YAZARLAR

Necla Teyze, Gülümser Teyze ve diğer şifacı kadınlar

Yalnızlığını ve kuru ekmeğini köpekler ve kedilerle paylaşan Necla Teyze, zamane zorbalarının kurbanı oldu ise dehşet verici. Ama yalnızlığın ve yoksulluğun kurbanı oldu ise Aile Yılı’nı gururla ilan eden hükümetin yaşlılara ve yalnızlara yönelik sosyal politikaları hakkında uzun uzun konuşmalıyız.

Çocukluğumun kahramanı Gülümser Teyze, kendi kuşağından ve tabii sonrakilerden çoğu kadının çektiği çileleri çekmişti. Baba baskısı, çocuk yaşında evlendirildiği hayırsız kocanın kahrı, evin, çocukların bakımı, üstüne bir de yoksulluk… Onu tanıdığımda benim şimdiki yaşımdan taş çatlasa beş yaş büyüktü. Ama benim gözümde ihtiyardı. Gittiği ev gezmelerinde başında tülbenti, üzerinde pamuklu ve çiçekli entarisi, el örgüsü çorapları ve iş görmekten çarpılmış parmak eklemleriyle, gücü yettiğince dönemin modasına uygun giyinmiş, saçları sarıya boyalı akranlarından iki kat yaşlı dururdu. Şimdi düşünüyorum da, hayat ona türlü yükler, dertlerle birlikte bunların üstesinden gelebilsin diye metanet ve beceri de ihsan etmişti.

Beş kız doğurmuş ama erkek anası olamadığı için çevresi tarafından kınanmış, aşağılanmıştı. Kendisi de inanmıştı erkek evladın itibar sağlayacağına ve gelecek güvencesi olduğuna. Gamlı kasavetli günlerinden birinde Allah’a yalvarmış, “Bir oğlum olsun, isterse beni dövsün” diye niyaz etmişti. Dilediği olmuştu. Fakat oğlu ona el kaldırmaya hiç yeltenmediğinden günaha girdiğini düşünmüş, onu kenara çekip, “Oğlum Allah’ın gücüne gider, yalandan da olsa bir tokat atıver bana” demişti. Bunu birilerine anlatırken oğlunun bu isteğini reddettiğini söyler, onun kendisine olan sevgisi ve saygısından gurur duyardı.

Herkese annelik, ablalık yapan, oğlu, gelini ve torunlarıyla yaşadığı evi çekip çeviren, kızının ölümüyle yetim kalan torunlarını da o küçücük evin içinde bakıp büyüten Gülümser Teyze canlı ve cansız olan her şeye karşı saygılı ve özenliydi. Elinin değdiği, ‘gübre yerine geçer’ diyerek toprağını kabarttığı bitkiler göverir, basit malzemeyle fakat beceriyle pişirdiği yemekler damak çatlatırdı. Bir fiske tuzun, göz kararının ölçeğini ondan öğrendik çoğumuz. Hamur tutmanın adabını da… Orta ve alt sınıfın yegane eğlencesi olan pikniklerde yenebilir bitkiler ve mantarların neler olduğunu da gösterirdi bize, hastalıklara şifa olabilecek otları da…

Kışın sokakta kalan veya yaralı hayvanları apartmanın kömürlüğüne alırdı komşulardan gizli. Çünkü evlerde hayvanlarla birlikte yaşama itiyadı şimdiki kadar yaygın değildi. Özellikle köpekler eve alınmazdı. Kimisi dini, kimisi de hijyen gerekçesiyle karşı çıkardı köpekle yaşamaya. Misal benim anneannem “it besleyeceğine bir öksüz doyur” diye çıkışırdı köpekle yaşayan tanışlarına. “Gavur adeti” denilerek kınanır, alaya alınırdı birçok şey gibi evcil hayvanla yaşamak da. Kediler evlere daha rahat girip çıkabilse de, evinde birden çok kedi besleyen kadınlar “kedili kadın”, “deli kadın” diye anılır ve onlardan uzak durulurdu.

Yüzyıllar öncesinden kalma bu yaftalamanın, yalnız yaşayan veya hakim cinsiyet rol ve kimliklerine, toplum düzenine uymayan kadınlar için sık kullanıldığına şahidim. Bu kadınlar düzen için birer tehdit olageldiler. Yüzyıllar önce kedi besleyen kadınların cadılıkla itham edilmesi de benzer bir yaklaşımdı. Kadim zamanlarda cadı, büyücü, sonraları kocakarı olarak nitelenip karalanan, şifacılıkları, otacılıkları modern tıbba rakip ve tehlikeli addedilen yaşlı ve yoksul kadınlar kültürümüze özgü yaşlılara yönelik ikiyüzlü tavırdan en fazla nasibini alan gruptu. Feminizmle tanıştıktan epey sonra itibarlarını iade edebildik bu bilge kadınlara. Kocakarı tabirini kalbimiz ve aklımızın süzgecinden geçirerek ters yüz ettik.

Geçenlerde derme çatma evinde çıkan bir yangında ölen 81 yaşındaki Ülker Güleryüz, anlaşıldığı üzre böyle bir kadındı. Kendisine Ülker yerine Necla denmesinin sebebi bilinmez ancak “teyze” diye hitap edilmesini haklı çıkarabilecek bir şefkat kaynağı olduğu anlaşılıyor. Yalnızlığını ve kuru ekmeğini köpekler ve kedilerle paylaşan Necla Teyze, zamane zorbalarının kurbanı oldu ise dehşet verici. Ama yalnızlığın ve yoksulluğun kurbanı oldu ise Aile Yılı’nı gururla ilan eden hükümetin yaşlılara ve yalnızlara yönelik sosyal politikaları hakkında uzun uzun konuşmalıyız.

Yaşlı ve yalnız kadınlar da vardır.

Bu haftanın kitabı, bizi Gülümser ve Necla Teyzelere benzer şifalı kadınlarla tanıştıran Anneannemin İzleri, KDY Yayıncılık. Kitapta Gizem Doğan, Kasım Keskin, Özüm Dinçer, Atilla Barutçu, Sinan Ok, Elif Gürpınar, Özlem Boztaş, Berkay Erdoğan, Tolga Ulusoy, Şenay Yılmaz anneannelerini anlatıyorlar.


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.