NATO’da çelme! Bakalım taklayı kim atacak?
Hesaplaşmanın sonu gözükmüyor. Bu süreçte Erdoğan ikili oynayıp hem NATO’yu hem Putin’i memnun etmeyi denedi. Rusya ile başlayıp Çin’le devam edecek bir hesaplaşma sürecinde Anglo-Amerikan ekseni Türkiye’yi daha fazla kendi oyunlarında görmek için bastıracaktır.
Ukrayna savaşı İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan küresel düzenin kodlarını değiştiriyor. Belirsiz, düzensiz ve rotasız bir değişim karmaşası. Krizler peşi sıra geliyor. Sırada İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girme meselesi var. Türkiye’nin veto kartını göstermesi ortakları yeni bir test sürüşüne çıkarıyor. Anglo-Amerikan ortaklığı, ateşi Ukraynalılar eliyle sürekli harlıyor ki hegemonya ebediyet kazansın! Senkronize ve vekâletimsi melez savaşlar karşısında Türkiye’den beklenen arıza değil sadece katkı.
Nordik ülkeleri arasında barış zamanında topraklarında yabancı asker istemeyen ve bölgede Rus çıkarlarını da gözeten Norveç’in soğukkanlı NATO üyeliğinin yanı sıra ‘deli yürek’ NATO’cu Danimarka’nın ittifaktaki varlığı, Finlandiya ve İsveç’in tarafsızlık politikalarının Anglo-Amerikan ekseninde yarattığı rahatsızlığı emiyordu. Bunlar kuzey kanadında iki sütundu. Kutup bölgesinde küresel ısınmaya paralel Arktik’teki rekabet bölge ülkelerini Nordik Savunma Ortaklığı’nda (NORDEFCO) buluştururken İsveç ve Finlandiya da NATO ile safları sıkılaştırdı. Bu iki ülkenin küçük ama seferberlik kapasitesi yüksek ordulara sahip olduğunu da not edelim. Rusya’nın Kırım’ı iltihakı tarafsızlık fikrini biraz daha zayıflattı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Finlandiya ve İsveç’i bugüne kadar kaçındıkları yol ayrımına sürükledi. Rusya lideri Vladimir Putin’in hesap hatalarından biri bu iki ülkenin tarafsızlık gibi çok değerli bulunan bir siyaseti bırakabileceğini öngörememesiydi.
Ukrayna savaşıyla birlikte Amerikalılar ve İngilizlerin ancak rüyasında görebileceği bir fırsat doğdu. NATO zemininde Avrupa’nın müteredditleri yeniden hizalanıyor. Bu, Rusya açısından müthiş bir ters sonuç. Halbuki Irak, Suriye ve Afganistan’daki tek taraflı adımlarla Amerikan hegemonyası pörsümüş, Putin Ukrayna’da hızlı bir zaferle bu durumu derinleştirmek istemişti. İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş’ın bitişi ve Balkan savaşlarından sonra Avrupa’da dördüncü Amerikan günü bugün. Ne var ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine karşı çıkarak ABD’nin gününü mahvedebilecek bir poz verdi. Tam da Bayraktar'ın TB2’lerle Rusya’nın canını acıtan rolü, Montrö’yü uygulama kararlılığı ve Suriye istikametindeki Rus uçaklarına Türk hava sahasını kapatan kararıyla İngiliz ve Amerikalıların gözüne girmişken! Ukrayna’dan sığınmacı baskısına paralel Türkiye’nin sığınmacıları tutan bariyer konumu değer kazanmışken! Erdoğan’ın Batı’da diplomatik tecridi kırılmışken! Ve de Washington, “Stratejik özerklik” diyen Avrupalıları yola getirmişken…
Kafa karıştırıcı gelebilir. Fakat artık Erdoğan klasiği bu; çelişkileri kullanıp taviz koparmak ve kendi siyaset tarzına rıza üretmek. Fakat bu siyaset manevra alanı açsa da Erdoğan’ı kımıldayamaz hale de sokabiliyor. Bu cendereden çıkmak da “U” dönüşlerini gerektiriyor.
1980’de cunta, bir diyet olarak Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne geçit vermişti. Erdoğan şimdi bu hatayı tekrarlamayacaklarını belirtirken gerekçe olarak şunu öne sürüyor: “İskandinav ülkeleri terör örgütlerinin adeta misafirhanesi gibi."
Finlandiya Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto, “Türkiye daha önce Finlandiya’nın NATO’ya katılması için olumlu görüş bildirmişti” diyor. Erdoğan’ın gerekçeleri o zaman yok muydu? Sözünü ettiği örgütler Avrupa’nın her yerinde. Erdoğan bu gerekçeyle Batı ile gemileri yakabildi mi? Özellikle İsveç’e parmak sallıyor ama YPG ve PYD’yi Élysée Sarayı’nda ağırlayan Fransa karşısında ölçülü olmayı da biliyor. İşine geldiğinde YPG-PYD temsilcilerini Ankara’da ağırlamadı mı? İç ve dış düşman üreten, ülkeyi kendinden gayrısına nefes alınamaz hale getiren rezil siyaset mezara girseydi ayakları bu kadar çelişkiye dolanmazdı.
Belli ki NATO’daki veto kartıyla bir yandan Stockholm ve Helsinki’yi tutum değişikliğine zorlamak diğer yandan ABD ve AB’yi başka konularda pazarlığa çekmek istiyor. Malum New York’ta Halk Bank davasında soruşturma derinleştikçe ipin ucu Saray’a çıkıyor. Erdoğan’ın F-16 pazarlığından daha çok ilgilendiği mesele bu. Elbette Trans-Atlantik ilişkilere çok önem veren kanatlar F-16 paketi için bastırıyor ve bu mesele müzakerelerin başında geliyor.
Ankara, Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) desteğin kesilmesi konusunda da beklentiyi canlı tutuyor. Ancak Biden yönetimi SDG’ye bütçe tahsisatından geri adım atmadı. Suriye’nin kuzeydoğusunu yaptırımlarından muaf tutan karar da yolda. İç siyasetin yakıcı konusu haline gelen Suriyeli sığınmacıların 1 milyonunu seçimlere kadar geri gönderme planı için de destek arıyor.
Bunların da ötesinde 2023 düzlüğünde her türlü hukuksuzluk ve zorbalık karşısında peşinen sessizliği garantilemek istiyor. Gezi’ye kesilen cezalar, Canan Kaftancıoğlu’na mahkûmiyet, HDP’ye kapatma davasıyla müttefikler test ediliyor. Şimdilik Erdoğan’ı endişelendirecek düzeyde bir tepki yok. Erdoğan, Türkiye’nin stratejik konumunu kendi hırsları için araçsallaştırıyor ve müttefiklerin sahtekâr sicili sayesinde bir şeyler alıyor.
Peki, Erdoğan “şantaj” olarak algılanan bu siyasetiyle ABD’den istediğini koparabilir mi? Ya da ipleri nereye kadar gerebilir? Kopma noktasında kopanın kim olduğuna dair örnekler birikti. Eski Başkan Donald Trump’ın 2018’de yaptırımları dayatıp Rahip Brunson’ı alması bunlardan birisi. Yine 2019’da Trump’ın tehditleri üzerine Barış Pınarı Harekâtı hedefin gerisinde durdurulmuştu. Trump harekâtın başladığı 9 Ekim 2019’da yazdığı mektupta şunu diyordu: “Binlerce kişinin katledilmesinden sorumlu olmak istemiyorsun, ben de Türkiye’nin ekonomisini mahvetmekten sorumlu olmak istemiyorum ve ederim de… İyi şeyler olmazsa sonsuza dek şeytan olarak görüleceksin. Sert bir adam olma. Aptal olma.”
Bu mektup iş gördü mü, gördü. Sineye çekildi mi, çekildi. Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü hata olarak görüyor ama Mavi Vatan köpürtmesiyle Yunanistan’ı daha fazla silahlandırdığı, Fransa ve ABD ile savunma anlaşmaları yapmaya ittiği, komşuda Amerikan çizmelerine daha fazla yer açtığı gerçeğini es geçiyor.
Şimdi NATO çengeliyle ilgili olarak da Erdoğan’ın siyaset tarzına bağışıklık kazanan muhataplar “Eyvah” demiyor, “Eyvallah” demedikleri gibi. Beyaz Saray da alttan alıyor: "Türkiye'nin konumunu netleştirmeye çalışıyoruz." Demek ki pozisyon oynak. Erdoğan’dan hemen sonra sözcüsü İbrahim Kalın “Kapıyı kapatmadık” deyip yelkenleri azcık suya saldı. Pazarlık döner ve günün sonunda Erdoğan yeşil ışık yakar, beklenti böyle. 2019’da YPG’ye “terör örgütü” olarak değinmediği için NATO’nun Baltıklar ve Polonya programını bloke eden Ankara, kararından birkaç ay sonra nasıl döndüyse burada da belli vaatlerle viraj alınabilir. Cumartesi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Fin ve İsveçli mevkidaşlarıyla görüştü, ardından NATO uzlaşının bulunacağı umudunu paylaştı.
Beri tarafta Erdoğan, Putin’i teskin edecek jestlerde bulunma ihtiyacı duyuyor olabilir. Sonuç vermeyen arabuluculuk çabası ve yaptırımlara iştirak etmeme kararı yeterli gelmeyebilir. Malum Akkuyu Nükleer Santrali’nin tamamlanması, doğalgaz ve buğday ithalatının kesilmemesi, Rus turistlerin rotayı kırmaması elzem.
Normalde Erdoğan’ın vetosu, Kremlin’in Finlandiya ve İsveç’i caydırmaya dönük tehditkâr stratejisinden çok daha işlevsel olabilir! Lakin Ruslar, Erdoğan’ın çıkışlarından keyif alsalar da bunu ‘şark kurnazlığı’ olarak görüyorlar.
Erdoğan’ın sertleşme-yumuşama döngüsüne parmak basarken niyetim “NATO’nun genişlemesi hayırlıdır” demek değil. İsveç ve Finlandiya “NATO üyeliği Kuzey Avrupa'da çatışma riskini azaltacaktır” ve “Üyelik ülkenin güvenliğini ve tüm savunma ittifakını güçlendirecektir" retoriğiyle kendi halklarını hazırlıyor. Bunu palavra olarak görenler de az değil. NATO, Rusya sınırlarına sokulma stratejisiyle Ukrayna’yı adım adım felakete itti. Son Ukraynalıya kadar yolu var. Gelişmeyi tehdit olarak görüp “NATO'nun genişlemesi Avrupa'yı daha güvenli yer yapmaz" diyen Rusya özellikle 1400 kilometrede sınırdaş olduğu Finlandiya’ya doğru konvansiyonel ve nükleer güçlerini konuşlandırabilir. İlk tepki elektriği kesmek oldu. İki ülke arasında karşı ittifaka katılmamayı garanti eden 74 yıllık dostluk anlaşması tarih oluyor.
Avrupa’da tetiklenen militarist dönüşüm Baltıklara da taşınıyor. Karşılıklı tırmanışla bölge dünden daha fazla güvenli olmayacak. Yarın bir gün İsveç ve Finlandiya tarafsızlık pozisyonuyla diplomaside cüsselerinden daha fazla yer edindiği eski günleri hayırla anabilir.
ABD ve İngiltere’nin Avrupa’yı istediği kıvama sokması Çin’i kuşatma stratejisi için de ön hazırlık anlamına geliyor. Bu eksenin sözcülerinden “NATO’nun Pasifik ve Hint Okyanusu bölgesinde küresel sorumluluk taşıdığı” vaazını dinliyoruz. Fakat Avrupa hamuru henüz hegemonyaya güven verecek kıvama ulaşmadı. Evet savaşın yarattığı şok belli maliyetlerin üstlenilmesini kolaylaştırıyor. Ama maliyetin katlanılamaz hale gelmesi ya da savaşın beklenenden erken bitmesi bu hamurun kıvamını bozabilir. İngiliz-Amerikan kışkırtmasındaki kesintisizliğin nedeni işte bu belirsizlik. Finlandiya ve İsveç’in kulübe girmesi de Avrupa’nın koçbaşlarındaki ‘stratejik özerklik’ arayışını bitiremeyebilir. Başka açmazlar da var. Afrika, Asya ve Orta Doğu’da belli başlı aktörler bu ava eşlik etmek istemiyor. Daha da önemlisi Rus-Çin yakınlaşması ABD’nin kuşatma stratejisinde istemediği bir sonuçtu. Bu ortaklık Arktik’te alternatif ulaşım koridoru oluşturduğunda hegemonyadaki çatırdama belirgin hale gelebilir. Hesaplaşmanın sonu gözükmüyor. Bu süreçte Erdoğan ikili oynayıp hem NATO’yu hem Putin’i memnun etmeyi denedi. Rusya ile başlayıp Çin’le devam edecek bir hesaplaşma sürecinde Anglo-Amerikan ekseni Türkiye’yi daha fazla kendi oyunlarında görmek için bastıracaktır. Buna karşı izlenecek bir üçüncü bir yol evvela tutarlı olmayı emrediyor ki o da yok.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Rusya niye ‘Türkiye işgalci’ dedi? Ve Suriye’de birkaç senaryo… 18 Kasım 2024
Dünya barışını fanatikler sağlayacak: 'Tanrı Orta Doğu’yu Korusun!' 14 Kasım 2024
Erdoğan, Trump’ı yine tongaya düşürür mü? 11 Kasım 2024
Trump döndü, ABD iç savaştan sıyırdı... Ya dünya? 07 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI