Nazi Genelkurmay Başkanı’nın kızları Sovyetler için istihbarat topladı
Cesaret arıyorsak eğer, Hammerstein’ın kızlarına bakmamız gerekir. Marie Luise ve Helga Hammerstein’ın hikayesine kulak verdiğimizde sadece geçmişe ait bir cesaretle karşılaşmayacağız. Aynı zamanda liberal ortayolculuğun tehlikeli sularını da keşfedeceğiz.
Nazi Almanya’sı 1930’larda yavaş yavaş bina edilirken Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan Kurt von Hammerstein (1878-1943) Hitler’in sessiz bir muhalifidir. Fakat Hammerstein’ın kızları babalarından daha aktif bir tavra sahiptir. Çünkü Almanya Komünist Partisi (KPD) için çalışmaktadırlar. Görevleri ise her şeyden önce Kurt von Hammerstein’ı takip edip çalışma odasındaki belgeleri KPD’ye iletmektir.
Bu durum haliyle Hammerstein ailesinin hikayesi ile ilgilenen pek çok ismin ortaya çıkmasına neden oluyor. Alman Şair Hans Magnus Enzensberger de bu isimlerden biri. Hammerstein’ın Suskunluğu kitabında eski kafalı bir generalin, Nazilerle olan inişli çıkışlı ilişkisini anlatılıyor. Tabii pek tarafsız sayılmaz. Bugün pek çok muhafazakar ya da liberal kalem için Hammerstein ‘Hitler’i durdurmaya niyetlenmiş cesur bir general’ olarak anılıyor. Enzensberger de aynı çaba içerisinde kitabını kaleme almış.
Fakat Hammerstein’a böylesi bir yakıştırma abartılı olacaktır. Kendisinin Nazileri durdurmaya yönelik en radikal hamlesi ara sıra homurdanmayı seçmesidir. Unutulmamalı ki Berlin’deki komünist isyanı bastıran ve Nazi iktidarının ekmeğine yağ süren bizzat kendisidir. Sovyetler Birliği ile pragmatik askeri ilişkilerden yana olması, şüphesiz generalin hikayesini daha ilginç kılıyor.
Ancak cesaret arıyorsak eğer, Hammerstein’ın kızlarına bakmamız gerekir. Marie Luise ve Helga Hammerstein’ın hikayesine kulak verdiğimizde sadece geçmişe ait bir cesaretle karşılaşmayacağız. Aynı zamanda liberal ortayolculuğun tehlikeli sularını da keşfedeceğiz.
HAMMERSTEİN DEVRİMİ BASTIRIYOR
Geçmişte komünist mücadeleye öyle ya da böyle adımını atmış kadınlar, nice önyargılarla birlikte anılıyor. Sanki kadınlar iradi bir kararla devrimci olamazlar, sadece ‘şehvet içeren bir aşk hikayesi’ ile buraya sürüklenebilirler. Ya da bir takım kötü niyetli kimselerce ‘kandırılabilirler’. Maalesef Hammerstein kardeşlere liberal kalemlerce reva görülen farklı değildir.
Hikayenin aslını okuyacağız. Ancak hem kronolojik olması açısından hem de Almanya tarihini kısaca hatırlayarak ilerlemek adına meseleye Kurt von Hammerstein’dan başlamak gerekebilir.
Soylu bir ailede dünyaya gelen Hammerstein, kendi gibi soylu Maria von Lüttwitz ile 1907 yılında evlenir. Maria’nın babası Walther von Lüttwitz nüfuzlu bir komutandır. I. Paylaşım Savaşı’nda Hammerstein çeşitli cephelerde görevlendirilir, 1917 yılında binbaşı olur. Savaşın ardından ordunun -ya da ordudan geriye kalan ne varsa- başında olan kayınpederinin yanında görev alır.
Savaş sonrasında imzalanan ağır Versay Antlaşması ile birlikte Almanya yeni krizlerin içerisine sürüklenirken içeride başka fırtınalar baş gösterir. 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi’nin yarattığı havanın en güçlü hissedildiği yer yine Almanya’dır. Alman sosyal demokratlar, savaş boyunca emperyalist politikalardan yana savrulur. Enternasyonalist tutumlarıyla diri durabilen Avrupa’daki nadir ekiplerden biri olan Spartakistler öncülüğünde 1918-1919 yıllarında bir devrim rüzgarı eser. Ülkenin çeşitli yerlerinde, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht önderliğinde askerlerin ve işçilerin katıldığı ayaklanma başkent Berlin’i de sarar.
Bu sırada Hammerstein, kayınpederi Lüttwitz tarafından ayaklanmayı bastırmak üzere görevlendirilir. ‘Barış ve düzen’ kurmak üzere Berlin’e gönderilir. Daha açıkça söylersek; birlikleri binlerce devrimci işçiyi katleder, proto-faşist paramiliter güç Freikorps‘u kurmaya yardım eder ve bu güçler daha sonra Nazi partisinde tekrar toplanır.
Ancak Enzensberger daha farklı bir şekilde okumayı tercih eder, Birinci Paylaşım Savaşı sonrasında Almanya’da yaşananları ‘Komünistlerin ve Nasyonal sosyalistlerin ortalığı karıştırması’ olarak değerlendirir. Dolayısıyla Hammerstein’ın rolü, liberal bir ortayolculukla aklanıverir.
KOMÜNİST SÜRGÜNLERLE SSCB ZİYARETİ
Hammerstein’ı ilginç kılan nedenin Sovyetler Birliği ile ilişkilere dair yaklaşımı olduğunu söylemiştik. Peki ama zamanında komünist ayaklanma bastırmış ve açıkça komünizmden haz etmeyen bu general hakkında nasıl oluyor da böyle bir yorum yapabiliyoruz? Hemen açmaya çalışalım.
Yeni ayakları üzerinde durmaya başlayan Sovyetler Birliği, özellikle 1930’larda ciddi bir modernleşme hamlesine girer. Ordu da teknik eksikliklerini giderebilmek adına kendisiyle ideolojik olarak hiçbir yakınlığı bulunmayan ancak kendisi gibi uluslararası arenada yalnız sayılabilecek bir diğer güce, Almanya’ya göz diker. Karşılıklı diplomatik ve askeri ilişkiler neticesinde Sovyetler Birliği’nde bazı Alman askeri eğitim merkezleri kurulur. Burada Alman subaylar Sovyet askerlerine bir dizi teknik eğitim verirler.
Hammerstein da bu isimlerden biridir. Sovyetler’e gidiş hikayesi ise son derece ilginçtir: 1929 Ağustos’unda müzakereler yapmak ve ortak tatbikatlarda hazır bulunmak üzere sıkı gizlilik koşulları altında Sovyetler Birliği’ne uzun bir teftiş gezisine çıkar. Stettin’den Leningrad’a yaptığı deniz yolculuğu sırasında kimliği gizli tutulur. Gemide Max Hoelz de vardır; Hoelz, ünlü bir işçi lideridir, 1920 yılında Vogtland’da silahlı bir isyan düzenlemiş, ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır ve çıkarılan bir aftan sonra Sovyetler Birliği’ne göç etme hakkını kazanmıştır. Hammerstein’ın notlarında ‘Yüzlerce taraftarıyla limana gelip gemiye bindi. Enternasyonal ve polis eşliğinde bir veda partisiydi,’ der.(1)
Sovyetler Birliği’ne yaptığı gezide Hammerstein kendi deyimiyle ‘Moskova’nın en zorlayıcı beyinlerinden birisiyle zorlayıcı bir görüşme’ yapar. Bu isim Sovyetler Birliği Savunma Halk Komiseri Kliment Voroşilov’dur.
Her ne kadar siyasi ve ideolojik olarak silik bir karakter olsa da Hammerstein’ın askeri anlamda yetenekli olduğu bir gerçek. Öyle ki gezileriyle birlikte yaptığı öngörülü değerlendirmeler Almanya’nın Sovyet topraklarında yaşayacağı mağlubiyeti önceden açıklar nitelikte. Henüz 1932 yılında Kızıl Ordu hakkında şu ifadeleri kullanır:
“Disiplinli, iyi eğitilmiş, savunmada başarılı olabilecek ve böyle bir durumda Rus halkının desteğine güvenebilecek bir birlik. Ruslar, taarruz yapacak durumda olmadıklarını biliyorlar, çünkü gerekli altyapıya sahip değiller. Karayolları ve demiryolları çok kötü durumda olduğundan, ordu yalnızca kendi ülke sınırları içinde mücadele edebilir (…).”
Hammerstein daha sonra Nazilerin Rusya’ya saldırma planlarına karşı çıkacaktır. Hatta uzun süre Voroşilov’dan armağanlar almaya devam edecektir. Öyle ki Voroşilov bir keresinde bir istihbarat çalışanı aracığıyla Hammerstein’a selam gönderip ‘hangi tarafta olduğunu’ öğrenmeye dahi çalışır. Ancak tüm bunlar Hammerstein’ın Moskova yanlısı olduğu anlamına gelmiyor, kendisi son derece pragmatik bir şekilde, bir ‘asker kafası’ ile iki ülke arasında ilişkilerin sürmesi gerektiğini savunur. Bunun altını kazıp farklı anlamlar aramaya gerek yok.
Hammerstein 1930-1934 yılları arasında Weimar Cumhuriyeti’nin Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenir. Nasyonal sosyalistlerle yaşadığı çeşitli fikir ayrılığının ardından, Reichstag Yangını’ndan çok kısa bir süre önce görevinden ayrılır, daha sonra bulunduğu görevler daha düşük kademelerde olur. Ancak ölümüne kadar ismi önemini korur.
FEODAL-BURJUVA KÖKLERDEN KOPUŞ
Gelelim hikayenin asıl kısmına, yani Kurt von Hammerstein’ın kızlarına. Ailenin en büyük kızı Marie Luise, ortancaları Marie Therese ve en küçüğü Helga’dır.(2)
Hammestein’ların evindeki komünist istihbarat ‘şebekesi’ Marie Luise ile başlıyor. Kendisi 1951 yılında yazdığı özgeçmişinde bu durumu “Feodal-burjuva köklerime ait çevreden gençlik hareketiyle uzaklaşıp, emekçi insanlarla samimi temaslar kurdum. On altı yaşımda kiliseden ayrıldım” ifadeleriyle açıklıyor. Berlin’de kazandığı üniversiteye adım atar atmaz buradaki komünistlerle ilişki kurar. Hatta Berlin’deki 1929 Kanlı 1 Mayıs’ında gözaltına alınır.
KPD’deki görevi, hakkında çeşitli tahkikatların yapılmasına yol açar. Babasının nüfuzlu arkadaşları, soruşturmaların durdurulmasını sağlarlar. Ne var ki Hitler’in iktidara gelmesinden sonra bu dosyalar Nazi istihbarat servisi Gestapo’nun eline geçecektir.(3)
KPD’ye üye oluşu ise oldukça dikkat çekicidir. Marie Luise 1931’de stajyer yargıç olarak tamamladığı öğreniminin yanı sıra Rusça öğrenir ve 1930 yılından itibaren partide görevler alır. Fakat Marie Luise aynı zamanda ülkedeki en üst düzey askeri yetkilinin kızıdır. Bu nedenle doğrudan Apparat adı verilen KPD’nin istihbarat servisine yönelir. Ancak Apparat, partinin diğer organlarına göre daha farklı bir işleyişe sahiptir. Dahil olanların parti ile ilişkilerini dışarıya karşı gizli tutmaları gerekir. Hatta Apparat’ın içerisindeki kişilerin partiden olduğu ancak bir avuç insanca bilinir.
Yeri gelmişken Kurt von Hammerstein’ın kızlarının hayatları konusunda fazla baskıcı olmadığını söyleyebiliriz. Kızlarının yazdıklarından bunu teyit edebiliyoruz. Ancak Helga, “Yaptıklarımızdan genelde hoşlanmazdı” diye not düşmeyi ihmal etmiyor.
‘AŞK’ HİKAYESİ ANLATMA İHTİYACI
Enzensberger, Helga’nın hikayesini anlatırken yine diğer kardeşlerde olduğu gibi merkeze bir ‘aşk hikayesini’ koyar. Elbette bu hikayeleri yalanlayacak değiliz. Ancak partiyle ve siyasetle ilişkilerinden bahsederken merkeze aşkı koymak buna karşın ideolojik gelişimlerini değerlendirirken kadınları bağımsız birer özne olarak görmemek sadece korkunç bir yanlış değildir, aynı zamanda bizim yaşananlara analitik yaklaşmamızı da engeller.
Örneğin Enzensberger, Helga’nın hikayesinden bahsederken peşinen “Mayıs 1928’de, Sosyalist Öğrenci Birliği’nin düzenlediği gezide Helga, Leo Roth adlı bir adama aşık oldu” sözleriyle başlıyor. Keşke önce Helga’nın neden ve nasıl bu gezide olduğuna da odaklansaydı... Yine daha sonra “Genç kız henüz 17 yaşındayken baba evini geçici olarak terk edip, sevgilisi Leo Roth’un yanına, Berlin’in Polonyalı Yahudilerin yaşadığı Scheunenviertel semtine taşınır. Yahudi mahallesinde dünyaya gelmiş Leo Roth gibi, genç kız da ait olduğu çevrelerle ilişiğini kesmek ister. 1929’da Roth’la tanıştıktan kısa bir süre sonra KPD gençlik kolu üyesi olur. 1930 Mayıs’ında partiye katılır. O tarihten itibaren sahte bir kimlikle Grete Pelgert adını kullanır” ifadelerini yazar ancak burada Helga, hayattaki kararlarını yalnız ‘aşk’ ile alan biri olarak bize aktarılır. Oysa ailedeki şüphe okları Maria Luise üzerinde toplandığı zaman asıl bilgiyi partiye Helga iletecektir…
Bir de ailenin ortanca kızları Maria Therese var. Diğer kız kardeşleri kadar ısrarcı olmasa da komünizme ilgi duyar. Hatta şöyle yazar: “Marx’ın klasiklerini, ayrıca Engels ve Ludwig Feuerbach’ okuyordum. Alman İdeolojisi’nin yanı sıra Das Kapital’i de okudum ve bir anda dünyayı anladığımı, karışık dünyanın kapısını açan bir anahtar bulduğumu düşünüyordum. Tarihsel materyalizmle ayağımın sağlam bir şekilde yere bastığı hissini taşıyordum ve dünyayı tanımaya başladığım on dört yaşımda olduğum kadar mutluydum ilk kez. Annemle babamı ve onların arkadaşlarını bir süre kendi sınıflarının temsilcileri olarak gördüm ve hâlâ onlarla birlikte yaşamama karşın yaşamlarına dahil olmaktan vazgeçtim.” Ancak daha sonra Marie Therese örgütlü bir hayata dahil olmaz, bunun yerine kendine daha bireysel bir rota çizer.
HİTLER’LE AKŞAM YEMEĞİ
Kardeşlerin örgütlendikten sonra parti için nasıl çalıştıkları ve hayatlarının geri kalanını nasıl yaşadıkları Jacobin’de yayınlanan Nathaniel Flakin imzalı yazıda şu ifadelerle özetleniyor:
“Gestapo 1929’da casusluk faaliyetlerine dair gizli dosyaları keşfettikten sonra, Marie Luise’i yıllarca takip etti. Fakat, Marie Luise’e yapılan art arda sorgulamalar, polisin dikkatini gerçek casustan, yani küçük kız kardeşi Helga’dan uzaklaştırdı. Yeraltına geçen Roth’un da yardımıyla Helga bir komplo ustası haline geldi. Savaşın son aylarında ailenin birden çok üyesi tutuklandı; 1943’e gelindiğinde ise Kurt von Hammerstein kanserden hayatını kaybetti. 1945’ten sonra, Marie Luise sonunda ‘kızıl dolaptan’ çıkabildi. Partiyle kurduğu ilk kontaktan tam on beş yıl sonra, Münih KPD şubesine katıldı. Ailesiyle bir süre Batı Berlin’de yaşadıktan sonra, çocuklarını Nazi öğretmenler ve hakimlerin olmadığı bir ülkede yetiştirmek istediği için şehrin doğu bölgesine, Doğu Almanya’ya taşındı. Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde avukat olarak çalıştı ve adından ismindeki ‘von’ unvanını çıkararak Marie Luise Hammerstein oldu. Casusluk anılarıyla ilgili bir rapor yazdığında, bir anti-faşist direniş savaşçısı olarak bir madalya ve emekli maaşı aldı. Öte yandan, Helga ise Batı Berlin’de yaşadı ve ünlü bir peyzaj mimarıyla evlendi (eşi de bir eski Neukölln komünistiydi). Yaşamının sonuna kadar sessiz kaldı.”
Marie Luise, yaşamını devrimci bir seyirde ilerletse de kimilerinin kaleminde bir ‘şehvet unsuru’ kadar değer görüyor. Ya da onlar için hikayenin sadece bu kısımları ilgi çekici geliyor.
Gelelim zamanında hangi olayların ‘istihbarat’ konusu olduğuna. Her şeyin başında yeni şansölye Hitler’in 3 Şubat 1933’te Hammerstein’ların konutunda düzenlenen yemeğe katılımıdır. Bu akşam yemeğinde Hitler, ordu mensuplarına uzun bir konuşma yapar. Yemeğin düzenlendiği tarihlerde, henüz Hitler ordu üzerinde mutlak hakimiyete sahip değildir, bu yüzden ikna ediciliğine odaklanan bir konuşmadır bu. Ancak daha da önemlisi konuşmada Hitler, Sovyetler Birliği’ne karşı saldırgan tavrını açıkça beyan eder. Hatta “Marksizm’i kökünden kazımak için kendime altı ila sekiz yıllık bir süre öngörüyorum” ifadeleri ile Sovyetler Birliği’ne saldırı tarihini neredeyse açık bir şekilde çok önceden belirtir.
Hitler’in ilerleyeceği yolun sezilebileceği bu konuşma Moskova’ya iletilir. Leo Roth’a göre yemeğe katılan Marie Luise ve Helga, konuşulanları steno ile kaydedip yaverler aracılığıyla partiye aktarır. Partiden de haber Moskova’ya ulaşır.
REİCHSTAG İDDİANAMESİ DIŞARIYA ÇIKINCA
Bunun haricinde pek çok sefer kilit önemdeki belgeler hâlâ Hammerstein’ın masasının çevresine gelip gitmektedir. Marie Luise ve Helga’nın aracılığıyla pek çok kez generalin çalışma odasındaki belgeler fotoğraflanır ve dışarıya çıkarılır. Reichstag Yangını’nın gizli tutulan iddianamesi de bunlardan biridir. Hikaye fotoğraf çekimiyle bitse yine iyi. Sayfaların çekimi bittiğinde filmlerin yurtdışına çıkartılması başlı başına bir derttir. Helga’nın bu olaydaki payı hakkında Hubert von Ranke şunları yazıyor:
“Alex’in [KPD istihbarat şefi Hans Kippenberger] makinasıyla, Leipzig Reich mahkemesinin gizli iddianamesinin fotoğrafları çekildi. Sonradan öğrendiğime göre, yirmi adet film makarasını üstü kirazlarla dolu bir kese kağıdı içinde sınırdan Grete [yani Helga von Hammerstein] geçirmiş. Gümrük memuru kompartımanına girdiğinde, genç kadın altında makaraların gizlenmiş olduğu kese kağıdının içinden umursamıyormuş gibi yaparak kirazlarını yemeye devam etmiş”
Helga aynı zamanda Reichstag Yangının olduğu gece de boş durmaz. Parlamento Binası’nın oldukça şaibeli bir şekilde kundaklanmasıyla birlikte suçun Bulgar Komünist Georgi Dimitrov da dahil olmak üzere komünistlere atılması, ülkedeki iktidar değişiminin Naziler lehine bir kilometre taşıdır. İşte o gece Helga, KPD’li komünist Klaus Gysi’yi güvenli bir yere saklar. Bu isim daha sonra Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin kültür bakanı olacaktır (Hatta oğlu da bugün Almanya’da aktif siyaset yapan Die Linke’nin (Sol Parti) önde gelen ismi Gregor Gysi’dir).
İNSANLAR NEYE SIĞINIR?
Kurt von Hammerstein’ın hikayesi, her ne kadar bugün bizim odak noktamız olamasa da Sovyetler Birliği ile ilişkilerinden tutun Nazi iktidarına karşı çıkarttığı homurtulara sahiden incelemeye değer. Fakat merceği Marie Luise ve Helga gibi nice isme çevirdiğimizde kalıcı bir cesaret öyküsüne tanıklık ediyoruz. Ne yazık ki Enzensberger kitabında meseleyi tam tersi şekilde okumuş. General’in Nazilere muhalif olduğunu söylemek için ‘hazırolda’ bekleyen yazar, en ufak bir imada arzuladığı sıfatları kağıda geçirir. Fakat söz konusu devrimci mücadele olduğu zaman, tarihin gümbürtüsüne kulak tıkamayı tercih eder.
Bunda şaşırılacak bir şey yok. Zaten yazar, toplumsal mücadele tarihini açıklarken bile ‘şahsi’ ya da ‘psikolojik’ unsurları baş köşeye yerleştirecek kadar analitik düşünceden uzak bir isimdir. Örneğin bunu “İnsanlar yalnız bırakılma korkusuyla gruplara dahil olur, kurtuluşu halk birliklerine(4) (Volksgemeinschaft) ya da Sovyet Komünizmine sığınmakta bulurlar. Gelgelelim bu kaçış, pek çok insan için sürgün, toplama kampı, toplu temizlik, Sovyet çalışma kampı ya da sürgün gibi mutlak yalnızlıkla son bulur” ifadelerinde görebiliyoruz. Ayrıca Ekim Devrimi’ne ‘darbe’ diyecek kadar gözü dönmüştür. Beğendiğine ‘devrim’, beğenmediğine ‘darbe’ diyebilme özgürlüğü de ancak böylesi kalemlere özgü bir davranış olabilirdi zaten.
İnsanlar yalnızlığa çare ararken mi komünizme ‘sığınırlar’ dersiniz? Bu mudur tarihe kulak verdiğimizde karşılaştığımız ritim, bir duygu ile mi açıklayacağız? İmkanı yok. Ama pekala, madem sadece ‘duygulardan’ anlıyor kendisi, o zaman şöyle tercüme edelim. Hiçbir şeyi olmayanlara her şeyi sunan bir limandır komünizm. Öyle lafta kalan hayali bir liman falan da değildir sözünü ettiğimiz. Kendisinin bahsettiği dönemde Sovyetler Birliği’nin dalgalanan bayrağı, işçiler nezdinde bizzat bu gerçeğin temsilidir. Sanılmasın ki Sovyetler Birliği’nin ardından bugün işler farklıdır. Aynı bayrağın gölgesi, yakın bir geçmişten mümkünü imlemektedir. Fakat Enzensberger yanılıyor. Çünkü kendisi hiçbir şeyin olmamasının nasıl bir his olduğunu bilmiyor. Bireysel olarak ‘yokluk görüp görmemesi’ değil mesele, öyle olsa her şey çok daha kolay olurdu. Enzensberger’in sorunu bu hissin dünya üzerindeki varlığını ve daha da önemlisi gücünü kavrayamamak. Açlık sığındırır, yokluk sığındırır, aşağılanma sığındırır; yalnızlık değil. Ve eğer sığındığınız yer size bir insan gibi yaşamayı mümkün kılacaksa, nedir buradaki sorun tam olarak?
İşte böylesi bir yaklaşıma sahip olan biri, elinde olsa Hammerstein kardeşler hakkında “Sevgilileri onları yoldan çıkardı, yoksa bu kızlar öyle kötü kızlar değiller” diyecek… Yine de liberal ortayolculukların tutarsızlıklarını boş verelim. Sırf kadın devrimcilere çizilen yaftaları bir kez daha duvara çarpmak için bile Hammerstein kardeşlerin hikayesine kulak vermek gerekiyor.
NOTLAR:
(1) Hammerstein’ın Suskunluğu, Hans Magnus Enzensberger, Everest Yayınları, s. 79
(2) Ayrıca küçük erkek kardeşler de vardır ancak bugünkü konumuz nedeniyle değinmeyeceğiz.
(3) Age. s.64
(4) Alm. Volksgemeinshaft, Halk Birliği, Almanya’da I. Dünya Savaşı’ndan sonra partilerin sıklıkla kullandığı, nasyonal sosyalist düşüncenin ‘temel kavram’ kabul ettiği bir tanımlama. (Çevirmen Regaip Minareci’nin notu.)
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024
Lübnanlı komünist tutsak Abdallah: Geri çekilmek rezilliktir 30 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI