YAZARLAR

MÜZİKLİ ATLAS... Arnavutluk'un yakın tarihine işitsel bir yolculuk

Arnavut ulusal kimliği oluşturulurken ‘özgünlük’ meselesi baş tacı edilir. Arnavut müziğinde kullanılan kimi çalgılar da böyle bir yorumda bulunmamızı kolaylaştırıyor. Mesela bir şarkıda ismi çiftetelliden gelen çifteli’nin sesini duyduğumuzda aklımızın başka bir bölgeye gitmesi olanaksız. Sadece dil ya da kültür nedeniyle değil, aynı zamanda ‘demografik’ olarak da çarpıcı bir ülke burası. Arnavutluk bize neredeyse Lübnan kadar karmaşık bir dini dağılım sunuyor.

Adriyatik denizinin kıyısında bulunan Arnavutluk, çoğu zaman ‘Balkan’ üst kümesi altında anılan bir ülke. Ancak tarih boyunca izlediği yol çevresindeki ülkelere göre biraz daha farklı. Üstelik kültürel olarak da kendine has bir yapısı var. Mesela kökleri çok eskiye dayanan bir Hint-Avrupa dili olan Arnavutçanın, yaşayan bir akrabası bulunmuyor. Anlayacağınız yalnız bir dili konuşan yalnız bir halk...

Sadece kültürel olarak değil, tarihsel olarak da bir yalnızlık söz konusu. İkinci Dünya Savaşı’nda Balkanlarda verilen antifaşist mücadele sonrasında partizanların zafer kazandığı bazı ülkelerde, sosyalist çizgide halk cumhuriyetleri kurulur. Örneğin Bulgaristan, Moskova’ya yakın bir çizgi izlerken Yugoslavya ise zaman içerisinde ekonomik ve politik anlamda Sovyetler Birliği’nden de, sosyalizmden de uzaklaşır. Ancak Yugoslavya ‘sağa’ savrulurken Arnavutluk her iki çizgiyi de ‘sağ’ olarak değerlendirerek daha ‘solda’ ısrar eder.

İşte tüm bunlar, müzikte de özgün bir anlatıyı daha da kuvvetlendiriyor. Hele ki biz üçüncü kişileri için. Şimdi Arnavutluk’un müziğine yolculuk edelim. Böylece bize yakın olsa da geçmişine dair fazla bilgi sahibi olmadığımız bu ülkeyi daha yakından tanıyabiliriz.

İPTEN DÖNDÜREN DANS: OSMAN TAKA

Eski bir şarkıyla söze başlayalım: Osman Takes. Aslında bu, hayret verici bir dansın ismi. Ancak şarkısıyla da özdeşleştiği için hikayesinden bahsedebiliriz.

Öncelikle bu dansın menşei, bugünkü Arnavutluk sınırlarının dışında kalıyor. Çünkü Arnavutluk dışında da hatırı sayılır miktarda Arnavut yaşıyor. Makedonya ve Kosova’da nüfusun ya çoğunluğunu ya da 3’te 1’ini oluşturan Arnavutlar; Karadağ, Yunanistan ve Sırbistan’da da sınır bölgelerinde yoğunlaşan azınlık grupları halinde yaşıyorlar. İşte bizim hikayemiz Yunanistan’ın Kuzeydoğusunda bulunan Epir bölgesindeki Çam Arnavutları arasında geçiyor. Arnavutların ‘Çamerya’ dediği bu bölgede vakti zamanında Osman Taka isminde biri yaşarmış. Hikayenin bir versiyonuna göre bir eşkıya, diğer versiyonuna göreyse Arnavut milliyetçisi bir savaşçıymış. Öyle ya da böyle, eli silah tutan bir yiğitmiş Osman Taka.

Günlerden bir gün, ya ‘imkansız aşkın peşinde’ bir eşkıya olarak ya da ‘bir ulusal halk kahramanı’ olarak ipin ucunda bulur kendini. Bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Yanya kentinde işlediği suçlardan dolayı ölüm cezasına çarptırılır. Herkes Osman Taka’nın idamını izlemeye gelir, Osmanlı Valisi de oradadır. Çoğu Arnavut olan jandarmalar, Osman’ı infaz etmeden önce ona ‘son bir dileğinin olup olmadığını’ sorarlar. Osman da ne dese beğenirsiniz: Dans etmek istediğini söyler! Dileği vali tarafından kabul edilir, darağacının altına çalgı çengi getirilir. Müzik başladığında hareketleri oldukça yavaştır, kimilerine göre ‘hayattan birkaç dakika daha çalmak için’ böyle yapar. Fakat Osman Taka öyle bir dansa başlar ki tüm Yanyalılar ağzı açık izler. Arnavut jandarmalar, “Böyle dans eden adama kıyılmaz” der, Vali de beğenileri toplayan Osman Taka’yı affeder…

İşte ölümden döndüren bir danstır Osman Taka. Büyük ölçüde ‘halay başı’ konumundaki kişinin ön planda olduğu bu dansın bir bölümünde halay başının bizzat üzerinde dansa devam edilmesi de ayrıca ilginçtir. Gjeneral Gramafoni (Arnavutluk, 1978) filmindeki bir sahnede ile söz konusu dansı ve müziğini tanıyabiliriz:

MİLLİYETÇİLİĞİN ‘ÖZGÜN’ RETORİĞİ

Arnavut ulusal kimliği oluşturulurken de bu ‘özgünlük’ meselesi baş tacı edilir. Başkent Tiran’ın en merkezi konumunda yer alan Ulusal Tarih Müzesi çok dikkat çekicidir. 1981 yılında yapılan bu yapıda bulunan eserler Arnavutların ‘atası’ olduğu öne sürülen İliryalılarla başlıyor. Müzenin kronolojik çizgisini izlediğinizde Arnavutluk’a ayak basanlarla binlerce yıldır nasıl mücadele edildiği gözlemliyorsunuz. “Biz tek, siz hepiniz” anlatısı[1], Enver Hoca döneminde de güçlendirilen bir anlayıştır. Ne de olsa Hoca, özellikle Sovyetler’de Stalin döneminin sona ermesiyle birlikte sadece kapitalistlere karşı değil; aynı zamanda ‘revizyonist’ gördüklerine karşı da sert cephe alır.

Başta Arnavutça’nın özgünlüğünden kabaca bahsetmiştik. Fakat bu dilde yapılan şarkıları özel kılan tek neden elbette bu değil. Arnavut müziğinde kullanılan kimi çalgılar da böyle bir yorumda bulunmamızı kolaylaştırıyor. Mesela bir şarkıda ismi çiftetelliden gelen çifteli’nin sesini duyduğumuzda aklımızın başka bir bölgeye gitmesi olanaksız.

Mesela Xhamadani Vija Vija, sözleri itibariyle milliyetçi bir şarkıdır. Ancak sözlerinde Arnavut milliyetçiliğinde karşımıza çıkan ‘özgünlük’ ya da çoğu zaman dile getirilen ‘otokton’ durumu net bir şekilde karşımıza çıkıyor. Hatta çifteli de kendine yer buluyor bu şarkıda!

“Çizgili camadan[2]. / Bu Kosova, bu Arnavutluk. / Kalbim çifteli gibi atıyor / Ah, Arnavutluk ne de büyük! / Tek gökyüzü bizi birleştirir / Tek güneş bize hayat verir / Konuştuğumuz tek bir dil, / ‘anne’ dediğimiz tek bir diyar vardır (…)”

Sadece dil ya da kültür nedeniyle değil, aynı zamanda ‘demografik’ olarak da çarpıcı bir ülke burası. Az önceki şarkıda ‘milli duyguların coşa gelmesi’ nedeniyle ‘Kosova ya da Arnavutluk, biz biriz’ gibi mesaj veriliyor. Ancak gerçek o kadar basit değil. Arnavutluk bir tarafa, Arnavutluk dışında Arnavutların yaşadığı memleketler başka tarafa. Örneğin bugün Arnavutluk dışındaki Arnavutların neredeyse tamamı Sünni Müslümanlardan oluşuyor. Oysa Arnavutluk bize neredeyse Lübnan kadar karmaşık bir dini dağılım sunuyor. Tarihsel olarak ülke nüfusunun önemli bir kısmı Sünni. Ancak Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlar ile Bektaşilerin sayısı hiç de az değil.

Normal şartlarda bunca karmaşık bir dini dağılıma sahip bir memleketin bir dizi çarpışmaya tanıklık etmesi beklenebilir. Öyle ya ulus devletini ‘geç’ bir tarihte kuran, herkesin dinine göre değerlendirildiği eski bir Osmanlı coğrafyasından söz ediyorsak… O halde Balkanlar’da ya da Ortadoğu’da yaşanan sorunlar nasıl oluyor da Arnavutluk’ta daha farklı bir yüze bürünüyor? Aslında bakarsanız bu hikâyenin temeli bir yerde Enver Hoca’ya dayanıyor. Ülke tarihinde dinden ziyade ulusal kimlik ön plana çıkartılır, üstelik bu sosyalist ellerle yapılır. Modernleşme sürecinde din sadece görmezden gelinmez, aynı zamanda sert bir şekilde kapı dışarı edilir. Bugün hâlâ ülkenin önemli bir kısmı kendini inançsız olarak kabul ediyor. İnançlı olanlar arasında sekter eğilimler ise marjinal seviyelerde. Arnavutluk’ta dine verilen anlam ile ülkenin komşularında yaşayan Arnavutların dine verdiği anlam bu nedenle çok farklıdır.[3]

İşte sadece bu nedenle bile Arnavutluk tarihinin en can alıcı kısımlarından biri, Enver Hoca’nın İkinci Dünya Savaşı’nda yürüttüğü antifaşist mücadelenin zaferiyle birlikte başlıyor. Biz de şimdi ‘komünist Arnavutluk’u, müzikle birlikte tanımaya çalışalım.

MEZARDAN GELEN SESLER

Arnavut Partizanlarının şarkılarından söz edebiliriz mesela. Aslında bakarsanız bu şarkıları ikiye ayırabiliriz. Birincisi halkın geleneksel müziğinden beslenen şarkılar, ikincisi ise askeri marşları andıran daha ‘modern’ diyebileceğimiz eserler.

Mesela geleneksel olarak çoksesli müzik örnekleri bulunan Arnavut halk müziği, partizan marşlarını da yer yer bu şekilde yorumlar. Partizan marşlarından bahsettiğimiz yazımızda konuya detaylı bir şekilde değinmiştik. Yine de örnek vermek gerekirse eğer:

Hakmarrje Rini isimli şarkı ise, antifaşist mücadelenin Arnavutlar için sertliğini etkileyici bir şekilde aktarıyor.

“Bir mezarın dibinden bir ses yükseliyor / topraktan köpürüp yayılan günışığı gibi. / İntikam, intikam barbarın boğazına / Ey halk, ileri atıl / onlara bir şimşek gibi saldır. / İntikamımı al, gençlik. / Kendi toprağı ve özgürlüğü için düşen şehit sesleniyor. / ‘İntikamımı al’ diye bağırıyor şehitler mezarlardan. / Saçtıkları kanın bedeli, yine kan ile ödenmeli. / Tüm halkın Arnavut inancı var, / elinde bir silahla faşizme karşı savaşıyor. / Ey halk, intikam al / Bayrağını kanıyla yıkayan şehit sesleniyor.”

Sözleri bugünden bakınca kimilerine ‘sert’ geliyor olabilir. Ancak eğer amacımız bir ülkenin tarihine seyahat etmek ise, insanların duygularını yansıttıkları şarkıları dinlerken tüm önyargılarımızı çağımızda bırakmamız gerekiyor. Nice acıya karşı bir direniş yürütenlerin duygu durumu da, direnişin sertliğinde yoğrulur. Dolayısıyla on binlerce partizanın Nazilere karşı verdiği savaşta ‘intikam’ peşinde koşmasını ‘aşırı’ bulmadan önce herhangi bir kanıya varmaksızın ‘nedenlerini’ düşünmek gerek…

SOSYALİST GERÇEKÇİLİK ‘ÖCÜSÜ’

Sonu gelmez şehir efsanelerine konu edilen bir diğer komünist, Enver Hoca ve onun liderliğindeki Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti. Artık yalanların vitesi öyle bir seviyeye ulaşıyor ki, Hoca hakkında hangi doğru bilgi bulmak samanlıkta iğne aramaya benziyor. Biz konumuz gereği böylesi bir işe kalkışmayalım. Ancak konu sanat ve komünizm oldu mu sık yapılan bir yanlışı düzelterek işe başlayalım.

Her ülkede olduğu gibi, sosyalist ülkelerde sanat alanında işlenen popüler bazı konu başlıkları vardır: Antifaşist mücadele, sosyalizmin inşası ve savunusu, eğitim, sanayileşme, spor… Bu alanda sosyalist gerçekçi bir üslupla ele alınan eserler kimilerince hor görülür. ‘Propaganda’ denir geçilir. Kimileri ‘sosyalist gerçekçilik’ ya da sansürlü haliyle ‘toplumsal gerçeklik’ akımının ‘insanlar tarafından yaratılmadığını, devletlerin ruh mühendisliği sonucunda oluştuğunu’ iddia edecek kadar ileri gidiyor.

Mesela ‘sosyalist ülkenin savunusu’ konusunda Arnavutluk’ta söylenen ilginç bir şarkı var: Dua Armë Dhe Municion. Eğer sözlerden bihaber kulak verirseniz müziğin tınısı sanki sizi bir aşk şarkısına götürecektir. Olsa şarkının sözleri ‘daha fazla silah ve daha fazla cephane’ istemektedir.

“Silah ve mühimmat istiyorum, yürüyeceğim. / Faşizmden nefret ediyorum, kavga edeceğim. / Ben bir Arnavut kızıyım, dağların kızıyım. (…)”

Seslendiren Vera Dervişi, sözlerin devamında bir Arnavut kadını olarak faşizme karşı mücadelede erkeklerden geri kalan bir yönü olmadığını belirtiyor.

İşte insanların kafasında canlanan ‘sosyalist ülke’ müziği bundan bir adım öteye gitmiyor. Sanılıyor ki sosyalist gerçekçilik her zaman kör göze parmak bir anlatı tanır, sosyalizme fayda etmeyen diğer her şeyi yasaklar… Bunlar pek doğu sayılmaz.

Her şeyden önce sosyalist gerçekçiliğin yalnızca ‘sosyalist ülkelerle’ sınırlı olduğunu düşünebilmenin tek nedeni konu hakkında fazla bir araştırma yapmadan üstünkörü yargılara varma niyetidir. Arnavutluk örneğinde de ‘Enver Hoca’nın çılgın diktatörlüğü’ gibi bir magazinel manşet altında her şey yorumlanıyor. Oysa bir ülkeyi tüm önyargılardan sıyrılarak incelerseniz eğer, ajite edilen görüşü savunsanız da savunmasanız da estetik olarak daha yetkin bir yorum getirebilirsiniz. Dervişi’nin şarkısı da böyle değerlendirilmelidir.

Yeni E dergisinde yayınlanan bir yazısında Umut Düzgün Bulut’un konuya dair detaylı bir açıklama getiriliyor: “Özellikle sosyalist gerçekçiliğin somut tarihsel durum üzerine şekillendiğini düşünürsek Arnavutluk’un içinden geçtiği politik atmosferin bilinmesi eserlerde öne çıkan figürlerin doğru okunmasını kolaylaştıracaktır.”

‘KALAŞNİKOV ŞARKILARINDAN’ ÖTE

Örneğin Arnavutluk’ta yapılan müzikal üretimin tamamını biçimsel olarak da ‘kalaşnikov şarkıları’ ya da ‘geleneksel halk türküleri’ olarak görmek de aldatıcı olur. Mesela çoğu sanatçının ülke çapında ünlendiği yarışma Festivali i Këngës (Şarkı Festivali) önemli bir duraktır. 1962 yılında başlayan yarışma her sene Arnavutluk Devlet Televizyonu RTSH’den canlı olarak yayınlanır. Yarışmanın en fazla kazananı 11 birincilikle Vaçe Zela’dır. Üstelik şarkıları öyle önyargılara konu olan ‘askeri marş’ havasında falan da değildir.

1980’lerde öne çıkan sanatçı Paraşqevi Simaku’nun yolu da bu festivalden geçer. Bashkëmoshatarët (1987) şarkısının sözlerini düşünecek olursak elbette toplumsal bir kaygıyla yazılmıştır. Ancak biçim olarak Zela’dan da, geleneksel şarkılardan da farklı bir ‘pop’ model tercih edilir. 

“Dinle, şimdi alacakaranlık vakti / ben seninleyim tekrar. / Ne mutlu! / Ama, ben bir bahar çağındayım / Ve yerkürenin her bir yanında / binlerce akranım yürek var. / Orada bir yerlerde bir yoldaş düştü / yerkürenin yaraları deşildi / ve gökyüzü onun kanıyla kızıla boyandı / dev bir bayrak gibi. / Kanı ağlar ‘unutma akranların kurşunlarla yere serildi’ / Kanı özgürlüğün gülüdür. /Dünyanın herhangi bir yerinde yurdu için ayağa kalkan her kimse bir umut ışığıdır / Geleceğe koşmaya devam / Ateş için, yüreğin var. / Bayrak için, şarkın var. / Yürekler birleşiyor sıradağlar gibi. / Ve ideal parlıyor. / Ancak, yerküre huzur içinde uyumaz. / Bugün kıtalar alevler içerisinde / Yüreklerimiz seninle birlikte, akranım yoldaş.”

Ciddi ciddi “Konuların içeriği neden sosyalizmle alakalı o zaman?” diyecek olanlar çıkabilir. Öncelikle tüm bu sanatçıların yanı sıra aştan, kentlerden ya da çeşitli duygulardan bahseden şarkıları da vardır. Bunu bir cebimize koyalım. Sonra bu soruya tersten yanıt verelim: Bugünün popüler müziğinde konu edinilen temalar bize inanılmaz bir çeşitlilik sunuyor mu? Sanırım çağımızın kültürel üretimi, başka dönemlere parmak sallama özgüvenini şu aşamada bize vermiyor. O nedenle yargı dağıtmadan önce daha temkinli davranmamız gerekebilir.

Tam da bu yüzden Müzikli Atlas’ta yolculuklarımızı tarihsel izleklerde birbirinden farklı coğrafyalara seyahat ederek gerçekleştirme amacımız da işte bu çok yönlü bakışa yaklaşabilmek. Şimdiki zamandan ve içinde bulunduğumuz coğrafyadan mümkün mertebe kendimizi soyutlayarak farklı diyarlara gitmek. Bunu yaparak bir yargıya varmaktansa insanların hikayelerini anlamaya çalışmak daha değerli değil midir?

Haftaya başka bir işitsel yolculukta görüşmek dileğiyle…

**

Daha fazla şarkının yer aldığı iki farklı çalma listesi için:

YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=z60X8ZBy7B4&ab_channel=KavelAlpaslan  

Spotify: https://open.spotify.com/playlist/6HRZYJQJBYNWUd1k22N3x7?si=7ab8dc1646df4dc2

 NOTLAR:

[1] Müzede anlatı Antifaşist Mücadele bölümünden sonra değişiyor. Sosyalist Arnavutluk’un çökmesiyle birlikte son odalardan bazıları aceleyle ‘Rahibe Teresa’ ve ‘Komünistler çok kötüydü’ temasına büründürülmüş. Ancak içeriğin haklılığı-haksızlığı bir tarafa oldukça özensiz yapılan bu bölümler, ülke tarihine dair önemli ipuçları veriyor. Rahibe Teresa’nın yeni ulusal figür olarak kullanılması ve komünist dönemin ‘günahlarını’ ölçüsüzce çıkartma hevesi…

[2] Arnavutların geleneksel yeleği

[3] Yugoslavya’da yaşayan Arnavutların toplumsal statü olarak diğer cumhuriyet ortakları kadar pay alamamış olmaları da belki bu aradaki farkı açan nedenlerden biridir.


Kavel Alpaslan Kimdir?

1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.