Nagihan Çakar Bikiç: Sansür ne kadar dominant olursa olsun belgesel her zaman yolunu bulacaktır

Akademisyen ve yönetmen Nagihan Çakar Bikiç ile belgesel sinemayı konuştuk. Bikiç, "Bana kalırsa egemen baskısı, devlet otoritesi ve sansür ne kadar dominant olursa olsun görsel ve işitsel anlam üretme sürecinin en yaratıcı parçası olan belgesel türü her zaman yolunu bulacaktır" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İstanbul Kültür Üniversitesi’nde akademisyen olarak görev yapan Nagihan Çakar Bikiç, başta Zilan’ın Renkleri ve Büyükaşıklar olmak üzere çok sayıda belgesel film yönetir. Bu filmlerle çeşitli ulusal ve uluslararası festivalde ödüller kazanan Bikiç’in derlediği ve kaleme aldığı çok sayıda sinema kitabı da bulunuyor.

2020 yılında son belgeseli Pandemi’yi bitiren ve önümüzdeki günlerde festival sürecine başlayacak olan Nagihan Çakar Bikiç ile bir araya geldik ve belgesel sinemanın estetiğini, üretim biçimlerini ve yeni film projelerini konuştuk.

Nagihan Çakar Bikiç

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Aslında bu bahsettiğiniz şey üslup farklılığından başka bir şey değildir. Sanatçı, eserini hangi türde ortaya koyarsa koysun bireysel ve/veya toplumsal bir gerçekliği yakalamayı hedeflemektedir. Kurmaca türünde esere ait bir evren ve bir gerçeklik yaratılmaya çalışılırken belgesel türünde ya hazır halde bulunan gerçeklik ithal edilir ya da bu gerçekliğin bir izdüşümü yansıtılmaya çalışılır. Dolayısıyla kurmaca ve belgesel türünün gerçeklikle ilişkisi farklı gibi görünse de temelde ortak bir ilkede buluşmaktadır.

Bu aktardığım görüşlerden ötürü belgesel türünün bu tarz bir kısıtlamaya sahip olduğunu düşünmüyorum. Dediğim gibi bu bir üslup, en fazla bir bakış açısı farklılığıdır. Belgesel yönetmeni de kurmaca yönetmeni gibi gerçekliği, hayal gücünü ve daha da önemlisi gerçekliğinin içindeki hayal gücüyle, hayal gücünün içindeki gerçekliği tespit edebilir, ortaya çıkarabilir ve aktarabilir. Tek gereklilik, fikrin ve bu fikri aktaracak kişinin yetkin olmasıdır. Bu gerek şart tamamlandığında bir kurmaca film de bir belgesel film de izleyiciye benzer duyguları hissettirebilir, benzer düşünceleri aktarabilir.

Ayrıca belgesel türüne ait bir kısıtlamanın varlığını bir an kabul etsek bile bu kısıtlamanın kesinlikle olumsuz bir durum yaratacağı önermesi de soru işaretleriyle doludur. Tıpkı hayatta olduğu gibi sinemada da olumsuz durumlar olumlu durum ve duygulara gebedir. Kısıtlamalar her zaman değil ama bazen yaratıcılığı kamçılamakta, eserin yetkin bir yapıda inşa olması için gerekli süreçleri hızlandırmaktadır. Buna devrim sonrası İran sinemasını örnek gösterebiliriz bence.

'BELGESEL TÜRÜNE KARŞI BİR ÖNEMSENMEME DURUMU VAR'

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Uzun süredir belgesel film çeken yönetmenlerin yaşadığı çeşitli sıkıntıları görüyoruz ve kendimizde de deneyimliyoruz: Film festivallerindeki belgesel film kategorisinin ikinci sınıf tür muamelesi görmesi, belgesel film gösterimlerine kısıtlı yer verilmesi ve belgesel film ekibinin festivale çağırılmaması gibi. Hatta bazı festivallerde diğer kategorilerde eser üreten film yönetmenlerine gösterim ücretleri verilirken belgesel film yönetmenlerine verilmediği de biliniyor. Kısacası dediğiniz gibi belgesel türüne karşı bir önemsenmeme durumu olduğu aşikâr.

Fakat üvey evlat noktasından baktığımızda, eğer yaptığınız çalışmalar yetkinse, evrensel bir dile sahipse ve sinemasal estetik açısından -en azından- eli yüzü düzgünse bir şekilde karşılığını veya hak ettiği yeri buluyor bence. Ben de uzun süredir ulusal ve uluslararası festivallerde jüri üyeliği yapıyorum. Filmleri değerlendirirken titiz olmaya çalışıyor, hak ettikleri dereceyi ve değeri vermeye çalışıyorum. Ve görüyorum ki benim gibi düşünen ve hareket eden festivaller ve festival jürileri çokça var. Yani ‘üvey evlat’ içinde bulunduğumuz durum için biraz koyu bir sıfat gibi görünüyor sanki.

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Belgesel film tarihine baktığımızda ilk örnekleri sinemanın başlangıcı sayıldı gerçekten de. Örneğin, Lumiere Kardeşler’in 1895 yılında çektikleri Trenin Ciotat Garı'na Girişi hem ilk filmlerdendir hem de ilk belgesel filmlerdendir. Bunlar bir belge niteliği taşıyordu tabii ve içinde kurgu ve/veya yaratıcılık olmayan çalışmalardı. Sadece gündelik hayattan bazı kesitler tüm çıplaklığıyla kayda alınıyordu. Söylediklerim bu çalışmaları kabul etmemek veya önemli saymamak gibi algılanmasın fakat ilk belgesellere baktığımızda sadece konuya seyirci kalmaktaydık. Yani hepsi belgelerin kayıt edildiği belgesellerdi.

Ancak ne zaman konuya yönetmenin kurgu anlayışı ve sinema dilinin kuralları girmeye başladı işte o zaman belgesel türü, sinema endüstrisi içinde ciddi bir yer edinmiş oldu. Teknolojinin bu konudaki gelişimine bağlı olarak sinemanın bir türü olarak belgesel türü de kendini yeniledi ve çeşitli yönetmenler bu alanda özgün eserler ortaya çıkardı. Örneğin; Chris Marker, D. A. Pennebaker, Charles Ferguson, Michael Moore ve Adam Curtis gibi isimler belgesel sinemanın geçmişten günümüze yaşadığı dönüşümde ve gelişimde önemli isimlerdir ve hatta belgesel sinema sembolleridir.

Günümüzde geldiğimiz nokta ise belli bir estetik anlayışına ve yaratıcılığa sahip belgesel filmlerin her yerde ve her zaman karşımıza çıkabildiği bir nokta. Film çekme olanaklarının herkes için belli bir gelişme kaydetmesi ve bu olanakların ulaşılabilirliği, bunun yanında postmodern sürecin en önemli getirilerinden biri olan çoğulcu mantık bizleri buralara getiren sürecin temel dinamikleri.

'BELGESEL, BİLGİ İŞLEVİ BULUNAN ESTETİK BİR TÜRDÜR'

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Daha önce de söylediğim gibi, belgesel, bilgi verme işlevi bulunan estetik bir türdür. Bilgi verme daha doğrusu izleyiciyi belli bir konuda bilgilendirme, belgesel türünün temel amaçlarından bir tanesidir. Bu yüzden belgeseli salt bir bilgi verme aracı olarak görmek problemli bir bakış açısı ortaya çıkaracaktır. Aslında her film türü bilgi verir veya bunu bir amaç edinir lakin belgeselin bunu kanıtlama zorunluluğu vardır. İşin estetik kısmı da tam olarak burada devreye girer yani kanıtların sunulması kısmında. Aslında çok formel bir görünümde olan bu kanıtlar, belgeselin sinema dili aracılığıyla estetik bir boyut kazanır.

İkinci sorunuza gelirsek, bahsettiğiniz tarzda çalışmaları estetik bağlamında umut verici ve olumlu buluyorum. Herkesin bir fikrinin olması ve herkesin fikrini filme çekebilecek olanaklara sahip olması yani günümüzün teknoloji temelli postmodern evreni, insanların potansiyellerini ortaya koyabilme ve kendilerini gerçekleştirebilme arzularına cevap verebiliyor. Tabi ki eleştirebileceğimiz veya olumsuz bakabileceğimiz pek çok nokta var fakat çoğulculuk ve üretim devinimi umut verici.

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bu sorunun cevabını İran sineması üzerinden örneklendirerek vereyim. Bildiğiniz gibi orada sistemin ve devletin baskısı had safhada. Buna rağmen yönetmenler büyük bir umut içinde kendilerini ifade etmenin, farklı bir şey ortaya koyabilmenin ve farklı bir bakış açısına dikkat çekebilmenin yollarını arıyorlar. Abbas Kiorastiami bir keresinde işini bilen bir yönetmenin sistemle barışık gibi görünerek, sisteme rağmen fakat sistemin içerisinde kalarak üretimde bulunabileceğini söylemişti. Kısacası bence bu durumdan şikâyet etmek beyhude bir pasifleşmesi beraberinde getiriyor.

Bunun yanında belgesel sinemasının delici ve hatta devrimci bir özelliği olduğu da aşikâr. Bilhassa, insanların görsel enformasyon bombardımanına son derece alıştığı ve artık bunu bir gereklilik olarak gördüğü günümüzde, görsel ve işitsel olarak bir noktaya işaret etmek, bir anlam yaratmak ve kendini ifade edebilmek en önemli şey. Dolayısıyla bana kalırsa egemen baskısı, devlet otoritesi ve sansür ne kadar dominant olursa olsun görsel ve işitsel anlam üretme sürecinin en yaratıcı parçası olan belgesel türü her zaman yolunu bulacaktır.

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Dijital platformların artmış olması, alternatif platformların gelişmesi yönetmenlerin filmlerini bu alanı kullanarak seyirci ile buluşturması noktasında çok önemli. Çünkü internet aracılığı ile filmlerinizi sadece Türkiye’deki yapımcılara değil dünyanın diğer ucundaki bir platformda da gösterebiliyorsunuz. Dolayısıyla sağduyulu bir yaklaşımla bu yeni durumun olumlu sonuçlar doğurabileceğini söyleyebiliriz.

Bunun yanında sermaye sahibi-sanatçı ilişkisinin de tekrar ele alınması ve değerlendirilmesi gerekiyor. Zira geçmişte de örneklerini sıkça gördüğümüz gibi platform sayılarının artması ve bir işe harcanan paranın nicel olarak büyümesi bir özgürleşmeyi her zaman beraberinde getirmiyor. Burada mesleki etik, sistemle kurduğunuz organik ilişki ve benzeri şeyler kilit rol oynuyor. Kısacası geçmişe oranla her şey hem çok kolay hem de çok daha zor. Her şey daha kolay çünkü herkes belgesel çekebilir. Her şey daha zor çünkü herkes belgesel çekiyor.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Pandemi döneminde pandemi ile mücadele ve sağlık personellerinin çabalarını konu alan belgesel film hazırladım. Bunun dışında kitaplar, çeşitli akademik makaleler yazıyorum. Sosyal sorumluluk projeleri ve sektör-üniversite iş birliği bağlamında çalışmalar yapıyorum. Pandemi sürecinde online eğitim sisteminde derslerimi veriyorum.

Durmayı hiç sevmiyorum sürekli üretmeye odaklanmış bir ruha sahibim. Üretim yapmadığım ve çalışmadığım bir gün gerçekten kendimi hasta ve motivasyon olarak çok güçsüz hissediyorum. Hem sahada çeşitli üretimler yapan yönetmen olmaktan hem de sinema alanında çalışan bir akademisyen olmaktan çok mutluyum, kendimi bu konuda şanslı görüyorum. Elimden geldiğince bu konudaki deneyim ve tecrübelerimi öğrencilerime de aktarıyorum. Sadece akademik çalışmalar yaparak sinemayı ve sinema yapmayı anlatmanın eksik ve yetersiz bir çaba olduğunu düşünüyorum. Sinema yapmayı anlatan bir akademisyen aynı zamanda sahada da çalışmış, film üretmiş ve set deneyimini yaşamış kişi olmalıdır. Çünkü bence ancak o zaman doğru sinemacılar yetiştirmenin yolları bulunabilir. Yani sektör ve üniversite iş birliği her zaman önemli ve gereklidir.