NATO’nun Lenin ile savaşı
Ekim Devrimi’nden sonra, o vakte kadar Çarlık Rusyası egemenliği altındaki uluslar için kendi kaderini tayin hakkı Lenin tarafından tanınır. Böylece Finlandiya, bağımsız bir Sovyet olarak ayrılır. Çok geçmeden karşı devrimci beyaz Finlandiyalı güçler bu yönetimi yenilgiye uğratır. Ancak yine de Lenin’in gündeme getirdiği ulusların kendi kaderini tayin hakkı, en gerçek haliyle Finlandiya’nın egemenliğinde şekil bulur.
Heykeller nadiren ayaklanmalarla devrilir. Genelde idari kararlar doğrultusunda ‘kaldırılır’. Bu kararların da dolaylı yoldan toplumsal talepleri temsil ettiğini düşünmek çok yanlış sayılmaz. Ancak öyle anlar, öyle isimler, öyle heykeller var ki bize aksini söylüyor.
Bundan 2 yıl önce NATO üyesi olan Kuzey Avrupa ülkesi Finlandiya, bir süredir ‘Rusya’yı çağrıştırdığı’ gerekçesiyle sembollere kılıç çekiyor. Ekim Devrimi’nin lideri Vladimir Lenin’in heykellerinden sonra şimdi de ‘Lenin’in Rusluğu çağrıştırdığı’ gerekçesiyle Tampere’deki Lenin Müzesi’nin kapısına kilit vuruldu. Bugünün Rusya’sı ile herhangi bir ilgisi olmayan Lenin Müzesi’nin Finlandiya’da kapanıyor oluşu ise son derece ilginç. Zira Ekim Devrimi ile birlikte Lenin, ulusların kendi kaderini tayin hakkı kapsamında o güne kadar Rus Çarlığı egemenliğindeki Finlandiya’nın bağımsız bir devlet olma talebini onaylayan kişidir. Yani Finlandiya için bir işgalciden çok bir egemenlik sembolüdür.
O halde nasıl oluyor da Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de, ülke için çok daha kara ve çok daha ‘Rus’ bir geçmişe sahip olan Rus Çarı II. Aleksandr’ın heykeli hâlâ ayakta duruyor da olan Lenin’e oluyor? ‘Demokrasi ve özgürlükler diyarı’ Finlandiya, savaş ittifaklarına girdikten sonra neden bunun acısını Lenin’in mirasından çıkartıyor? Burjuva-liberaller neden ‘tarih olduğunu’ düşündükleri şeylerle savaşmaya devam ediyorlar?
Gelin hep birlikte biraz bu sorular üzerine kafa yoralım.
EGEMENLERİN İKONOKLAZMI
İlk bakışta ‘heykel yıkma’ meselesi üzerine daha önce bol miktarda mürekkep tüketilmiş, bilindik bir hikaye gibi geliyor. Fakat Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte yaşananları yakın geçmiş ile karıştırmamamız gerekiyor. Zira galeyan ile sistematik devlet politikası arasında ciddi farklar var. Bunu Ukrayna üzerinde devam eden NATO-Rusya savaşının hız kazanmasıyla birlikte daha iyi gördük. Son yıllarda gitgide daha açık bir şekilde ABD’nin güdümüne giren Avrupa’yı bir ‘vaftiz olma’ telaşı aldı. Siyasi alanda Rusya ile savaşın gemisine gönüllü ya da zoraki atlayan devletlerin çoğunda alınan bu tutumun sadece askeri değil aynı zamanda kültürel de yansımaları oldu, pek çok anıta yönelik idari bir ikonoklazm dönemi başladı.
Resmi idareler eliyle devam eden bu ikon kırıcılık ‘Rusya’yı çağrıştırıyor’ gibi zayıf argümanlarla gerekçelendirilse de mesele çok daha başka seviyelere ulaştı: Örneğin Doğu Avrupa’da Nazilere karşı anti-faşist mücadele anısına yapılan pek çok eser apar topar yıkıldı. Hatta bunun da ötesine geçen yönetimler kendi komünist devrimcilerinin heykellerine saldırmaya başladı, Almanya’daki Ernst Thalmann (1886-1944) örneğinde olduğu gibi ‘Rus olmayan’ komünistlerin heykellerinde bakıp bir şekilde ‘Rus çağrışımı’ gören Avrupalı yöneticiler oldu. (Konuyu daha önce detaylı olarak konuşmuştuk o nedenle uzatmayalım.)
TARİHTEN PARODİYE
Fakat Finlandiya’daki Lenin Müzesi’nin birkaç açıdan ilginç bir hikayesi var. Lenin’in Finlandiya ile olan bağı ve müzenin 1990’lardan sonra yavaşça değişerek çoğu kişi için parodiye evrilen ideolojik çizgisi düşünüldüğünde ‘kapatma kararı’ bize Rus çağrışımı adı altında yapılan anti-komünist temizliği daha iyi gösteriyor. Öyle ki gayet masum, hatta kimi açılardan ciddiyetsiz bile görebileceğimiz bir müze dahi bu kampanyaların hedef noktası olabiliyor.
Malum, Doğu Avrupa’daki eski sosyalist ülkeleri ziyaret ettiğimizde birbirinin kopyası bir müze kalıbı ile karşılaşıyoruz. Öncesinde söz konusu müzenin konseptine dair genel bir çerçeve çizerek başlayalım.
Doğu Berlin’den Arnavutluk’a kadar hemen hemen hepsinde, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte, parodi olarak dizayn edilen bir takım ‘sosyalist yakın tarih’ müzeleri açılır. Burjuva-liberal bir gözle anti-komünist propaganda amacı ile içeriği kurgulanan bu müzelerde iki ana eğilim göze çarpıyor. Bazen üç-beş hurafe etrafına örülen sade bir anti-komünist propaganda görüyoruz. Bazense aynı propagandanın ‘mizahi’ amaçlarla dolaylı bir yolla yapıldığına tanıklık ediyoruz. İkinci türden müzeler, yer yer nostalji temasından faydalanıp ‘sosyalist x ülkesinde hayat’ gibi ifadelerle meseleye ‘egzotik’ bir tat da katıyor. Böylece ziyaretçiler turun sonunda kafalarında ‘Rus kalpağı’ geçirip hatıra fotoğrafı çektiriyorlar. Çıkışında aklından “Vay canına George Orwell ne kadar isabetli yazmış 1984’ün aynısı…” ifadeleri geçenlere sıklıkla rastlayabileceğiniz bu müzelerin olayı üç aşağı beş yukarı her yerde aynı. Yoksa öyle kapıya koydukları kızıl yıldızlar sizi aldatmasın.
Finlandiya’daki müzenin geldiği noktanın biraz daha farklı bir tarihi var. Öyle bir tarih ki bize devlet eliyle yaşanan ikona kırıcılığın manasızlığını da gösteriyor.
Tampere kentinde İşçi Salonu olarak 1900’de inşa edilen yapı, 1905 tarihinde Rusya’da devrimci bir süreç yaşanırken Bolşevik önderlerin toplantılarına ev sahipliği yapar. Hatta Lenin ve Stalin Tampere Konferansı sırasında burada ilk kez yüz yüze tanışırlar.
Binanın ‘Lenin Müzesi’ne dönüşümü ise 1946 yılına denk geliyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Kızıl Ordu’nun büyük bir direnişle Nazi Almanyası’nı mağlup etmesi, Sovyetler’in Avrupa toplumları nezdindeki meşruiyetini arttırır. Belki biraz da bu havanın etkisiyle Tampere’de Lenin Müzesi açılır. Finlandiya, her ne kadar sosyalist bir ülke olmasa da 20. yüzyılın ikinci yarısında genel itibariyle Moskova ile olumlu ilişkiler geliştirir. Brejnev’den Gagarin’e pek çok kişi Tampere’deki bu müzeyi ziyaret eder.
KONSEPT DEĞİŞİKLİĞİ ‘MÜJDESİ’
Müzenin izleği, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte daha farklı bir hal alır. Yeni dünya düzeninin yarattığı atmosferin de etkisiyle kompozisyonda bazı ‘eleştirel’ değişiklikler yapılır. Son olarak gelinen noktada ‘popüler’ referanslarla oluşturulan bir sergi karşımıza çıkar. Ta ki Ukrayna’da üzerinden devam eden NATO’nun savaşına kadar.
Önce geçtiğimiz sene Kotka kentinde bir parkta bulunan Lenin heykeli kaldırılır. Estonyalı heykeltraş M. Varik’in eseri olan bu heykel Kotka’ya, Estonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ndeki kardeş şehri Tallinn tarafından 1979’da bağışlanır. O dönemde Finlandiya ile SSCB’nin ilişkileri genelde iyidir.
Bugün ise gerek yerel yetkililer gerekse kendini tek taraflı olarak Tampere’deki Ukrayna toplumu sözcüleri ilan etmiş kimseler tarafından yapılan açıklamalarda ‘Lenin müzesinin Rusluğu çağrıştırdığı’ dile getirildi. Lenin Müzesi Müdürü Kalle Kallio, 3 Kasım’da müzenin tamamen kapandığını ilan etti. Kallio, ‘yanlış anlaşılmalar yüzünden artık müzeyi işletemez duruma geldiklerini ve daha farklı bir kompozisyona gideceklerini’ söyledi. Lenin Müzesi’ne yeni bir form verileceğini dile getiren Kallio, çalışmaların bitmesiyle birlikte diplomasideki nota vermekten yola çıkarak, Moskova’nın Finlandiya üzerindeki etkisini eleştirel bir şekilde ele alacaklarını ‘müjdeledi’.
ULUSLARIN KENDİ KADERİNİ TAYİNİ
Fakat tarih, müze kurma ve kapatmaya muktedir olanların dizayn ettiği şekilde akmıyor. NATO gemisine atladıktan sonra ister adını ‘Nota Müzesi’ ister ‘Sovyetler’den Çok Çektik Müzesi’ yapsınlar, Lenin’in Finlandiya tarihindeki özel rolünün bir yere gittiği yok. Çünkü kimileri için ‘özgürlüklerin masallar diyarı’ olan Finlandiya’nın Rusya ile savaş ittifakına dahil olup, sadece komünist sembolleri silmesi, diğer Doğu Avrupa ülkelerinden daha da dikkat çekici. Zira Lenin’in bu özel rolü bizzat ülkenin egemenlik tarihinde saklı!
Ekim Devrimi’nden sonra, o vakte kadar Çarlık Rusyası egemenliği altındaki uluslar için kendi kaderini tayin hakkı Lenin tarafından tanınır. Böylece kendine farklı bir yol çizmek isteyen Finlandiya, bağımsız bir Sovyet olarak ayrılır. Çok geçmeden karşı devrimci beyaz Finlandiyalı güçler bu yönetimi yenilgiye uğratır. Ancak yine de Lenin’in gündeme getirdiği ulusların kendi kaderini tayin hakkı, en gerçek haliyle Finlandiya’nın egemenliğinde şekil bulur. Böylece hem ülke hem de dünya tarihine geçer.
Bu deneyim, daha detaylı ele alınması gereken bir konu. O nedenle biz Finlandiya’daki bağımsız sovyet yönetiminin verdiği savaşı Bilinmeyen Ülke serimize havale edip heykellere, müzelere ve şu ‘Rus çağrışımı’ meselesine geri dönelim.
LENİN ‘RUS’ DA ÇAR DEĞİL Mİ?
Lenin’in ismine ‘Rus çağrışımı’ demek, önce o ulusa kendi kaderini tayin hakkı tanıdığı için sonra komünist-enternasyonalist bir önder olduğu için abestir. Kimileri bu yoruma “Ama…” diyerek bir dizi safsatadan ibaret yanıtlarını hazırlamış olabilir. Acele etmesinler, zira meselenin artık komik denebilecek bir tarafı var. Bugün geldiğimiz noktada Finlandiya da dahil olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi artık ABD ve NATO güdümüne o kadar kontrolden çıkmışçasına sarılıyor ki, sunulan gerekçeler giderek daha da özensiz bir hale geliyor. Çünkü ‘Rusluk’ nedeniyle Lenin’in ismi -bir dizi mizahi, popüler kültür unsuru olarak dahi- ‘rahatsız edici’ bulunabiliyor; ancak Helsinki’nin göbeğinde bilmem kaç yıldır ayakta duran Çar II. Aleksandr’ın heykeli o kadar Rus bulunmuyor! Evet aynen öyle, Finlandiya’daki Rus egemenliğinin, Rus İmparatorluğunun kelimenin tam anlamıyla ‘babası’ olan bir Çar ‘Rusluk’ gerekçesiyle rahatsızlık vermiyor da, Finlandiyalıların kendi kaderini tayin etme hakkını tanıyan Lenin ediyor öyle mi? Demek ki bu komedinin son perdesinde söylememiz gereken birkaç söz daha var.
Her ne kadar ‘Rus düşmanlığı’ son dönemde Avrupa’da pek çok Rus sanatçının, edebiyatçının eserlerini yasaklamaya kadar fantastik bir boyuta ulaşmış bir gerçeklik olsa da burada karşımıza çıkan çifte standart, anti-komünizmin şiddetini ciddi bir şekilde arttırdığını gösteriyor.
Heykeller yıkılır, heykeller dikilir. Müzeler dağılır, müzeler dizilir. Hatta bazen yıkan da yapan da aynı insanlar olabilir. Çok da bir önemi yok. Emekçi halkların enternasyonalizmi yoluna heykeller ya da müzeler yol göstermiyor. Hiçbir zaman da göstermedi. Fakat mesele yukarıdan, hatta okyanus ötelerinden gelen bir savaş çığırtkanlığının yansıması ise eğer durup biraz daha düşünmek gerekiyor. İşte bu yüzden egemenlere karşı aynı kızıl bayrak altında verilen o kavgada ısrardan başka her şey tali kalıyor. Çünkü halklar yıkılan ya da yapılan heykellerle değil, verilen ortak kavgalarla yakınlaşır.
Fince bir Lenin şarkısının sözleriyle bitirmek gerekirse eğer: “Lenin Amca Rusya’da yaşar, ki Vietnam’dan çok uzaktadır. / Ancak ben Ho Şi Minh’e ne kadar yakınsam Lenin Amca’ya da o kadar yakınım.”
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
The Forbes köleliğin faydalarını sıraladı: Polyworking 20 Kasım 2024
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI