Neden hasta oluruz ?
Sağlık sistemimizin geldiği noktada, sağlıklı bireyler, sağlıklı bir toplum olabilmek için tıptan ziyade sosyolojik incelemelerin ve çözümlemelerin yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Son zamanlarda topluma kronikleşmiş bir yorgunluk, bir tükenmişlik hissi hakim. Poliklinikler, halsizlik, yorgunluk, unutkanlık yakınmaları ile başvuran, sabahları yataktan çıkmaya, elini kolunu kaldırmaya imtina eden hastalarla dolu. Pek çoğunun laboratuvar sonuçlarında yakınmalarını açıklayacak anormal değerlere de rastlanmıyor. Peki neden yorgunuz, halsiziz, mutsuzuz, unutuyoruz?
Sadece tıbbi bilgiyle toplumda sık görülen hastalıkları bertaraf etmek mümkün olmuyor. Üstelik beslenme sağlığı bozuk, beden egzersizinin önemine çocukluktan itibaren vakıf olamamış, beden ve ruh bütünlüğünden bihaber bırakılmış bireylerden oluşan bir toplumda tek başına bir sağlık sistemi seferber olsa boşuna.
Bizi bu denli ne hasta hissettiriyor ve her halsiz, yorgun, unutkan, mutsuz olduğumuzda bu durumu tıbbileştirmeli miyiz ? Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanı yapılan tetkik sayısındaki artışta bir anormallik olduğuna bizzat dikkat çekti. Sağlık sistemimiz hasta üretiyor olabilir mi ? Yaşadığımız toplum hasta üretiyor olabilir mi ?
Bir iyilik hali olarak tanımlanan sağlığı salt sağlık kuruluşunda aramak sağlık sisteminde çökmeye neden olabilir. Herşeyin başı sağlık denir ya bu konuya bir de şu açıdan bakmak lazım; Sağlıklı çevre, sağlıklı çalışma ortamı, sağlıklı beslenme, sağlıklı içme suyu, sağlıklı kentler… uzar gider ve yokluklarında sağlığınızı hastanelerde arar ancak bulamazsınız. Bizler bugün ülkemizde evinde beslenemeyen çocuklara en azından okullarda bir öğün yemek verilmeli mücadelesindeyiz. Soluduğumuz havadaki oksijeni artırma mücadelesindeyiz.
Anayasamızın elli altıncı maddesi, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğundan, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin Devlet’in ve vatandaşların ödevi olduğundan, Devlet’in herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla mükellef olduğundan söz eder.
Giderek artan boyutlarda kaygı bozukluğu yaşayan bir toplumuz. Başta çocuklar, gençler, yaşlılar, kadınlar (!) toplumda ne kadar kırılgan grup varsa kaygı bozukluğu ile baş etmek zorunda. Sağlıklı koşullarda kaygı duyma becerisi, olası tehditleri fark edip plan yapmamıza, çevre ile uyum sağlamamıza, hayatta kalmamıza yardımcı olur. Beyinde kaygı kontrol merkezi olan amidgala kronik stres halinde sürekli olarak uyarıldığındaysa biliyoruz ki zamanla öğrenme, hatırlama, sağlıklı karar verme yeteneğimiz ortadan kalkıyor. Hasta oluyoruz. Çoluğumuzla çocuğumuzla sürekli olarak tehlikedeyiz, her an hastalanabiliriz, ölebiliriz, yakınlarımızı kaybedebiliriz hissi, endişesi bizi hasta hissettiriyor. Bugün, sokak röportajlarında çocuklara, ‘ülkede ne olsun ya da ne olmasın istersin’ diye sorulduğunda ‘Narinler öldürülmesin’ diye cevap veriliyorsa kaygı bozukluklarımız doğrudan hayatta kalma derecesinde demektir.
Diğer bir yandan, tüketim ilişkilerinden ziyade sosyal ilişkilere, kendimize, en yakın aile bireylerimize bile zaman ayırabilmemizin, ilişkilerimize özenebilmenin önüne set kuran dayatmalarıyla gündelik yaşam hasta ediyor bizi. Sürekli ve sürekli, iyimserlikten, güven duygusundan, kendinden razı olma düşüncesinden uzaklaştırılmak hasta ediyor.
Bugün sağlık sistemimizin geldiği noktada, sağlıklı bireyler, sağlıklı bir toplum olabilmek için tıptan ziyade sosyolojik incelemelerin ve çözümlemelerin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yoksulluk mu ahlaksızlık doğuruyor, ahlaksızlık mı yoksulluk yaratıyor ya da yoksullukta mı nüfus artıyor nüfus arttıkça mı yoksullaşılıyor gibi sosyolojinin tartıştığı temel konuların hemen tamamını sağlık alanında da irdelemek gerekiyor. Sağlık sosyolojisi, sosyolojinin sağlık ve toplum ilişkisini inceleyen alt dalı. İyilik halini, sağlık ve hastalık dönemlerine ayırmadan bütüncül olarak düşünmemiz gerektiğini, sağlığı etkileyen sorunları insanın çevresiyle, yaşamıyla bir bütün olarak ele almamız gerektiğini ortaya koyuyor. Modern sosyolojinin kurucularından, olguların sosyolojik olarak açıklanması gerektiğini düşünen Durkheim, tek tek bireylerin intihar etme kararlarının aslında topluma mal edilmesi gerektiğini, intiharın bir halk sağlığı sorunu olabileceğini anlatır örneğin.
Olan bitenden, ekonomiden, trafikten, şiddetten, bu ülkede insan yaşamını zora sokan, gözünün ferini alan her şeyden, hasta hissederek başvuran hastalarla aynı şekilde etkilenen, diğer bir yandan da toplumun psikolojik ve sosyolojik çöküntüsü de omuzlarında yüke dönüşen uzak yakın tanıdığım tüm meslektaşlarım tükenmişlik içinde. Akın akın yer değiştiren, ülke değiştiren, iş değiştiren, eş değiştiren, değiştirdikçe bir nebze iyi hissedeceğini zanneden herkes gibi. Bu anlamda sağlıkta sosyal bilimlerin desteğine çok ihtiyacımız var.