YAZARLAR

Narin için...

Çocuklar evde, okulda, sokakta istismara uğruyor. Bazen akranlarından bazen büyüklerinden. Ve biz çocukları koruyamıyoruz. Evde de okulda da sokakta da koruyamıyoruz. Narin’i de koruyamadık. Şimdi arkasından ağıtlar yakıyor, sosyal medyada paylaşımlar yapıyoruz. Başka bir cinayete kadar yavaşça unutacağız. Çocuklarını koruyamayan bir ülkede yaşadığımızı bazen unuttuğumuz gibi.

Her ay posta kutuma Bianet’ten bir mesaj düşüyor. Mesajın başlığındaki aylar ve sayılar değişiyor: "Erkekler, Ağustos’ta en az 27 kadını ve altı çocuğu öldürdü." Bizim ülkemizde ‘erkek şiddeti çetelesi’ tutmak zorunda kalan platformlar, sivil girişimler var. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun internet sitesinde de bir ‘anıt sayaç’ var. Sayaçtaki sayı her gün değişiyor. Buraya kadar okuduklarınızdan midenize bir ağrı oturdu mu? Otursun, çünkü Narin öldürüldü.

Bu ülkede öldürülen on binlerce çocuk gibi Narin de öldürüldü. Erkeklerin, ailenin, yakınların, uzakların şiddeti yine bir çocuktan esirgenmedi. Bu satırları yazarken Narin’in cenazesinin üzerine gelin duvağı konmuş, içeriden televizyona söven annemin sesini duyuyorum. "Duvak yerine okul önlüğü koysaydınız, pis herifler" diyor. Kız çocuklarına istismar nesnesi olarak bakan erkeklerin fikri mi, yoksa çocuklarını erkeklerden koruyamayan kadınların fikri mi bilinmez çocukların geleceğini gelin olarak hayal etmek. Ama çocukların tabutuna duvak koyan bir gelenek hepimizin eline kan bulaştırır. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına destek veren tüm kadın milletvekillerinin eline bulaşan kan gibi. Erkeklerin eli zaten kanlı.

Çocuklar evde, okulda, sokakta istismara uğruyor. Bazen akranlarından bazen büyüklerinden. Ve biz çocukları koruyamıyoruz. Evde de okulda da sokakta da koruyamıyoruz. Narin’i de koruyamadık. Şimdi arkasından ağıtlar yakıyor, sosyal medyada paylaşımlar yapıyoruz. Başka bir cinayete kadar yavaşça unutacağız. Çocuklarını koruyamayan bir ülkede yaşadığımızı bazen unuttuğumuz gibi.

Ülkedeki bütün siyasal iklimin iki cephe arasında yaşandığı bu kutuplaşmanın sonunda birbirimizden ayrı düşmeyeceğimiz konular olması gerekmez miydi? Toplumun ortak değerleri mesela? Sahi, bizim ortak değerimiz ne? Aile mi, büyüklere saygı mı, küçükleri sevmek mi? Ortak değerlerimiz mi kol kırılır yen içinde kalır diyerek sosyal çürümenin başlangıcı aileyi kutsamak? Ortak değerlerimiz mi sosyal medyada Narin aranırken yalan haber yaydırıyor? Ortak değerlerimiz mi haberlere yayın yasağı getiriyor? Ortak değerlerimiz mi doğru bilgiye ulaşmamızı engelletiyor? Toplumun ortak tek bir değerinin bile kalmaması içler acısı değil mi? Kadınlara, çocuklara, hayvanlara, doğaya zarar verenler, zarar verenleri destekleyenler, zarar verenlere karşı susanlarla bir ortak değerim yok benim. Bu koşullar altında ülkede doğru bilgiye ulaşmak için çabalayan gazetecileri desteklemekten, ‘haberleri çekinmeden veren yayıncıları da denetleyeceğim, lisans alsınlar’ diye bağıran RTÜK’e sen hangi ortak değerleri temsil ediyorsun diye sormaktan, kadınları insan olarak görmeyen domuz bağcılarını destekleyen siyasetçilere karşı durmaktan çekinmeden, önümüze konulandan daha fazlasını hepimiz için hak ettiğimizi ve gerektiğinde karşı olduklarımızın tarafında olup mağdur olanın da yanında olacağımızı haykırmaktan başka çaremiz yok.

Geçtiğimiz Ocak ayında Oksijen Gazetesi’ne yazdığım "ekranın işlevsiz aileleri" başlıklı yazıdan bir alıntı yapmak istiyorum. "Geçtiğimiz haftalarda bir sokak röportajıyla sesini duyduğumuz Zeliha Bürtek’in gündemimize düşürdüğü 'sosyal çürüme' kavramını Ayşe Çavdar Medyascope’ta çürümenin bir ahlak haline dönüşmesi olarak tanımlıyor. Televizyon ekranındaki ailelerin işlevsizliğini çürümeyle, ahlaksızlığın norm haline gelmesiyle açıklayabilir miyiz? Dizilerdeki aileler kurgusal varlıklar olarak toplumla koşut olmak zorunda mı diyebilirsiniz. Bence kurgu hikayelerin ailesindeki değişim senaristlerin hayal gücünün enginliğini değil yukarıda konuyu dağıtmamak için 'ağır yaşam şartları' deyip geçtiğim gündelik deneyimleri yansıtıyor." İşte bu ağır yaşam şartları televizyon ekranına haber olarak değil, dizi olarak gelince bazen karşı çıkıyoruz, gerçekçilik arıyoruz. Kız çocuklarını evlendiren tarikat hikayelerine yasak geliyor, çocuklarını çöpe atan anne olur mu deniyor, aile içi şiddet biraz abartılmamış mı diye düşünülüyor. Gerçekçilik mi arıyoruz, işte gerçek: Narin öldürüldü.

Bu hafta televizyonda yeni diziler izlenecek, eski dizilerin yeni bölümleri merak edilecek. Yeni dizilerin birkaçında çocukken istismar edilen, çöpe atılan, yalnız bırakılan kişilerin hikayeleri var. Bu diziler yayınlarının başına Narin için bir cümle ekleseler, unutmamamız için küçük bir adım olurdu...

Bir de gazetecilere, editörlere not: Narin’in eski fotoğraflarını, videolarını paylaşıp durmayın. Çocuğun düğüne gittiğinde dans ettiği videonun, romantikleştirilmiş siyah beyaz fotoğraflarının yayınlanmasının Narin için, öldürülmüş bir çocuk için faydası yok, saygısızlığı çok.


Aylin Dağsalgüler Kimdir?

Lisans eğitimini Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. City University of London’da Uluslararası İletişim alanında yüksek lisans yaptı. İstanbul Üniversitesi’nde Radyo-Televizyon-Sinema alanında doktora derecesini aldı. 2005 yılından itibaren İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Bölümü’nde çalışıyor. Medyanın ekonomi politiği, ağ toplumu, televizyon kültürü ve izleyici çalışmaları alanında dersler ile medya için proje üretimi dersi veriyor, bu alanlarda akademik çalışmalar yürütüyor. Avrupa Birliği, İstanbul Kalkınma Ajansı ve Poynter Institute destekli projelerde yönetici olarak çalıştı. 2015-2022 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Dekan Yardımcısı olarak görev yaptı. Akademik çalışmalarına ek olarak RGB YouTube kanalında Diziwiz ismiyle dizilerle ilgili 45 bölümlük bir sohbet programını öğrencileriyle birlikte hazırlayıp sundu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Toplum Ruh Sağlığı Bilim Kurulu üyesidir.