıyaslamak doğru olmaz.
Kasım ayının bitmesine 10 gün kala Ruut’tan “Günlerim sayılı. Bu çalışmayı bitirmek için vaktin var mı?” diye sorduğu bir e-posta aldım. Okuduğumda çok üzüldüğümü hatırlıyorum ve “günler değildir o, daha fazla bir süredir” diye kendi kendime söylenerek yasın evrelerinden olan inkâr ve pazarlık aşamasına geçtim. “Çalışmayı bitirmek için vaktim var.” diye yanıtladım, çünkü vaktimin olmadığını söylersem bir ömür boyu içim rahat etmeyecekti. O an bu haberi aldığım için yıkılsam da elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağımı biliyordum. Daha sonra ötanazi tarihini 9 Aralık olarak belirlediğini söyledi. Geçen yıl basına verdiği röportajında ötanazi hakkını kullanacağını açıkladığı için ötanazi olacağını biliyordum. O röportajda yazılanları yakın bir zamanda ötanazi olacak diye algıladığımdan epey üzülmüş ve sormuştum neler olduğunu. “Bu Hollanda’da bir prosedür, bir yıl daha yaşarım, endişe etme” demişti. Gerçekten de tahmin ettiği gibi oldu.
Yaklaşık 20 günü kalmıştı. Ruut’a onu böyle bir zamanda yormak istemediğimi ve bitirmek üzere olduğumuz makalenin bundan sonrasını bana bırakmasını istediğimi söyledim. O ise bana makaleye bir şeyler yazmak için hâlâ enerjisinin olduğunu ve üzerine çalıştığımız konu hakkında yaklaşık 50 yıldır süren bilimsel tartışmaya son cümlelerini yazmasının harika olacağını söyledi. Müthiş bir yanıttı! İyi ki bu konuşmayı yapmışız. Yoksa onu yorduğumu düşünerek üzülecektim. Oysa şimdi hatırladıkça gülümsüyorum. Çünkü sağlığı yerindeyken de böyle büyük bir mutlulukla çalıştığını biliyorum. Hatta onun yanında benim de mutluluğum 10 üzerinden dokuz veya 10 oluyordu. Son günlerini yaşıyor olması onun mutluluk seviyesini değiştirmemişti. Makalemizi bitirmek için epey çaba sarf ettim. Çünkü eğer makalenin bittiğini görmese çok üzülecektim. Vedalaşma fırsatı yarattığı için hem şanslı hissediyor hem de ona minnet duyuyordum. Böyle bir vedalaşma insanda üzüntünün yanında tuhaf bir iç rahatlığı yaratıyor.
Bir söyleşisinde “Bu duruma ben de şaşırsam da ölümümün yakın olduğu düşüncesi bana huzur veriyor” dedi. İnsanların acı çekerek ölmesi beni hep çok üzmüştür, bu yüzden bir şekilde kendimi Ruut’un bu cümlesiyle avuttum. Bu süreçte etrafımdaki kişilerle de insanların kendi ölecekleri tarihi bildikleri durumda, kanserin son aşamasındaysa ve başka tedavi yöntemi kalmadıysa, ölmeyi beklemesinin mi yoksa yasal bir seçenek verilirse ölüm tarihini kendisinin belirlemesinin mi daha iyi olacağını tartıştım. Bu ise yas sürecindeki pazarlık aşaması ve depresyonun sağaltımı olsa gerek. Bunu konuşurken hem ağlıyor hem de makalemizi bitirmem gerektiğini düşünerek yıkıldığım yerden kalkıyordum. Cesaret etme gücü olan için Ruut’un aldığı gibi bir ötanazi kararı almak bana göre en mantıklı seçenek. Ruut mantıksal bir insandı. Hollanda’da yaşayıp belli şartlar oluştuğunda yasal bir seçenek olarak sunulursa ötanazi kararı vermek daha kolay olmalı.
Ruut bu kanser türünde ortalama yaşam süresi dört yıl iken altı yıl yaşadığı için kendini şanslı görüyordu. “Ben beklenenden fazla yaşadım” demişti bir keresinde. Yine bir iyimserlik ve psikolojik dayanıklılık örneği. Bu cümlelerini hatırlamak yasımın kabullenme aşamasıydı. Bilim dünyasından kendisi “Mutluluğun Babası” olarak da tanınırdı. Onunla vedalaşırken onun benim mutluluk babam olduğunu ve bu dünya için bir benzeri olmayan önemli bir bilim insanı olduğunu söyledim. O da bana bilimdeki kızı olduğumu söyledi ve makalemize beni onurlandıran bir not düşüp gönderdi. Çalışmamızı 6 Aralık’ta böylece tamamladık.
Bu süre boyunca onun benim için ne kadar değerli olduğunu, desteği için minnettar olduğumu, bilim dünyasına çalışmalarını miras olarak bıraktığını ve bu dünyaya yaptığı katkı için teşekkürlerimi ileterek vedalaştım. Kabullenmiştim artık. Onun akademik hayatı boyunca sürdürdüğü çalışmalarından biri olan, ülkelerin büyümeleri ve mutlulukları arasında olumlu bir ilişki olduğu yönündeki son çalışmasını birlikte yapmış olmaktan onur duydum.
Ruut vefatından birkaç gün önce onu tanıyan birkaç sevdiği insana yakında bu dünyadan ayrılacağını söyleyerek onlara özel veda e-postaları göndermişti. Bu veda e-postalarından biri o henüz vefat etmeden ortak bir e-posta grubunda paylaşıldı. Ondan sonra e-posta ve telefon yağmuruna tutulmuş olmalı. Bu paylaşılan e-postalardan biri, ona göre hayatta kalan öncü üç mutluluk profesöründen sonuncusu olan Robert Cummins’e bir vasiyetiyle ilgiliydi (Alanın diğer öncüleri Ed Diener ve Ruut Veenhoven’dır). Ruut 1990’ların sonunda kurduğu Dünya Mutluluk Veritabanı’nın kendisinin vefatından sonra paylaşılması ve faal olarak kullanılması için ona da -diğer yakınlarına bulunduğu gibi- vasiyette bulunmuştu.
Ruut, kanser hastalığının dördüncü aşamasında Hollanda yasalarınca izin verildiği için 9 Aralık’ta ötenazi hakkını kullandı.
10 Aralık’ta kendi e-postasından “9 Aralık’ta vefat ettim, mutlu bir hayat yaşadım, bunun bir kısmını sizinle geçirdim” yazan bir e-posta aldım. Bana kendisiyle çalıştığım için teşekkür edip kendisiyle çalışmamdan dolayı mutlu olduğunu belirtmişti. Bu e-postaya şaşırmadım, otomatik e-posta hazırlamış olmalıydı. Tam ondan beklenecek bir incelik. Bilgisini paylaşmada olduğu kadar şükranlarını bildirirken de cömertti. Kendisiyle çalışan kişilere özel olarak teşekkür e-postaları göndermişti. Anlayacağınız üzere ölüm tarihini planladığı gibi ölümünden sonrasını da planlamıştı. O e-postasından sonra yasın aşamalarından olan inkâr aşamasına tekrar geçtim. Sanki ölmemiş gibi geliyordu artık. Oysa “Sayılı günlerim kaldı” dediğinde ben yasa başlamıştım. Bir insanın ölmesi gerekmiyordu yas tutmak için, ölmeden önce de yas tutulabiliyordu. Yasın aşamaları; inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Bu yasın aşamalarını o vefat etmeden önce çok hızlı bir şekilde yaşadım. Herkesin yası parmak izi gibi birbirinden farklıdır ama her yas da birbirinden farklı. Ruut, vefatından bir gün sonra bize otomatik olarak e-postasında ve oğlunun Ruut’un sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlarında da Ruut’un ağzından “entelektüel mirası” olarak belirttiği Dünya Mutluluk Veritabanı’nın Rotterdam Erasmus Üniversitesi Kütüphanesi’ne devredildiğini açıklıyordu. Ayrıca bu veritabanının nasıl kullanılması ve geliştirilmesi gerektiği konusunda çok yakın bir zamanda yazdığı bir makaleyi de paylaşmıştı. Oğlu, son iki gününe kadar masasının başında çalışan babası Ruut Veenhoven ile bir fotoğrafını paylaştı. Babasının vefatından sonra onun sevenleri tarafından bu kadar dönüş olmasına sevindiğini ama kaybın verdiği üzüntünün de devam ettiğini belirtti.
Vefatından sonra da çalışmalarıyla yaşayacak olduğunu bildiğim için yasın pazarlık aşamasında bir süre kalacağımı düşünüyorum. Çünkü bir bilim insanının ardında 600 civarında eser bırakması ve çalışmalarının 40 bin atıf alması onun bilimsel yönden ölmeyeceğini gösterir.
Prof. Dr. Ruut Veenhoven’dan bazı alıntıları ve bundan iki yıl önce yine Duvar’da Türkiye’nin Mutluluğu üzerine yaptığımız söyleşiye buradan ulaşabilirsiniz.
“Seçme hakkınız olduğu durumda, hangi yaşam tarzının size uygun olduğunu deneme yanılma yoluyla bulun. Mutluluk, size uyan bir hayatı yaşama meselesidir ve hangi yaşam biçiminde kendimizi en iyi hissettiğimizi deneyimleyerek öğreniriz.”
“Bir ulustaki insanların ne kadar mutlu olduğunun en iyi belirleyicisi bürokrasinin kalitesidir.”
“Sosyoloji her şeyden önce sorunlarla ilgilenir. Bu, örneğin sosyolojik özetlerde 'memnuniyet' kelimesinin kullanımında ortaya çıkar; Özetlerin yüzde 41'inde bu kelime olumsuz bir durumu, yani memnuniyetsizliği belirtmek için kullanılırken, sadece yüzde 8'inde kelime olumlu bir durum için kullanılıyor.”
“Kıyamet habercileri modernleşmeyi artan sefaletle ilişkilendirir, ancak veriler mutluluk ile pozitif bir ilişki gösteriyor. Artık insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar uzun ve mutlu yaşıyoruz. Hem uzun ömürlülük hem de mutluluk hâlâ yükselişte.”
NOT: 6 Şubat depreminde bile nasıl olduğumu ve bir kaybımın olup olmadığını soran iyi yürekli bir meslektaşımdı. Onun danışmanlığında iki kez (doktora sırası ve sonrası) TÜBİTAK bursu kazansam ve ikisinde de çeşitli nedenlerle birlikte çalışamasak da bana çok şey öğretti. Onu; işindeki ciddiyeti, beni çalışma grubuna dahil edip aidiyet hissettirecek jestleri, özverisi, çalışkanlığı, serinkanlılığı, entelektüelliği ve esprili tavrıyla hatırlayacağım. Bana kendi bisikletini ödünç vererek üniversite bahçesinde bisiklet sürmeyi öğretmeye çabalaması (çabalaması diyorum çünkü ayaklarım pedala zorlukla yetişiyordu) ve bir sabah gülümseyerek “Bu sabah da kahveleri ben getirdim” deyip gösterdiği babacanlığı ise duygu dünyamda sıcacık bir his olarak kalacak. Mutlu bir hayatın nasıl yaşanabileceğini gösterdin. Senin gibi yeri doldurulamaz bir meslektaşı kaybetmek çok zor Profesör. Huzur içinde yat. Umarım cennetin en mutlu yerindesindir ve orada tekrar karşılaşırız.
* Doç. Dr.
(HABER MERKEZİ)