Müttefik kaybını fırsata çevirmek
Emekli amirallerin açıklamada aktardıkları rahatsızlığın iktidarın “yapısıyla” ilgisi yok. Aksine, onlar da iktidar gibi özgürlükleri, demokrasiyi, eşitliği sadece bol tuzaklı bir saha olarak görüyor.
Bir grup emekli amiralin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmalı hale getirilmesi ve bir amiralin “cübbe” giydiği iddialarına dair açıklaması üzerine koparılan kıyamet, yakın geleceğin küçük bir alameti olabilir. Mesele sadece iktidarın bunu yeni bir siyasi söylem için kullanacak olmasından ibaret değil. Esas mesele 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ortak çıkar etrafında oluşan ittifakın sarsılıyor olması. Belki de iktidarın esas öfkesi bundandır. Zira açıklamaya imza atan emekli askerlerin kahir ekseriyeti, iktidarın başta Doğu Akdeniz olmak üzere yürüttüğü dış politikayı zaten destekliyor.
Nasıl ki iktidar mensupları “bizi Anadolu’ya hapsetmek isteyen dış güçler” söylemi üzerinden Suriye’den Libya’ya, Şengal’den Afrin’e kadar geniş bir coğrafyaya yönelik askeri hamlelerin daimi kılınmasını istiyorsa, söz konusu emekli amirallerin de önemli bir kısmı aynı söylemle Batı’ya karşı “Mavi Vatan”da askeri faaliyetlerin genişletilmesi taraftarı.
Fakat hemen her hafta mensuplarının bir skandalı ortaya çıkan, söylemsel bütünlüğünü bile muhafaza edemeyen, derinleşen yoksulluk nedeniyle giderek daha fazla taban kaybeden ve bunu da telafi edecek neredeyse hiçbir yol bulamayan iktidar koalisyonu bir süredir kalabalıklar içinde yerde sürüklediği ipe birilerinin basmasını ve “sen misin ipime basan” diyerek fırtına koparmayı bekliyordu. Nihayet bahane ipine fikren kendisine yakın olan bir grup emekli asker, bilerek veya belki de iktidarla hukuklarına güvenerek, bastı.
Böylece önemli bir kısmı devletin 2016’dan itibaren kaydığı ekseni destekleyen emekli amirallerin açıklaması iktidarın epey süredir arayıp da bulamadığı yeni tehdit algısı oluşturma ihtiyacının kaidesi olarak imdada yetişti.
“Yahu iktidarın bunu kullanacağını nasıl hesap etmezler, böyle bir dönemde böyle bir açıklamayı nasıl yaparlar” türü yorumlar, söz konusu amirallerin gerçekten de demokratik bir Türkiye kaygısı taşıdığını mı zannediyor? Bilakis, şimdikinden çok daha militarist, milliyetçilik ve güvenlik politikalarıyla şekillenmiş bir rejimi “Türk’ün kapandan çıkışı” için elzem gören bu kesim açısından AKP-MHP’nin iktidarda kalması, fikirlerinin de iktidarda kalmasıyla eşanlamlı. Zaten “devletin bekasıyla ilgili” bazı önerilerinin de özellikle dikkate alınmasını istiyorlar ki, ortak imzalı bir metin yayınladılar. Yani ortadaki metin bir bildiriden ziyade bildirim gibi görünüyor.
Peki ordunun önemli kademelerinde yer almış, yıllarca fırtınalı denizlerde görev almış, Fethullahçılarla savaşları iktidarınkinden bile daha çetin olan bu kesim, böylesi bir açıklamanın iktidar tarafından fırtınaya dönüştürüleceğini öngörmemiş olabilir mi? Belki. Peki iktidarın onların açıklamasını vesile ederek yeni bir güvenlik politikası üretecek olması kişisel değil ama ideolojik çıkarlarıyla örtüşüyor olamaz mı? Şimdilik meçhul.
Metinde imzası bulunan, Kanal İstanbul projesinin Montrö Sözleşmesi’ni tartışmalı hale getireceği yönündeki endişelerini sıklıkla ifade eden emekli Tümamiral Cem Gürdeniz örneğin; yakın zamanda yayınlanan “Anavatandan Mavi Vatan’a” kitabında iktidarın son dönem dış politikasını açıkça desteklerken sadece Kemalist eksenden kayılmaması gerektiğini ifade ediyor. Bugünkü açıklamada Montrö Sözleşmesi’ne yönelik vurgu, Gürdeniz’in zaten bu kitapta ifade ettiklerinin tekrarı niteliğinde.
Montrö Sözleşmesi’ni Türkiye’nin jeopolitik kazanımı ve deniz güvenliğinin en büyük garantilerinden bir olarak gören Gürdeniz kitabında şöyle diyor: “1944 yılı haziran ayı içinde Kessel sınıfı bir Alman ticaret gemisinin silah taşıdığı, Ege’de İngiliz donanması tarafından yapılan bir aramada ortaya çıkınca, Türk Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu 19 Haziran 1944 günü istifa etti. Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin 1936 yılının devlet ve donanma gücüyle elde edebildiği öyle önemli bir kazanımdı ki, Lozan’dan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci sigortası olan bu kazanımı hegemonlar nezdinde gündeme getirmemek ve sorgulatmamak için bir bakan istifa edebiliyordu. Zira Montrö’den daha büyük bir kazanımı o günün şartlarıyla elde etmek mümkün değildi. Montrö’nün sağladığı imkânlardan daha iyi bir anlaşma bugün için de mümkün değildir.”
Gürdeniz kitabı boyunca Türkiye’nin Batı’ya “hapsedilmesi” planlarına karşı esas çıkışın Avrasya olduğunu vurguluyor. Misalen: “Yeni dünya düzeni kuruluyor. Her sabah yeni bir gelişmeye uyanıyoruz. Bu süreçte, Ege ve Akdeniz’de Türkiye karşıtı emperyal cephe her geçen gün saldırgan bir şekilde genişlerken jeopolitik direniş cephesinde başta Rusya ve Çin’den başka dayanağımız olmadığını anlamakta hâlâ zorlanıyoruz. 24 Kasım 2015’te Rus savaş uçağını düşürdük. 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi olmasa Atlantik cephesinin dümen suyunda parçalanmaya devam ediyorduk…”
Açıklamaya imza atan diğer amirallerin her birinin nasıl bir eğilim içinde olduğunu bu alanda çalışan gazeteciler daha iyi bilir ama en azından Montrö ve Kemalist laiklik konusunda mutabık oldukları anlaşılıyor.
Neticede iktidar kendisi ve etrafındaki grupların bekası için büyük bir ekonomik rant sahası olacak Kanal İstanbul Projesi’ni, Montrö’yü “gözden geçirme” pahasına gerçekleştirmekte kararlı. Fakat onunla “ortak düşmana karşı” ittifak kurmuş eski askerler buna itiraz ediyor.
15 Temmuz sonrasında, kendilerine “kumpaslar kurmuş” eski iktidar ortağı Fethullahçılara karşı iktidarın yanında yer almış, ardından geliştirilen Avrasyacı yönelimi desteklemeye de devam eden bu kesimin beka algısı iktidarınkinden farklı olarak günübirlik politik hamlelere göre değişmiyor. Bu insanlar “asker” ve siyasetçilerden farklı olarak sabit fikirli. İktidarda hangi partinin değil, hangi “fikriyatın” olduğu onlar açısından daha önemli. Ve şimdiye kadar iktidardaki fikriyattan memnunlardı.
Çünkü o “fikriyat” güvenlik kaygısıyla şekillenmiş, seküler Türkçü ve militarist. “Tek kusur” yeteri kadar Kemalist olmaması! Eh, o da öz kardeşliği imkânsız kılsa da, “kan kardeşliğine” yeterdi.
Bu nedenle emekli amirallerin açıklamada aktardıkları rahatsızlığın iktidarın “yapısıyla” ilgisi yok. Aksine, onlar da tıpkı şimdiki iktidar gibi özgürlükleri, demokrasiyi, eşitliği sadece bol tuzaklı bir saha olarak görüyor. “Devletin bekası için” hangi rejim gerekiyorsa o inşa edilmeli. Fakat zordaki iktidarın ekonomik hamlelerinin artık bu kesimin algısındaki “bekayla” örtüşmemeye başladığı görülüyor. Böylece 2016’da birleşen yollar ayrılıyor ve AKP’nin ortaklarıyla yollarını nasıl ayırdığını herkes biliyor.
Fakat iktidar artık cömertçe harcayacak kadar müttefike sahip değil. Dolayısıyla bir müttefikini kaybederken bunu telafi etmek üzere yeni bir “mağduriyet” hikâyesi yazmanın gemiyi ne kadar öteye taşıyacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.
İrfan Aktan Kimdir?
Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.
Akşener’in taht oyunları continues 27 Eylül 2021
Korkut Boratav: Ekonomik kriz yok, yoksuldan alıp zengine veriyorlar 25 Eylül 2021
Oğuz Kaan Salıcı: Çözüm sürecindeki önerilerimizin arkasındayız 18 Eylül 2021
Mahmut Aytar: Bizi örgütleyen açlığımızdır 13 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI