YAZARLAR

Neden Mehruze Keleş değil de Mehruze Teyze?

Bu hitap ve anma şekilleri kadınların ait olduğu kendilerini ait hissettikleri konumun değil kullanan kişinin karşısındaki kadına veya genel olarak kadınlara biçtiği rolün, statünün göstergesi...

Siyasi gündemin içimizi ısıtıp, yüzümüzü güldüren anlarındandı Sultanbeyli pazarında ismini sonradan öğrendiğimiz Mehruze Keleş ile Ekrem İmamoğlu arasındaki sohbet. Aslına bakarsak ülkenin her sokağında, her semt pazarında yaşanabilecek kadar bizden, samimiyetiyle son derece tanıdık bir karşılaşmaydı. Mehruze Hanım içinden geldiği gibi “ben Tayyip’çiyim sana oy vermem” dediği zaman Ekrem Beyin “oyunu değil duanı istiyorum” cevabındaki kadirşinaslık, seçmen kararına saygı ve samimiyet 2019 yerel seçimlerinin unutulmaz anlarından birisini yaşattı hepimize. Son yıllarda yumuşak gücü en iyi kullanan politikacılardan birisi Ekrem İmamoğlu ve başarısında büyük payı var. Üstelik uzun yıllardır Erdoğan’ın yarattığı gündemin peşinde sürüklenen muhalefet manzarasını bir anda değiştirmeyi başarması da cabası. Ancak herkes gibi beni de etkileyen bu sıcak karşılaşmanın sonrasında haberlerin Mehruze teyze başlıklarıyla yayınlanması rahatsız ediciydi. Gündem yoğunluğu içinde koşuştururken ertelediğim ve şimdi Erdoğan’ın ziyaretiyle bir kere daha aynı başlıkla haberlere düşünce ‘yazmadan olmaz’ dedirten bir sızı var içimde.

Seçim sonrası söz verdiği gibi İmamoğlu, Mehruze Keleş ve ailesini ziyaret etmiş, takiben Kılıçdaroğlu ve Kaftancıoğlu konuk olmuştu aynı eve. Erdoğan ise o samimi seçim sohbetinin hemen arkasından telefonla görüşüp ziyaret sözü vermesine rağmen ancak iki yıl sonra 1 Mayıs'ta gerçekleştirdi sözünü. Muhalefetin gündem yaratmakta ön aldığı durumlardan birisine daha fazla duyarsız kalması mümkün değildi ve yaratılan gündemin peşinde koşmaktan kaçınamadı. Erdoğan’ın torunlarına başörtüsü hediye ettiğini ve onların da örteceğini belirtti Mehruze Keleş. Açıkçası Cumhurbaşkanının hediye ettiği başörtülerinin, iktidar mensubu kadınların başında görmeye alışık olduğumuz yüzlerce dolarlık eşarplardan mı yoksa benim kullandığım yirmi, otuz liralık şallardan mı olduğunu merek etmedim değil ya neyse şimdi konumuz ‘teyze’nin toplumsal statüsü.

Evet, teyze ve hanım gibi abla ve bacı gibi, kadınlarımız ve kızlarımız gibi kolektif isimlendirme ve hitaplar birbirinden az çok farklılaşan sosyal konumlara sahip. Ancak bu hitap ve anma şekilleri kadınların ait olduğu kendilerini ait hissettikleri konumun değil kullanan kişinin karşısındaki kadına veya genel olarak kadınlara, zihninde biçtiği rolün, statünün göstergesi. Bu nedenle rahatsız ediciydi Ekrem beyin Mehruze teyze adıyla anarak sosyal medyada paylaşması. Gazete ve televizyon habercilerinin büyük kısmı da muhtemelen bu paylaşımın etkisiyle toplum geneline teyze olarak tanıttılar Mehruze Keleş’i. Hadi diyelim ki samimi sohbetin etkisiyle halk arasında yaygın kullandığımız bir hitabı seçti konuşurken ama sosyal medya paylaşımında olacak iş değildi. Gerçi Akdeniz kültür havzasına ait akrabalık terimlerinin sosyal hayatta yabancılar için de kullanılması bizden bir parça sayılır evet. Fakat 70 doğumlu bir erkeğin 55 doğumlu bir kadına teyze hitabı bizim kültürümüz için bile hayatın olağan akışına uygun değil. Dolayısıyla rahatsız edici. Eşitlik açısından sorunlu.

Bağımsız birey ve hukuk öznesi olarak her insanın eşit yurttaşlık hakkını yok sayan yaklaşımın açığa çıkışı bu tür hitaplar ve anmalar. Erdoğan’ın kadınlarımız sözüyle aynı yerde duruyor İmamoğlu’nun teyze ifadesi. Karşılıklı konuşmada kültürel olarak kullanılsa bile –ki yaş farkının azlığını dikkate alınca bu da uygun değil- yazıya döküldüğünde, bir politikacının beyanına dönüştüğünde, karşısındaki kadını küçük düşürmek için kullanılan, kendisiyle eşdeğerde görmeyen bir yaklaşımın açığa vuruluşu haline dönüşüyor. Bir de sınıfsal boyutunu hatırlamak lazım bu teyze sözünün. Karşısındaki kadın ‘zengin görünümlü, şık giyimli olsa teyze der miydi’ sorusu düşüyor akla ve hemen hayır diyorum. Yaşı çok daha ileri olsa bile asla teyze demezdi cevabı eşlik ediyor soruya. Peki ya başörtülü olmasa? Bu da çetrefilli bir soru aslında çünkü eğitimli, meslek sahibi, şık giyimli, aksansız konuşan birisi bile olsa hatta genç de olsa başörtülü kadınlara teyze veya abla hitabı çok yaygın alışkanlıklardan. Başörtülü kadınları eşit yurttaşlık haklarından yoksun bırakan politikaların sosyal yaşama yansıması, zihinlerdeki iz düşümü. Kadınların ve özellikle başörtülü kadınların toplumsal statü sıralamasındaki yerini erkeklerin nasıl algıladığını gösteren bu davranışların uzantısı da erkek ekranlarda kadın hakları ve hatta doğum yöntemleri konuşulması.

Söz sırası erkeklerin kadın hakları üzerine konuşmalarına gelmişken duyurusu yapılan bir aile paneline değinmekte fayda var. 9 Mayıs tarihli ve Saadet Partisi'ne yakınlığı ile bilinen bazı sivil toplum örgütlerince düzenlenen panelde Aile Yapımıza Karşı Tehditler başlığı altında beş, altı erkek arzı endam edecekmiş. Kadın haklarını içermeyen dolayısıyla kadınsız aile olmalı zihinlerindeki. Yoksa niçin hiçbir kadın konuşmacı olmasın değil mi? İstanbul Sözleşmesi için eşcinsel evlilikleri çağrıştırıyor ithamıyla kara propaganda yürütenler şimdi erkek erkeğe aile konuşacaklarmış. Gey evliliklerinden doğan bir aile mi acaba konuşacakları ki hiç kadın konuşmacı yok, dedirtiyor haliyle. Şaka bir yana Sözleşme’den sonra sıraya aldıkları 6284 sayılı şiddetle mücadele yasasını budayıp kuşa çevirmeyi, CEDAW ve Lanzarote sözleşmelerinden imza çektirmeyi konuşacaklarına kuşku yok. Saadet Partili kadınlara bile söz hakkı tanımazlar elbette böyle bir gündemde. Ancak kararlarını dikte edecek ve itaat isteyecek kadar muhatap kabul ederler kadınları. Hiç söz hakkı tanımayan anlayışla teyze hitabıyla yazıya döken anlayış arasındaki yakınlığa dikkat çekmek isterim. Birisi sadece dikte edecek kadar muhatap almak diğeri sevgiyle muhatap alsa bile eşdeğer görmemek ve kadınlar açısından iki davranış birbirine çok yakın. Benden söylemesi…


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.