Neden emekli oldum?
Üniversitede çalıştığım yirmi altı yıl boyunca çalıştığım kurumlarda tam anlamıyla hiç huzur bulmadım. Her yükselme, atanma sürecim sorunlu oldu. Bu sorunların bazı dönemlerde eziyet haline geldiğini bile söyleyebilirim. Ama kolay kolay kimseye de eyvallah demedim. Zorluk çıkarılınca pek üstelemedim genelde. Sorunlar artınca kapıyı çekip çıktım. Başka bir yerde şansımı denemeye çalıştım.
Üniversiteye 1984 yılında lisans öğrencisi olarak girdim. Ardından yüksek lisans ve doktora öğrencisi olarak devam ettim. Doktora eğitimim esnasında bu sefer asistan olarak atandım. Yaklaşık yirmi altı yıl üniversitede hoca olarak görev yaptım. Dört farklı üniversitede kadrolu olarak çalıştım. Ona yakın üniversitede yarı zamanlı olarak ders verdim. Onlarca üniversitede konferans, seminer vermek için, çeşitli jürilere, tez savunmalarına katılmak için bulundum. Eylül 2019 itibarıyla elli dört yaşımda emekli oldum. Asistan olarak girdim profesör olarak çıktım. Genelde olduğu gibi. Sürpriz yok yani.
O tarihten bugüne, birçok arkadaşım, meslektaşım, eski öğrencimle bu kararımla ilgili olarak konuşma fırsatım oldu. Aldığım tepkilerin çok büyük bir bölümü kararımın çok erken ve acele verilmiş olduğu yönündeydi. Oysa benim emeklilik hakkı elde ettikten sonra üniversitede kalmama kararımın en azından on yıllık bir geçmişi vardır. Yani kararım erken ve acele değildi. Aksine uzun yıllardır üzerine düşünülmüş, planlanmış bir şeydi. Ancak bir profesörün zorunlu emekliliğe daha on üç yıl varken emekli olması pek çoklarınca pek anlaşılır bulunmuyordu.
Bu emeklilik kararı benim açımdan oldukça stratejik bir fikre dayanıyordu. Entelektüel, akademik alanda kişisel olarak anlamda yapmak istediklerimle, üniversitenin verili ortamı arasında giderek yoğunlaşan çelişkiler beni bunu düşünmeye çok erken başlatmıştı. Hatta son yıllarımı sürekli takvime ve saate bakarak geçirdiğimi bile söyleyebilirim.
Üniversitede çalıştığım yirmi altı yıl boyunca çalıştığım kurumlarda tam anlamıyla hiç huzur bulmadım. Her yükselme, atanma sürecim sorunlu oldu. Bu sorunların bazı dönemlerde eziyet haline geldiğini bile söyleyebilirim. Ama kolay kolay kimseye de eyvallah demedim. Zorluk çıkarılınca pek üstelemedim genelde. Sorunlar artınca kapıyı çekip çıktım. Başka bir yerde şansımı denemeye çalıştım.
Üniversiter hayatım boyunca en fazla ciddiye aldığım hep öğrencilerim oldu. Maaşımın karşılığı olan hiçbir ders dakikasını heba etmemeye çalıştım. Dersime hep çok çalıştım. Uzun süre verdiğim derslerin içeriğini her yıl yüzde yirmi, üç dört sene de bir tamamen değiştirdim. Elbette her yıl öğrencilerim değişiyordu ama aynı şeyleri anlatmaktan ben sıkılıyordum. Heyecanımı yitirmemek için gerekliydi bu.
Kliklerin, çıkar gruplarının, çetelerin içinde hiç olmadım. Kategorik inançlarım, yargılarım, tartışılmaz siyasi görüşlerim hiç olmadı üniversitedeki hocalık dönemimde. Hep bütün sınıfa anlattım. No-name bir kamuya anlatır gibi. Öğrenci seçmedim. Dersler için hazırladığım içerikler dışında öğrencilerime hiçbir zaman okuma listesi de vermedim. Bu yönde pek çok taleple, hatta sistematik ısrarla karşılaşmama rağmen. Üniversiteyi bir tekke, kendimi de bir şeyh olarak düşünmedim hiçbir zaman. Tekke ve şeyh kavramlarını kategorik olarak küçümsediğim için değil. Sadece üniversitenin ve akademisyenliğin farklı olması gerektiğini düşündüğüm için. Tek bir listeyle doğruyu bulmanın bilimle pek ilişkisi olmayacağına kanaat getirdiğim için belki de.
Ama üniversitede “pedagoji” olmaz diye de düşündüm hep. Öğrencilerimi çocuk yerine koymadım. Onları terbiye edilmesi, belli bir yöne sevk edilmesi, aydınlatılması gereken ergenler olarak değerlendirmedim. Onların kişisel olarak sorunlarını, dertlerini anlamakla, çözmeye çalışmakla da pek ilgilenmedim. Mesafeyi hep önemsedim. Popülizmi hiç sevmedim. Standartlarımı mümkün olduğunca düşürmemeye çalıştım. Ben onlardan fazla bir şey talep etmedim. Talebe olan, yani talep eden onlardı. Üniversiteden diploma, benim dersimden geçer not talep eden onlardı. Ben her yarıyıl her ders için on dört hafta boyunca üçer saat ders anlatıyorsam, onlar da kendi taleplerinin gereği olarak yeterince çalışıp dersten geçer not almak zorundaydılar çünkü.
Bu arada kimse endişelenmesin: Emekli oldum diye apartman yöneticiliği yapmıyorum. Kahvede okey de oynamıyorum. Ben yıllardır yapmak istediğimi, yapmaya çalıştığımı daha verimli bir biçimde yapmaya devam etmek için emekli oldum. Düşünmeyi, araştırmayı, okumayı, yazmayı, konuşmayı, tartışmayı, benzetmeyi, karşılaştırmayı, genellemeyi, soyutlamayı, kavramsallaştırmayı seviyorum. Şimdi bütün bunlara daha fazla zaman ayırabiliyorum. Daha iyi yoğunlaşabiliyorum.
Yani emekli olarak vocatio’m, Luther’in onu Almancaya çevrisiyle Beruf’um, yani işim, mesleğim, belirlenimim değişmedi. Değişen sadece bunu gerçekleştirdiğim mecra. Yıllardır üniversitede 657’ye tâbi bir memur olarak yaptığım şeyi, emekli bir sivil olarak yapmaya devam ediyorum. Hatta ne iş yaptığımı soranlara şaka yollu “serbest meslek” diye cevap veriyorum bazen. Yıllardır sınıfta yaptığımı artık daha kamusal olarak hayata geçirmeye çalışıyorum.
Haftada bir Gazete Duvar’da yazı yazıyorum. Yine haftada bir Medyaskop’ta Edgar Şar ile “Poetik ve Politik” adlı bir programa katılıyorum. Haftada birkaç gecemi mutlaka artık düzenli hale gelen seminer programlarına ayırıyorum. Ve en önemlisi de aynı anda birden fazla kitabı bitirmeye çalışıyorum. Ömrüm oldukça yazmayı planladığım kitapların çerçevesi de aşağı yukarı belli şimdiden. Bu arada sosyal medyayı da ihmal etmemeye çalışıyorum.
Kısacası emeklilik kararımdan gayet memnunum. Emekli olduğumdan beri içimde ukde olan tek şey yeterince seyahat edememiş olmak. Bu da tahmin edebileceğiniz gibi doğrudan yaşadığımız pandemi süreciyle ilgili. Üniversiteyle, akademiyle pek bir ilgisi yok. Kararımdan pişman değilim. Üniversiteyi özlemedim. Üniversitedeyken de sıkı bir üniversite hayranı değildim zaten. Bir gün gelir geri döner miyim? Gerçekten yeni, beni heyecanlandıracak bir girişim olursa, neden olmasın? Ancak mevcut üniversitede geri dönmemi gerektirecek bir yan olduğunu pek düşünmüyorum.
Dolayısıyla bu yazıyla emeklilik kararımla ilgili olarak soru soran, yorum yapan değerli dostlara, arkadaşlara, meslektaşlara kamusal bir cevap vermiş oldum. Hatta bu konuda da bir yazı yazmam gerektiği söyleyenlerin dileklerini de yerine getirdim. Huzurluyum.