'Neden şimdi?' değil, 'Şimdi değilse ne zaman?'
HDP’ye yapılan bu operasyonu CHP'li Özgür Özel’in iddia ettiği gibi yalnızca bir gündem değiştirme çabası olarak değerlendirerek küçümsemek; amacına ulaşmamış bir muhalefeti bölme girişimi olarak araçsallaştırmak; hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni oyalamak için atılan bir adım olarak değerlendirmek, gerçek resmi görmemizi engelliyor.
HDP’li vekillere ve siyasetçilere üzerinden altı yıl geçen Kobani protestoları ile ilgili olarak yapılan gözaltılar ve yöneltilen suçlamalar, bir süredir kendisini performans siyasetine kaptırmış iktidara yönelik “neden şimdi” sorularını gündeme getirdi. Neden şimdi? Neden üzerinden bunca yıl geçtikten sonra bir kez daha Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen beraat etmekle kalmayıp Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlaline uğradığına karar verdiği bir suçlama ile yeniden gözaltına alınıyor? Bunca zaman sonra, çoktan kapanmış bu dava ile ilgili yeni bir delil, yeni bir gelişme olmadığı, olmayacağını tahmin etmek de, suçlamaların doğrudan HDP’yi hedef almasının tamamen siyasi sebeplere dayandığını bilmek de zor değil. Kaldı ki iktidarın Kobani protestoları sırasında yaşanan şiddet olayları ve ölümlerin ardındaki sorumluları araştırmak gibi bir niyetinin olmadığını, Meclis'e verilen araştırma önergelerinin defalarca AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmesinden anlıyoruz.
82 HDP’linin gözaltına alındığı bu “operasyon”un ardında, Kerem Altıparmak’ın Twitter’da açıkladığı gibi, AİHM Büyük Daire’nin yıl bitmeden çıkması beklenen Demirtaş kararının uygulanmaması ve bu kararın yol açacağı diğer sonuçları şimdiden etkisiz kılmak gibi bir sebep aramak akla yatkın geliyor. Bununla birlikte “neden şimdi” sorusuna başka yanıtlar da verilebilir. Epeyce bir süredir dilediğini tutuklatıp dilediğini serbest bırakan, hatta rahip Brunson, Deniz Yücel örneklerinde gördüğümüz gibi uluslararası pazarlıklara tabi tutan iktidarın, bu yeni gözaltılardan bir değil, birden çok fayda sağlamayı umduğunu düşünebiliriz. Bu faydalar arasında uluslararası alanda itibar, demokratik ülkeler liginde bir yer, AB ile uyum, hatta yabancı sermayeyi içeride tutmaya yarayacağı söylenen asgari hukuk devleti imajını en azından görünüşte sürdürmek gibi bir beklentinin olmadığı aşikâr. Bunlar çoktan gözden çıkarılmış. ABD Temsilciler Meclisi başkanının Trump’a hitaben söylediği “burası Türkiye değil, Kuzey Kore’de, Rusya’da, Suudi Arabistan’da değilsiniz. Burası bir demokrasi” sözleri durumu çok iyi özetliyor.
İşin aslı, zamanında demokrasiyi hedefe götüren bir araç olarak gördüğünü açıklayan, AB ile ilişkiler gerildiğinde “Kopenhag kriterleri olmazsa biz de Ankara kriterlerini uygularız” diyerek vakti geldiğinde bu araçtan inilebileceğinin ilk işaretini veren bir siyaset anlayışından söz ediyoruz. Nihayetinde evrensel demokratik norm ve değerlerden bütünüyle uzaklaşıp işine geldiği gibi hareket edebileceği için “yerli ve milli” adını verdiği bir ilkesizlik rejimine evrilen bu anlayışın, Türkiye’nin demokratik ülkeler sıralamasından çıkarılıp ilk kez bir otokrasi olarak tanımlanmasını dert edeceğini düşünmek şaşırtıcı olurdu. Bunun yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “bu Türkiye modelidir” diye lanse ettiği ve “başka yerde böyle samimi bir demokrasi bulamazsınız” sözleriyle meydan okuduğu bir keyfiyet rejiminin elindeki tüm araçları -yargı dahil- kendi güncel hesapları uğruna kullanmaya devam ettiğine şahit oluyoruz. Bu sebeple, Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakmamak dahil, muhalefet bloğunun AKP-MHP koalisyonu karşısında bir araya gelmesini engellemek ve HDP’yi siyaset yapamaz hale getirmek gibi pek çok makul açıklaması olan “neden şimdi” sorusunu sormanın pek bir anlamı yok.
Esas soru, “Şimdi değilse ne zaman?” olmalı. Bu sorunun muhattabı ise iktidar değil, doğrudan doğruya muhalefet. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun gözaltıların ardından HDP’yi telefonla arayarak dayanışma mesajı iletmesi, CHP’li milletvekillerinin, İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun sosyal medya üzerinden gösterdikleri tepki; Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun dahi HDP’yi arayarak gözaltılarla ilgili geçmiş olsun dileğinde bulunması; DEVA Partisi Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun operasyonun hukuki olduğunu düşünmenin abesle iştigal olduğu yönündeki açıklaması, her ne kadar İYİ Parti bu yazıyı yazdığım saatlere kadar sessizliğini korumaya devam etmişse de, HDP’yi marjinalleştirerek muhalefeti bölme oyununun bu sefer de tutmayacağını gösteriyor.
Ancak HDP’ye yapılan bu operasyonu CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in iddia ettiği gibi yalnızca bir gündem değiştirme çabası olarak değerlendirerek küçümsemek; amacına ulaşmamış bir muhalefeti bölme girişimi olarak araçsallaştırmak; hatta Başkanı geçtiğimiz haftalarda Türkiye’yi ziyaret eden, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşen ve KHK ile akademisyen kıyımlarında öncü rolü oynamış üniversitelerden birinden fahri doktora ünvanı kabul eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni oyalamak için atılan bir adım olarak değerlendirmek, gerçek resmi görmemizi engelliyor. Artık “samimi demokrasi” ya da dilerseniz “Türkiye modeli” olarak anılacağını öğrendiğimiz bu kuralsızlık rejiminde, iktidarın varlığını koruyabilmek için muhalefete, milyonlarca seçmenin oyunu almış bir siyasi partinin üyelerine, milletvekillerine, belediye başkanlarına ve dolayısıyla seçmenlerine dilediğini yapabileceğini “göstermeye” ihtiyaç duyduğu gerçeğini… Sürekli olarak bir performans sergileme ve hep daha fazlasını ortaya koyma ihtiyacı içinde hareket ettiğini… Bu gerçek karşısında muhalefetin telefonla geçmiş olsun dileklerini iletmekten başka bir şeyler yapması gerekiyor. Şimdi değilse ne zaman?
Ülkü Doğanay Kimdir?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.
İktidarın siyaset korkusu, deprem ve sivil toplum 02 Mart 2023
Seçimleri ertelemek: Asrın felaketi mi asrın gaspı mı? 15 Şubat 2023
Muhalefet loading! 05 Ocak 2023
İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Akşener: Muhalefete her yol aynı kavşağa mı? 22 Aralık 2022 YAZARIN TÜM YAZILARI