Nasıl birleşti bu baş bu bedenle!
Çirkinliğin ortadan kalktığı filtreler çağında, ömrü boyunca içini kemiren çirkinlik kuruntusuyla yaşayan Ahmet Hâşim’i okumak bizi neyden kurtarır?
İki basamaklı yaşların başında, can sıkıntımın uğrak yerleri arasında mizah dergisi Ustura vardı. Hem adının ilginçliğiyle hem de dergi isminin yazılış biçimiyle dikkatimi çekerdi. Tatlı bir el yazısı fontu, t’si usturadan... Babamın gençliğinden kalan bir koleksiyon. Kimi anladığım kimi anlamadığım espriler, karikatürler, yazılar... Ustura’ların arasına karışmış birkaç edebiyat dergisi... Adları bende yer etmemiş. Sayfalarını çevirip başlıklara bakarken bir cümle seçiverdi gözüm bir yazının tam ortasından: “Ahmet Hâşim çirkinliğini gecede saklar, ekseriyetle geceleyin dışarı çıkardı.” Etkisi sarsıcı hatta kalıcı birkaç satır.
Ahmet Hâşim kimdi bilmiyordum. Ama o saatten sonra masalın deviydi benim için. Zaten babam da “Büyük şair, büyük yazar” demişti.
Çirkinliğini gecede saklamak... Can sıkıntım geçsin diye oyalanırken başka türlü bir sıkıntı basmıştı. Cümle huzursuz etmişti. Bir yandan da geceleri sokaklarda gezen, pelerini yalnızlıktan bir adam hayal etmiş ve kimselere benzemeyen Hâşim’in ne kadar etkileyici biri olabileceğini düşünmüştüm. Huzursuzluğun sebebini o gün anlamam imkânsızdı. Yıllar sonra, o ânın ötekiyle bir karşılaşma olduğunu ve bu cümlenin, bir ötekinin neler yaşayabileceğini kulağıma fısıldadığını anladım. Farklıya/ötekine hayranlık böyle başladı. Çoğunluğun dışında kalanlar için yaşamın ne kadar daraltılabileceğini henüz bilmiyordum.
Uzun yıllar Ahmet Hâşim’in yüzünü hiç merak etmedim. Düzene ve etrafa ayak uyduramadığımda, kimselere benzemeyen Hâşim’i hatırlayıp çoğu kez iyi hissettim. Onun bir satırını, bir dizesini bilmeden gönülden gönüle tuhaf bir bağ... “O Belde” ve “Merdiven” şiirleriyle ders kitaplarımızda yer aldığında silik bir fotoğrafını ilk kez gördüm. Çirkin miydi? O meşhur şiiri “Başım”ı keşfedince çirkin hissettiğini, bu düşünceyle kendini acımasızca hırpaladığını hemen anlayıverdim. “Bîhaber gövdeme gelmiş, konmuş/Müteheyyic, mütekallis bir baş!/Ayırır sanki bu baştan etimi/Ömr-i ehrâma muâdil bir yaş!” dörtlüğüyle başlayan şiirde Hâşim, “Âh Yârabbî, nasıl birleşti/Bu çetin başla bu suçsuz bedenim?” dizeleriyle isyan ediyor, gövdesi üstündeki başına ifrit yakıştırmasını yapıyordu.
Zamana yayılan Ahmet Hâşim okumaları... Abdülhak Şinasi Hisar’ın şairin hayatını ve şiirini anlattığı kitabı, Yakup Kadri’nin hatıralarındaki Hâşim... Derken Beşir Ayvazoğlu’nun o müthiş biyografi kitabı: Hâşim-Ömrüm Benim Bir Ateşti. Beşir Ayvazoğlu Hâşim’i mazi kuyusundan çıkarıyordu. İlk kez 2000 yılında yayımlanan kitabın en etkileyici yanı da buydu.
“Ahmet Hâşim çirkinliğini gecede saklar, ekseriyetle geceleyin dışarı çıkardı.” Çocukluk günlerinden bugünlere kadar kucağımda taşıdığım bu cümlenin tam olarak doğru olmasa da gerçeklikten çok uzak olmadığını, Beşir Ayvazoğlu’nun biyografisini okuduktan sonra anlamıştım.
Abdülhak Şinasi Hisar, arkadaşını yüzündeki Halep çıbanına benzer yara izi ve seyrek saçlarıyla kendini olduğundan daha çirkin sanan biri olarak anlatıyor. Yakup Kadri ise büyük şairin “kendini cemiyet kadar tabiatın da gadrına uğramış” sandığının altını çiziyordu.
Yakup Kadri anılarında, kafasını biçimsiz, yüzünü çirkin ve kendini vaktinden önce ihtiyarlamış bulan Hâşim’in bu düşüncelerinin, onu “insandan kaçar, yarı vahşi bir kimse” durumuna soktuğunu belirtiyor. Öyle ki gün geliyor Yakup Kadri’ye şunları söylüyor şair: “Dün gece gözüme bir lahza uyku girmedi. Önce şu alnımın çıkıklığını düzeltsem acaba nasıl olurum? dedim. Sonra, baktım ki, burnum da küçülmeye, biçime girmeye muhtaçtır. Haydi onu da yaptım farz edelim. Ya gözlerimin rengini nasıl değiştirebilirim? Ağzımla yanağım arasındaki yara izini nasıl silebilirim? Ya şu, ya bu derken en sonunda bu kafayı dibinden kesip atmaktan başka çare olmadığını anladım!”
Ahmet Hâşim, kişilik özellikleriyle, ruhsal çalkantılarıyla, edebiyat tutkusuyla ve Araplığı hatırlatılarak yaşadığı ayrımcılıkla fırtınalarda savrulmuş ama çok fırtınalar da çıkarmış biri. Edebiyatımızın en nevi şahsına münhasır kişisi. Yıllar içinde tekrar baskılar yapan Hâşim-Ömrüm Benim Bir Ateşti, şairin yeni nesillerle arasındaki vazgeçilmez köprü olarak sapasağlam duruyor.
Çirkinliğin ortadan kalktığı filtreler çağında, Ahmet Hâşim’in hayatını okumanın bambaşka bir boyutu olabileceğini itiraf etmeli. Yeni nesillerin can sıkıntısına, üzüntülerine, güzellik takıntılarına Ahmet Hâşim’le bakmalarını ummak toz pembe bir hayal mi olur? Filtreler çağında, ömrü boyunca içini kemiren çirkinlik kuruntusuyla yaşayan Ahmet Hâşim’i okumak kusursuz ve dümdüz olma sevdasının sahteliğini yüze vuruyor.
Hâşim’in içini kemiren çirkinlik kuruntusuyla geçen ömrü, fırtınalı iç dünyası, hayatla uyuşmazlığı, sıra dışı zekâsı ve şiiri bugün özgürlük ve özgünlük manifestosu kabul edilebilir.
Hamiş: Yazının ana görseli, John Hamilton Mortimer, Bir Grubun Karikatürü, 1776