Müzikli Atlas | Sovyetler Birliği’nde makineli tüfekli bir senfoni: Unutulan bir müzik dehası Avraamov
Piyano yakma fikri delice bile olsa, şaşırtıcı olan Avraamov’un ciddi ciddi bu öneriyi yapabilmesini mümkün kılan devrimci durumdur, Ekim Devrimi’dir. Sanatın proletaryanın devrimci mücadelesiyle, farklı bir toplumsal ilişki modelinin geliştirildiği bir dönemde sınırsızca buluşabiliyor oluşu sadece Avraamov gibi bir yenilikçiyi doğurmaz. Sinemadan şiire, fotoğrafçılıktan mimariye daha önce dünyanın yabancısı olduğu üsluplarda eserler üretilir.
Bir senfonide kullanılabilir sesler nerede son bulur? Sahneye dilediğiniz enstrümanları yerleştirebilirsiniz, böylece dilediğiniz ölçüde genişletebilirsiniz elbette. Peki ya aklınızdaki sahne, yükseltilmiş bir platform değil de bir şehrin tamamı ise? Tüm şehir sizin sahnenizse eğer, böylesi bir sahneye hangi enstrümanlar dahil olur? Toplar, tüfekler, sirenler, kornalar, insanlar, protestolar, fabrikalar, ordular, trenler, gemiler, uçaklar… Tüm bunlar da enstrüman olarak değerlendirilemez mi?
Geçtiğimiz yüzyılın belki de en sıra dışı senfonisi, Sovyet besteci Arseny Avraamov tarafından tam da bu düşünceyle gerçekleştirildi. Ekim Devrimi’nin 5. Yıldönümü'nde Avraamov, sosyalist Azerbaycan’ın kalbi Bakü’yü bir orkestraymışçasına yönetir. Kendisi devrimden sonra, geleneksel 12’li nota sisteminin temsilcisi olduğu için Sovyet makamlarına ‘tüm piyanoların yakılmasını’ önerecek kadar yenilikçidir. Gelin şehrin tüm seslerinin ustaca müziğe dönüştüğü bu devrimci deneyime doğru bir seyahate çıkalım. Fakat önce, militan bir devrimci olan Avraamov’un sirklerden, sürgünlerden, kavgalardan geçen yaşamına uzanalım.
YERALTINDA DEVRİMCİ BİR HAYAT
Avraamov’un hayatı, en az eserleri kadar dikkat çekicidir. Örneğin bir hayata, birden fazla ismi sığdırmıştır: 1886 yılında Novoçerkassk’te dünyaya gelen sanatçı, ‘Arslan-Ibrahim-ogli Adamov’, ‘Dimitry Donskoy’, ‘Axel Smith’, ‘Regent’, ‘Perditur’ ya da ‘Ars’ gibi isimleri yaşamının farklı dönemlerinde kullanır. Öldüğü tarih 1944’e kadar ise ‘Devrimci Arseny Avraamov’un kısaltması olan ‘Revarsavr’ lakabını taşıyacaktır, ki belki de kendisine en çok uyan da bu isimdir.
Aslında bakarsanız hikayesi enstrüman seslerinin çok uzağında, silahların ve topların arasında başlar. Ergenlik yıllarında askeri okulda topçu olmak üzere eğitim görür. Fakat gençlik yıllarında komünist düşünce ile de tanışmıştır. Dolayısıyla okulda yapılan tartışmalarda düşüncelerinin ortaya çıkmasıyla birlikte devrimci fikirleri ‘tehlikeli’ bulunur, polis gözetiminde askeri kariyeri başlamadan bitirilir.
Hal böyle olunca genç bir devrimci olarak üniversite çalışması yapmak üzere Kiev’e gider. Rusya’da yaşanan 1905 Devrimi üniversite sıralarına da sıçrar. Eğitim gördüğü üniversite de öğrenciler tarafından işgal edilir. Polis işgali bastırır ve ancak bu tarihten sonra Avraamov için yeraltı hayatı günleri başlar. Artık sahte bir pasaportla -ve hatta sahte bir eş ile- Dimitry Donskoy ismini kullanmaya başlar. Fakat Kiev’de aynı yıl yaşanan bir ayaklanma sürecinde, kentteki devrimciler ağır darbe alır. Avraamov’un evinde yapılan bir baskında çamaşır sepetinde bomba yapım malzemesi bulunduğu polis tarafından ortaya atılınca şehri terk etmek zorunda kalır.
‘BÜTÜN PİYANOLARI YAKMA’ ÖNERİSİ
Moskova’ya gelen genç komünist, şaşırtıcı bir şekilde hayatının direksiyonunu müzikten yana sert bir şekilde kırar ve Moskova Filarmoni Topluluğu’nun müzik okuluna dahil olur. Rusya’nın ünlü bestecilerinden, müzik teorisi üzerine dersler alır. ‘Ars’ ismini kullanarak çeşitli yayınlarda müzik eleştirmenliği yapar. 1912 yılında askerdeyken ‘Bolşevik propaganda yapma’ suçlaması nedeniyle hapse atılır, ama kaçmanın yolunu bulur ve sürgün yolunu tutar. Önceleri Norveç’te gemici olarak çalışmaya başlar. Gezici bir sirkte iş bulunca gemiciliği bırakır; binicilik, müzisyenlik, palyaçoluk ve akrobatlık yapmaya başlar. Sürgünden memlekete gelgitli bir sürecin ardından o günlerde yaşayan hemen hemen herkesin hayatını değiştirecek bir olay meydana gelir: Ekim Devrimi.
Bolşeviklerin 1917’de başkent Petrograd’taki Kışlık Saray’a girmesiyle birlikte tüm Rusya için büyük bir mücadele ve değişim süreci başlar. Tarihte ilk defa işçi sınıfının iktidarı başarılı ve uzun vadeli bir şekilde inşa edilmektedir. Eşsiz bir siyasi/toplumsal olayın kültür alanında da benzersiz yankıları olur. Proletkült Hareketi de bu anlamda yeni bir sanat anlayışını proletaryada bulan bir sanat akımı olarak Sovyetler Birliği’nde kendine vücut bulur.(1) Avraamov da devrimden sonra Proletkült’ün Müzik Departmanı Sorumluluğu’nu üstlenir. Çeşitli bölgelerde Eğitim Komitesinin kültür sanat komiseri olarak görevler alır. Kızıl Ordu’nun siyasi departmanında kültürel idarecilik yapar...
Avraamov’un da müzikal teori anlamında son derece devrimci kimi fikirleri vardır. 12’li geleneksel nota sistemine şiddetle karşı çıkar ve bunun yerine geçecek 48 tonlu, mikrotonal yeni bir sistem üzerine çalışır. Devrimci ruhla bir nevi sesin zincirlerini kırmaya yeltenerek “Müzik ve gürültü arasında herhangi bir çelişki görmüyorum” ifadelerini kullanır. Kendi de bu türde bir müzik anlayışına uyacak enstrümanlar yaratır, ‘ses kaynakları’ bulur. Örneğin ‘ultrakromatik’ müzik performansları için ayarları değiştirilmiş harmonyumlar (sayıları bir performans sırasında dördü bulabiliyor) ve özel hazırlıklı piyanolar kullanır. Ayrıca parmaklarına taktığı küçük tırmıkları andıran cisimlerle parmaklarının kapasitesini de arttırır.
Tüm bu çalışmaların ardından Avraamov, bugünün olmazsa olmazı kimi yöntemlerin de kapısını aralayacaktır. Örneğin müzik alanında kayıtlardan alıntı yapıp ardından farklı bir müziğin eklenme sürecine (sampling), sesin sentezlenmesine ve ses düzenlemelerine öncülük eder.
Hatta yenilikçi çalışmaları öyle bir seviyeye ulaşır ki devrimden sonra Sovyet yönetiminin Eğitim Komiseri Anatoli Lunaçarski’ye ilginç bir öneride bulunur: Oktav olduğu ve 12’li nota sisteminin temsilcisi oldukları gerekçesiyle ülkedeki bütün piyanoların yakılması…
SİRENLERİN SENFONİSİ
‘Piyanoları yakma’ önerisi gerçekleşmez. Zaten Avraamov’un kendi bildiği yolda yürümesi için illa piyanoların yanmasına da gerek yoktur. Ekim Devrimi’nin 5. Yıldönümünde sosyalist Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de inanılmaz bir gösteri hazırlar. Öğretmenlik yaptığı Bakü’de, tüm bir şehri sahneye çevirir. Ekim Devrimi’ni de şehrin çıkartabildiği tüm farklı sesleriyle birlikte işler. Hazırlıklar inanılmaz boyutlardadır. Orkestra üyelerini saymak gerekirse eğer: Sovyetlerin tüm Hazar Denizi filosu ve onların sis düdükleri, limana dizilen binlerce seslik koro, iki topçu bataryası, silahlarıyla katılan farklı piyade birlikleri, makineli tüfekler, deniz uçakları, 24 buharlı lokomotif ve şehirdeki tüm fabrikaların sirenleri, şehre senfoni için inşa edilmiş kulelerin üzerinde ellerindeki tabancalarla bekleyen işaretçiler, şehrin bütün otobüsleri ve otomobilleri...
Sadece bunlar da değil, Avraamov’un bir buharlı lokomotifi enstrümana çevirecek bir tasarımı vardır: Magistral adını verdiği bu ‘enstrüman’ dönemin trenlerle özdeşleştirilen fütürist ruhu düşünüldüğünde ayrıca değerli bir çalışmadır.(2)
Gösteride bildiğimiz anlamda bir ‘seyirci kitlesi’ yoktur. Bunun yerine söyledikleri şarkılarla bizzat senfonide yer alan çeşitli işçi koroları vardır. Anlayacağınız herkes senfoninin bir parçasıdır. Böylece proletaryanın gerçek rolünü, bizzat proletaryanın ta kendisi ile tüm bir şehre dinletecektir Avraamov. Kulesinde ellerindeki bayraklarla ve çeşitli işaretlerle yerini alır. İşte Bakü Limanı’ndaki bu noktadan yönettiği eşsiz senfoni böylece başlar. Nihayet şimdi sizin de karşınızda, Sirenlerin Senfonisi:
‘MUTLU KAOSU YENİDEN YÖNLENDİRMEK’
İşte böylece Enternasyonal’in sesi sirenlere, Varşavyanka’nın sesi top gümbürtülerine karışır. Üstelik bu ‘rastgele’ bir dizgi değildir. Mesele sadece marşların fabrika sirenlerine karışması da değildir. Hazar Denizi’ndeki filonun sis düdükleri, yahut sadece varlığı dahi bize Ekim Devrimi’nde Bolşeviklerden yana kilit bir rol oynayan Avrora kruvazörü ve onun mürettebatını hatırlatmaktadır. Fakat 1922 yılında Bakü’de takibindeki yıl Moskova’da düzenlenen Sirenlerin Senfonisi hakkında en güzel yorumu yine eserin sahibi yapmaktadır. Şöyle yazıyor Avraamov:
“Müzik, tüm sanatlar içerisinde, toplumsal örgütlenmenin en yüksek gücüdür. Çoğu antik mit kanıtlıyor ki insanlık bu gücün farkındadır. (…) Kolektif çalışma çiftçilikten askeriyeye, şarkılar ve müzik olmadan tasavvur edilemez. Kapitalizm altında fabrika işlerindeki yüksek derece örgütlülüğün, müzik örgütlenmesinde saygın bir formu yaratmış olabileceği bile düşünülebilir. Yine de, bizim Sirenlerin Senfonisi konseptine ulaşmamız için Ekim Devrimi’ne varmamız gerekiyordu. Kapitalist sistem anarşist eğilimlere ivme verir. İşçilerin birlik içerisinde ve yürüyüş halinde oluşundan duyduğu korku, kendi müziğinin özgürlük içerisinde gelişmesini engeller. Her sabah, kaotik bir endüstriyel kükreme halkı susturur. (…) Ama sonra devrim geldi. Aniden, akşam vaktinde -unutulmaz bir akşam vaktinde- bir Kızıl Petersburg, binlerce sesle dolup taştı: Sirenler, düdükler ve alarmlar. Karşılık olarak havaya ateş açan askerlerle dolu binlerce askeri kamyon şehri geçti. (…) Bu olağanüstü anda, alarm seslerini muzaffer marş Enternasyonal ile değiştirip mutlu kaosu yeniden yönlendirme imkânı olmalıydı: Büyük Ekim Devrimi!”
Avraamov, yaşamının geri kalanında da pek çok dikkat çekici çalışma yapar. Bunlardan biri görseli sese dökmenin yollarını arayışıdır. 1930’larda geometrik çizimlerin ses dalgası haline getirilişi ve animasyon üzerine çalışır. O dönem mikrofon ya da kayıt cihazları olmaksızın el yazısı geometrik çizimlerin sese dönüştürülebilmesi inanılmaz bir çalışmadır.
DEVRİMCİ KÜLTÜRÜN ‘DELİLİĞİ’
Hayatının son dönemlerini Kafkasya’daki halkların müziklerini araştırmaya verir ve 1944 yılında hayatını kaybeder. Yine de Avraamov’u anarken Sirenlerin Senfonisi ayrı bir yerde durmaktadır. Çünkü eğer müziğini kendi yaşamıyla birlikte tanımak istiyorsak bu senfoni sadece Ekim Devrimi’nin değil aynı zamanda kendi hayatındaki seslerin bir bütünüdür. Sanki askeri okullardan devrimciliğe, sirklerden sürgünlere, müzik okullarından devrimci kavgaya tüm bu hayat damıtılıp Sirenlerin Senfonisi haline gelmiştir de diyebiliriz belki.
Ancak daha geniş bir perspektifle değerlendirmek gerekebilir. Burada da Ekim Devrimi’nin açtığı ufku bir kez daha saygıyla ve biraz da hayretle anmamız lazım. Mesela Avraamov’un bazı çalışmalarını ‘delice’ bulabilirsiniz. Diyeceksiniz “Adam piyanoları toplatıp yakmayı önermiş, ne yani deli değil mi?”. Bunun yanıtını vermek bize düşmez. Ama piyano yakma fikri delice bile olsa, burada şaşırtıcı olan şey Avraamov’un önerisi değildir; Avraamov’un ciddi ciddi bu öneriyi yapabilmesini mümkün kılan devrimci durumdur, Ekim Devrimi’dir. Sanatın proletaryanın devrimci mücadelesiyle, farklı bir toplumsal ilişki modelinin geliştirildiği bir dönemde sınırsızca buluşabiliyor oluşu sadece Avraamov gibi bir yenilikçiyi doğurmaz. Sinemadan şiire, fotoğrafçılıktan mimariye daha önce dünyanın yabancısı olduğu üsluplarda eserler üretilir.
Değerini ise hiç olmadığı kadar bugün anlayabiliriz. Mesela militan devrimci ufuk yoksunluğunu siyasi alanda olduğu kadar kültürel alanda da hissediyoruz. Kültürel üretim süreçlerine geçmişin tekrarı ile devamlı bir suni teneffüs uygulanmakta. Eski iyi de yeni kötü değil elbette. Ancak yeninin devrimci ufukla bir araya gelişi ancak düşünce hayatımızda da farklı yolları önümüze serebilir. Aslında bakarsanız Avraamov’un dediği “Bizim Sirenlerin Senfonisi konseptine ulaşmamız için Ekim Devrimi’ne varmamız gerekiyordu” sözünden yola çıkabiliriz. Ekim Devrimi’nin ufku, her ne kadar geçmişin harabeleri arasında her zaman yeniden gün yüzüne çıkartılmayı beklese de tüm ihtişamıyla hâlâ karşımızda duruyor. Yeter ki ihtiyacı hissederek yüzümüzü dönelim.
Tekrar Avraamov’un ‘deliliğine’ gelirsek eğer, belki şöyle özetleyebiliriz: Asıl delilik yaşadığımız çağın sömürü düzenidir. Dolayısıyla devrimci ufkun bazen çılgınca bir genişliği kapsaması, kapitalist ‘deliliğin’ aksine kimseye bir zarar vermez. Üstelik düşünce dünyasında kapitalizmin açamayacağı kilitlerin anahtarlarını sunar.
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
2- https://www.rosarossaonline.it/2022/12/21/avraamov-arseny-autore-della-sinfonia-delle-sirene/
3- http://khismatov.com/The_Symphony_of_Industrial_Horns.html
4- https://monoskop.org/Arseny_Avraamov
5- https://daily.redbullmusicacademy.com/2017/07/revolutionary-arseny-avraamov
6- https://www.bbc.com/culture/article/20221103-arseny-avraamov-the-man-who-conducted-a-city
NOTLAR:
(1) Proletkült hakkında daha detaylı bilgiler için: https://www.e-skop.com/skopdergi/proletkult-hareketinin-kokenleri/3492
(2) China Mieville, Ekim isimli kitabında devrim çağının ‘demir ve lokomotif’ ile ilişkisini çok güzel bir şekilde açıklamaktadır. Stepan Grabinski’nin Hareket İblisi romanı da yine dönemin ruhunu yansıtmaktadır, dileyenler her iki esere de göz atabilir.
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024
Lübnanlı komünist tutsak Abdallah: Geri çekilmek rezilliktir 30 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI