Müziğin saklı emekçileri: Sahne ışıklarının ardında gerçek hayat var
Bir konserin hazırlıkları haftalar, kimi zaman ise aylar sürüyor. Sahneye çıkan sanatçıların dinleyiciyle buluşabilmesi içinse onlarca kişi canla başla çalışıyor. O müzik emekçileri ile konuştuk.
DUVAR - Müzik sektörü, bir yanıyla dünyanın en parlak ve eğlenceli alanlarından biri olarak görülür. Sahneye çıkan sanatçılar, ışıklar altında şarkılarını söyleyip gösterilerini yaparken bu ana tanık olanlar çoğu zaman atmosferin etkisine kapılır. Bu nedenle bu sektörde çalışan insanların hayatlarının, tıpkı o bir-iki saatlik konser gibi geçtiği düşünülür. Popüler kültürün de etkisiyle, belirli düzeyde bir şöhreti yakalamış olan sanatçıların medyadaki ışıltılı imajları, müzik işine dair algının şekillenmesine de etki ediyor. Bu sektör dışarıdan bakıldığında çok para kazanılan, hiç durmadan eğlenilen, partilerle ve seyahatlerle örülü bir sektörmüş gibi algılanabiliyor.
Türkiye’de bugün doğrudan on binlerce insanın, dolaylı olarak ise yüz binlerce insanın parçası olduğu ve geçimini sağladığı müzik ve eğlence sektörü üzerindeki bu ışıklı algı, pandemiyle birlikte bir nebze değişti. Müzik ve diğer sanat etkinliklerinin durmasıyla birlikte bu işi yapan ve çoğu zaman gündelik olarak para kazanan sanatçılar ve sektör çalışanları belki de hayatlarının en büyük profesyonel kriziyle karşı karşıya kaldı. Geçinemediği için intihar eden müzisyenlere dair haberler arka arkaya bu durumdan habersiz milyonlarca insanın önüne düşünce durumun ciddiyeti anlaşıldı. Diğer yandan şöhretli çoğu müzisyen geçinemediğini ve hatta enstrümanlarını satmak zorunda kaldığını açıkladı.
Bunlar yaşanırken Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, müzik meslek birlikleri üzerinden proje temelli olarak yaptığı geçici yardım, müzik sektöründe ciddi eleştirileri de beraberinde getirdi. Tüm bu durum ise müzik emekçilerinin sosyal güvenceleri, sendikasız ve örgütsüz çalışmaları, ağır iş koşulları ve kayıt dışılık tartışmalarını bir kez daha gündeme getirdi. Bugün, gece 12 yasağına rağmen müzik sektörü işlemeye başlamış durumda. Konserler düzenleniyor, etkinlikler yapılıyor, sanatçılar uzun bir aradan sonra sahnelere çıkıp dinleyicileriyle buluşuyor. Bu kısıtlı da olsa açılma hali ise pandemi döneminde gündeme gelen tüm tartışmaları şimdilik bir kez daha rafa kaldırmış gibi görünüyor.
Bir müzik etkinliğinde sahne üzerinde görülen müzisyenler, o etkinliğin gerçekleşmesi için çalışan onlarca, kimi zaman yüzlerce müzik emekçisinin çok küçük bir bölümünü oluşturuyor. Sesçisinden ışıkçısına, rodisinden tur menajerine, kulis görevlisinden şoförüne, sahne teknisyeninden sahne görsellerini hazırlayanlara, müziğin sahne arkasında çok sayıda müzik emekçisi var. Genelde asgari koşullarda görevlerini yapan bu insanlar, bu parıltılı gösterinin gerçekleşebilmesinin de asıl nedenleri.
Müziğin görünmeyen emekçileriyle konuştuk. Tur menajerleri, ışıkçılar, rodiler, sahne fotoğrafçıları, sahne ışıklarının arkasında olup bitenleri Duvar okurları için paylaştı.
‘90 DAKİKALIK BİR KONSER İÇİN HAFTALAR SÜREN ÇALIŞMA…’
Emre Tanrıkulu, sanatçı menajerliğinin yanı sıra tur menajerliği yapıyor. “Davul çalmayı denedim baktım o kabiliyet yok, gitar çalmayı denedim sadece üç akor basabiliyorum. Madem bir şey çalamıyorum ben de çene çalayım diye başladım bu işe” diye anlatıyor sektöre girişini. Grupların seyahatleri, enstrümanlarının ve ekipmanların taşınmasının organize edilmesi, konser alanındaki hazırlığın tamamlanması, sanatçıların kulislerinin sorumluluğu gibi sayısız iş kalemi var tur menajerlerinin. Tanrıkulu, “Ortalama 90 dakikalık bir konserde, aslında haftalar, aylar belki de en mükemmeli dinleyici ile buluşturmaya çalışmak için yıllarca süren bir emeğin parçalarından biriyim” diye anlatıyor işini. “Dinleyici bir şarkıda sahnedeki ya da stüdyodaki müzisyenler ile buluşuyor. Aslında şarkının mutfakta başlayıp yayınlandığı ana kadar olan ve müziğin ruhunun dinleyicinin ruhunu beslediği süreç onlarca kişinin de emeği ile bu aşamaya gelmekte” diyen Tanrıkulu bunu, “Sanatçının yarattığı şarkı sonrasında onlarca küçük iş, bir büyük buluşma yaratmakta” diye özetliyor.
Bir konserin nasıl gerçekleştiğini sorduğumuzda Emre Tanrıkulu şunları anlatıyor: “Konserin lokasyonunun belirlenmesi, tarihin seçilmesi, tanıtım metni ve materyallerin hazırlanması, sonrasındaki tanıtım süreci, konser günü gerçekleşecek ulaşım, konaklama, kulis, temel ihtiyaçların karşılanması, konser için gereken teknik takip, teknik hazırlıklar ve konser öncesi ‘soundcheck’ süreci, konser sırası katılımcı herkesin güvenliği, ışık ve ses düzeni, konseri ölümsüzleştiren video ve fotoğrafların çekimi, sonrası dinlenme, imza, fotoğraf gibi aksiyonlar dâhil bir konserin gerçekleşmesi için onlarca basamak var. Bunları gerçekleştiren menajer, tur menajeri, prodüksiyon menajeri, basın-pr ekibi, grafik tasarım ekibi, sesçi, rodi, fotoğrafçı, ışıkçı gibi ekipler sanatçı ekibi olarak işin içindeyken, organizatör, mekan işletmesi, güvenlik, şoför, garson arkadaşlar da etkinliğin gerçekleşmesindeki dış ekibi temsil eder.”
‘KULİSTE KAÇ BARDAK VAR?’
Oğuzhan Koç, Yüzyüzeyken Konuşuruz, Ozbi gibi isimlerin tur menajerliğini yapan Öykü Köse, yaptığı işin “bir konser gününün programını organize etmek” olduğunu söylüyor. Köse, “Şehirlere nasıl gidilecek, ulaşım için araçlar ya da biletler nasıl organize edilecek, kim hangi saatte yola çıkacak, nerede yemek yenilecek, hangi otelde kalınacak gibi birçok soruya, sanatçıların ve ekibin konforunu gözeterek cevap vermek zorundayız” diyor ve ekliyor: “Bizim işimiz, konser günü belli olduğunda başlar ve konserden sonra ekipteki herkes evine girdiğinde sona erer.”
Kimi konserlerin günlerce süren mesailer istediğini söyleyen Öykü Köse, kimi zaman da 7-8 saatlik bir mesaiyle bir konser gününün organize edilebildiğini belirtiyor. Ancak bu mesai sürelerinin işin zorluğuyla pek de ilgisi olmadığını ise şu cümleyle anlatıyor: “Bazen günlerce eve dönemesem bile hiç yorulmamış oluyorken bazen 15 dakikalık bir kriz bana günlerce stres ve yorgunluk getirebiliyor.”
Köse, bir tur menajerinin “Uçak kaçta, nereden kalkıyor? Kim evinden kaçta ve nasıl alınıyor?” gibi soruların yanı sıra “Kuliste kaç bardak var?” sorusunun da cevabını veren kişi olduğunu söylüyor.
‘HER ŞEYDEN SORUMLUYUZ’
Menajer Talha Cenk Yıldırım, Adamlar ve Yüzyüzeyken Konuşuruz gruplarıyla çalışıyor. Sektöre 8 yıl önce rodi (sahnedeki tüm enstrümanları ve teknik ekipmanı taşıyan, kuran ve konserden sonra sahneden çıkaran görevli) olarak giren Yıldırım, yaptığı işin en belirgin özelliğinin zaman kavramı olmaması olduğunu ifade ediyor: “Her an ulaşılabilir olmak zorunda olunan bir pozisyon. En azından ben böyle hissediyorum. Çok dinamik bir yapısı var.”
Yıldırım da sahnedeki bir iki saatlik konserin, öncesinde ve sonrasında büyük bir emek gerektiren bir organizasyon olduğunu hatırlatıyor: “İşimizin büyük bir kısmını konser etkinlikleri kaplıyor gibi dursa da, arka tarafta dengesi kurulan, yürütülen çok farklı çalışmalar mevcut. Büyük bir sorumluluk. Sahnedeki sanatçıların mutluluğu, ekibin huzuru, seyircinin aldığı haz. Her şeyden kendimi sorumlu hissettiğim ve bu noktada kendim başta olmak üzere herkesten her konser maksimum performans beklediğim bir organizma.”
‘BİR KONSER, IŞIKÇI İÇİN UYKUSUZ 24 SAATLİK MESAİDİR’
Uğur Can Önder, ışık tasarımcısı, teknisyeni, programlayıcısı ve operatörü. Sahnenin sesle birlikte en önemli iki ögesinden biri ışık. Her sanatçının, her mekânın ve her dinleyicinin, tek tek tüm performanslarda farklı beklentileri oluyor ışıkla ilgili. Önder, bugüne dek her biri birbirinden farklı sayısız sahneyi aydınlatmış. Yaptığı işin kimi zaman konserden 24 saat önce başladığını anlatan Uğur Can Önder, süreci şöyle özetliyor: “Bir konserde ses ve ışık sistemi tedarikçisi firma bir gün önceden sahneyi ve sistemi kurar. Duruma göre sanatçı ekibi geceden veya konser günü sahne kurulumuna başlar. Sonra ses ve ışık provaları başlar. Uyumadan 24 saati bulan bir maratondur bu. Sanatçı ekibinde de tüm bu işleri kontrol eden bir prodüksiyon amiri vardır. O da en başından en sonuna alanda olur. Sonra sahne amiri ve rodiler alana gelir ve enstrümanların ve varsa dekorun kurulumunu yapar. Ardından ‘tonmaister’ler gelir ve her şeyin düzgün çalıştığından emin olduktan sonra soundcheck ve prova başlar. Işıkçı ise sabaha kadar sürecek çalışma için alandadır ve sabah ilk gelenlerden biridir."
‘GİTAR TEKNİSYENİ NE YAPAR?’
Yıllardır konser ekipleri için rodi olarak çalışan Aykan Vural, ayrıca Mor ve Ötesi ekibinde gitar teknisyeni olarak görev yapıyor. “Bir gitar teknisyeni ne yapar?” sorumuza Vural şöyle yanıt veriyor: “Grubun gitar çalan üyelerinin elektrogitar, bas gitar, akustik gitar gibi enstrümanlarının ve amfi, pedal gibi ekipmanlarının rutin bakımlarını yapmak ve yaptırmak, konsere hazır hale getirmek, konser günü geldiğinde ekipmanları eksiksiz bir şekilde sahneye yerleştirmek, kurmak ve her şeyin sorunsuz bir şekilde çalıştığından emin olduktan sonra ses provası yapmak… Ayrıca konser sırasında da dikkatle takip edip herhangi bir sorun yaşandığında en hızlı şekilde müdahale etmek de gitar teknisyeninin görevidir.”
Birlikte çalıştığı sanatçının isteklerini, beklentilerini en iyi şekilde anlayabilmek ve karşılayabilmek zorunda olduğunu belirten Aykan Vural, “En nihayetinde bana ve yaptığım işe güvenerek o sahneye çıkıyorlar” diyor.
Konser sezonlarında çok yoğun bir tempoda çalıştıklarını ifade eden Vural, “Bir konser için hazırlıklar günler öncesinden başlayabilir. Her konser için geçerli olmasa bile, buna grubun prova yapması, prodüksiyon görüşmeleri ve yapılması gereken bant, pil, gitar teli, pena gibi alışverişler dahil olmak üzere ortalama 4-5 günlük bir ön çalışma eşlik edebilir” diye anlatıyor bu süreci.
Her konserde ya da etkinlikte olmasa da özellikle büyük organizasyonlarda sahnenin ışık dışında bir görsel ögesi var. Kimi konserlerde sahnedeki sanatçılara görsel malzemeler, videolar eşlik ediyor. Recep Yılmaz da yıllardır müzik sektörünün “görsel” ihtiyaçları için sanatçılarla şehir şehir dolaşan isimlerden biri. Hem bir klip yönetmeni hem de konser filmleri ya da reji yayınları için yönetmenlik yapıyor. Bazı gruplarla ise konser fotoğrafçısı ve VJ olarak çalışıyor. Yılmaz, büyük konser organizasyonlarında sahneye yansıyan görüntüleri hem çekiyor, hem de bu görüntülerin uygun bir biçimde konsere eşlik etmesi için kumanda masasının başına geçiyor.
Çok yoğun ve zor bir iş yaptığını belirten Yılmaz, adının “eğlence” olması nedeniyle bu işin “gevşek bir tempo” ile yapıldığının sanılmasını müzik emekçilerine bir saygısızlık olarak görüyor. Yılmaz’a göre zamana en çok uyulması gereken ve iş disipliniyle yapılması şart olan bir iş müzik emekçilerinin yaptığı.
PARLAK IŞIKLARIN ARKASINDA GERÇEK HAYAT VAR
Konuştuğumuz müzik emekçileri, müzik sektörünün dışarından nasıl göründüğünü bildiklerini ve bunu anladıklarını ifade ediyor. Hemen hepsinin ortaklaştığı konular ise işin ne kadar zor olursa olsun eğlenceli olduğu ve müziği sevmeden yapmanın mümkün olmadığı. Aykan Vural bunu şöyle özetliyor: “İçerisinde bulunduğumuz sektör her ne kadar dışarıdan o şekilde gözükse de her zaman öyle olmayabilir. Ama yeri geldiğinde eğlence de kaçınılmaz olabilir, uzun yıllar boyunca aynı insanlarla birlikte çalışmak iş arkadaşlığının yanında arkadaşlığı da işin içine katıyor. Ve bu gidilen yerleri, birlikte gittiğiniz yolu ve geçen zamanı çok daha eğlenceli, keyifli bir hale dönüştürüyor.”
Işık teknisyeni Uğur Can Önder de işini severek yaptığı için eğlenceli bulanlardan: “İşinizde iyiyseniz kazançlı diyebilirim. Ancak ülkemizde konserler çoğunlukla eğlence olarak görüldüğünden, insanların eğlenmek için dışarı çıktığı Cuma ve Cumartesi günleri konserler olabiliyor. Yani sadece konserlerle geçinmek zor. Özellikle de en ufak bir felaket haberinde konserlerin iptal olduğunu da düşünürsek… Ben bu nedenle konserlerden arta kalan günlerimi tiyatro sahneleri için ışık yapmaya ayırmaya çalışıyorum.”
Talha Cenk Yıldırım, kendisini çalıştığı ekipler açısından şanslı buluyor: “İşimizin çok eğlenceli olduğu kesin. En azından benim için. Sevmediğim, uyum sağlayamadığım kimse ile bu yolda yürümedim bu güne kadar ve bu beni çok mutlu ediyor. Çok güzel insanlarla, çok güzel sohbetler eşliğinde uzun bir yolculuktayız. Ve bunu yaparken para kazanıp hayatlarımıza devam ediyoruz. Büyük bir lüks.”
Emre Tanrıkulu, müziğin arka planındaki emekçilerin günübirlik para kazanıyor olduğunu hatırlatıyor. Etkinlikten etkinliğe ücret alındığını söyleyen Tanrıkulu, özellikle örgütsüzlüğün en büyük sorunlardan biri olduğunu belirtiyor: “Gelirler sadece etkinlik bazlı. Sendikanın olmadığı, sahne emekçilerini koruyan yasaların eksik olduğu, müzik birliklerinin tam anlamıyla maalesef birlikte olamadığı ve gücünü gösteremeyen bir sektör. Gücünü dinleyicisinden alan doğru bir ekibin, doğru sanatçının kanatlarının altında uzun yıllar birlikte çalışması önemli bir nimet.”
Recep Yılmaz ise, “Yaşadığımız düzende herhangi bir şeyin kazançlı ya da parlak olabilmesi en fazla bizim hayal ürünümüz olabilir. Sistem adil olmadığı sürece böyle bir beklentiye girmek hiçbir sektör için gerçek değil” diyor.
PANDEMİNİN YARATTIĞI TRAVMA
Müzik sektörü açısından tarihindeki en büyük krizlerden birini ortaya çıkaran Covid-19 pandemisi ve bu nedenle yaşanan kapanmayı da sorduk müzik emekçilerine. Hepsi büyük zorluklarla mücadele etmek zorunda kaldıklarını söylüyor. Paylaşılan en belirgin duygu ise “yalnız bırakılmışlık hissi”. Emre Tanrıkulu şunları söylüyor bu konuyla ilgili: “Pandemi sürecinde o kadar yalnız kaldık ki. Sağlık sorunları, aile ve özel hayat, gelecek planları etkilenecek kadar fazlasıyla zarar gördük. Suyun yokuşlardan şarıl şarıl basamakları ıslattığı noktada, yokuş çıkarken susuz kaldık. Zaten bunları onlarca kez konuştuk, ancak önce sektör içindeki insanların birbirine, sonrada gerçekleri her zaman görmesini istediğimiz halkın, yani dinleyicinin de bize sahip çıkması gerekmekte. Dünyanın insanın yaratılışı bir sanatken, ruhumuzu besleyen müziğe düşman olunmasına izin verilmemesi gerekiyor. Oysa şu an yaşanan ve pandemi gerekçesiyle uygulanan 00:00 yasağına bakalım. Sadece müzisyenler değil; okulu sonrası yevmiyeli garsonluk yapan öğrenciden, taksicisine, çorbacısına, fırıncısına kadar bir çok mesleği besleyen sahne sanatları etkinlikleri, maalesef başta imza yetkilisi devlet görevlileri, sonrasında kendi iç dinamikleri ama en nihayetinde herkesin üstünde olan dinleyici yani halk tarafından yalnız bırakılmaya da devam ediyor.”
Talha Cenk Yıldırım ise pandemiden ders alınması gerektiği görüşünde. Yıldırım, “Genellikle sıcak para üzerinden ilerleyen, sabit bir ekonomik projeksiyonu olamayan sektörümüzde herkes hesabını bilmek konusunda uzmanlaşmalı diye düşünüyorum” diyor.
Uğur Can Önder, pandemi döneminde daha önce çalıştığı sanatçıların desteğini görmüş olanlardan biri. “Pandeminin başlarında ben durumu pek idrak edememişim açıkçası. Birkaç ay dinlenir, ailemle vakit geçiririm diye düşünmüştüm. Ama zaman geçtikçe hayat zorlaşmaya başladı. Az olan birikimim de tükenince zor günler geçirdim” diyen Önder, hâlâ kapanma döneminde yaşadığı ekonomik sıkıntıların yaralarını sarmakla uğraştığını belirtiyor ve ekliyor: “Hayat da, sektörümüz de artık daha zor.”
Recep Yılmaz, mesleğini başka alanlarda da yapabildiği için pandemide bir nebze olsun şanslı olduğunu belirtiyor ancak o da müzik sektöründe birçok insanın başka alanlara savrulmak zorunda kaldığına tanık olmuş: “Meslek birlikleri müzisyenler dışında teknik ekiplere de destek fonları oluşturmaya çalıştı ancak taşıma su ile nereye kadar. Bir de devletin yardım fonları müzik sektöründeki emekçilerin bunca yıldır kayıt dışı çalıştırılması durumu göz önüne serdi, çoğu insan kayıt dışı çalıştığı için yaptığı işi kanıtlayıp devlet desteği alamadı. Devletin bunca yıldır çözüm üretememesi ile bu sektör içerisinde patronajını oluşturmuş sömürü düzenini kurmuş yapımcıların tavrı ile birleşince pandemide çoğu insan hiç bir yardımdan faydalanamadı. İnsanlar ilk etapta reaksiyon verip bu konuları sorgularken konserlerin bir nebze normale dönmesiyle beraber tekrardan geçim ve iş derdine düştüler. Günün sonunda insanların yaşam mücadelesinden beslenen aynı sömürü düzeni ve aynı sorunlar yine havada kaldı.”