Nefessiz bırakan hukuksuzluğun ve adaletsizliğin tarihi
Annette Gordon-Reed'in yayına hazırladığı 'Irkı Mahkemeye Çıkarmak', Ertuğrul Uzun çevirisiyle Zoe Kitap tarafından yayımlandı. Kitap, ABD’nin hukuk tarihine ilişkin bir kazıya girişiyor.
Irkçılık ve ırk ayrımcılığı, kişiyi özne olarak kabul etmemenin bir sonucu ve özcülük temelli bir nesneleştirme eylemi. Buradan, hukuki bağlamda adil bir adaleti öteleme gibi bir durum doğuyor. Diğer tarafta ise ırkçılığın ve ırk ayrımcılığının psikolojik, sosyolojik ve patolojik sonuçları ortaya çıkıyor. Bunların tamamı, şiddet eylemlerini meşrulaştırmak, cinayetleri ve yargısız infazları olağanlaştırmak için kullanılıyor.
“Biz” ve “onlar” ayrımı, ırkçılığı hukuki olarak temellendirmede önemli bir role sahip. ABD’de bu hukuki kalkan, 1800’lerden başlayıp yirminci yüzyılın ilk yarısına dek pek çok kişinin yargılanmasına, yargısız infaza kurban gitmesine ve adil adaletin sekteye uğratılmasına neden oldu.
Annette Gordon-Reed, yayına hazırladığı ve “Amerika Tarihinde Hukuk ve Adalet” alt başlığıyla okurla buluşan 'Irkı Mahkemeye Çıkarmak'ta, ABD’nin hukuk tarihine ilişkin bir kazıya girişiyor ve kitaba makaleleriyle katkı sunan isimler, örnek davaların yansımalarını ortaya koyarak ırkçı kanaatlerin, mahkeme salonlarında nasıl baskın hâle geldiğini anlatıyor.
KUZEYDEN GÜNEYE, DOĞUDAN BATIYA FARKLI HUKUKİ SÜREÇLER
ABD’de, hukuk-ırk ilişkisinin tarihi davalar üzerinden anlatıldığı kitapta, bir kesimi üstün kılan hukuki düzenlemelerin yargılamalara bakan hâkimlerin kanaatleriyle birleşmesinden doğan sonuçlar ortaya konuyor. Bir başka deyişle, ABD tarihinde yalnızca siyahları hedef almayan beyaz üstünlüğünün suç çetelesinden örnekler yer alıyor kitapta.
Gordon-Reed, beraber yaşama kültüründen, hiyerarşik yapılanmaya geçişin ABD’de yasalarla sağlandığını hatırlatırken siyahları, Asyalıları ve yerlileri çeşitli haklardan mahrum bırakan ve ayrımcılığa uğramalarına yol açan düzenlemelerin, insan olma koşullarını göz ardı etmeye ve düşmanlaştırmaya dayandığını belirtiyor.
Irksal karışımları engelleme ya da beyazlar ve siyahların ilişkilerini “düzenleme” veya “hâl yoluna koyma” amacıyla hazırlanan yasalar, sonuçları çok acı bazı olay ve mahkeme kararlarıyla sınanıyor. Kölelik dönemlerinden iç savaş ve sonrasına, 1900’lerin başından 1960’lara kadar yaşananlar ve bunlarla ilgili verilen kararlar, ırkların sınırlarını belirleyen örnekler olarak tarihe geçiyor. Gordon-Reed’in sosyolojik ve hukuki belirlemesi bu bağlamda önemli: “Siyah halkın Amerika’daki yeri konusundaki sarsıcı savaş, ABD’deki diğer etnik ve ırksal grupların dâhil olduğu tüm hukukî ihtilafları gölgede bırakmış hem de etkilemiştir. Çünkü ‘siyah ırk’ ile ‘beyaz ırk’ın insan ırklarının sürekliliği boyunca kutupsal karşıtlıklar olduğu gibi bir düşünce, uzun zaman boyunca mevcudiyetini sürdürmüştür. Amerikan yerlileri, Asyalılar ve diğer birçok etnik grup, iki kutup arasında bazen siyaha bazen de beyaza yakın çeşitli noktalara yerleştirilmiştir. Amerika’daki hayat çerçevesinde bu etnik grupların kaderlerinin ne olacağına ilişkin tartışmalarda, siyah-beyaz karşıtlığından hiçbir zaman uzaklaşılmadı.”
Gordon-Reed’in değerlendirmesinden hareket ettiğimizde, kitaptaki makaleler, geçmişle hesaplaşma arzusunun ürünü olarak nitelendirilebilir. Beri yandan, kitapta ele alınan davalar, ABD’nin kuzey ve güney, doğu ve batı eyaletlerindeki farklı bakış açıları, sosyolojik yapı ve çeşitli etnik kökenleri kabullenme veya onlara karşı şiddete başvurma hikâyeleri olarak da okunabilir.
Cinsel saldırıları sonrası efendisini öldüren köle Celia’nın yaşadıkları ve davası, köleliğin kaldırılması için mücadele verenleri cesaretlendirirken “beyaz” ABD’lilerin siyahlara yönelik baskısını artırıyor ve mahkeme de Celia’ya karşı konumlanıyor. Hatta köle kadını “mal” olarak niteleyip efendisine karşı gelmemesi gerektiği belirtiliyor kararda. Dolayısıyla “efendi”nin “kölesini” cinsel ilişkiye girmeye zorlamasını meşru gösteren bir hüküm veriyor.
Dünya ağır sıklet boks şampiyonu Jack Johnson’ın beyaz kadınlarla ilişkisi ise “hassas” ABD vatandaşlarını rahatsız ediyor. Halk arasında ve kimi gazetelerde, “beyaz adamın kadınlarını elinden aldığına” dair kanaat oluşan Johnson, hem mahkemelerin hem de sıradan insanların öfke kustuğu bir isim hâline geliyor.
Kitapta nefret eylemlerine maruz kalan siyahların yanı sıra onları savunan Yahudi avukatlar ve Asyalı hukukçularla ilgili önyargılar ve dava süreçleri de yer alıyor. Bunlar, ülkedeki kuzey-güney ve doğu-batı hukuk anlayışının ya da yorumlarının birbirinden nasıl ayrıştığını göstermesi bakımından da önemli örnekler.
ADALETİN ETRAFINDA DOLANANLAR
Çalışmada ele alınan olay ve davalar, kahramanların bir anda gözden düştüğü, yeni kahramanların yaratıldığı ve suçsuz insanların uzun süre yargılanıp ceza aldığı tarihi örnekler aynı zamanda. Üstelik delillerin Afro-Amerikalılar aleyhine tahrif edilişini de hatırlatıyor bu davalar.
Beyazların siyahlara ve başka etnik kökene sahip kişilere yönelik cinsel saldırılarının meşru sayıldığı, beyaz ve siyahların aile kurmasına karşı engellerin konduğu olay ve davalar da cabası. Dahası bunlar, ABD’nin Ay’a ayak basma arifesine dek süren ve verilen kararlarla ırk ayrımcılığını körükleyen davalar olarak öne çıkıyor.
Virginia’daki Loving Davası’nda temyiz talebini inceleyen yargıç, kararında şöyle yazıyor: “Yüce Tanrı; beyaz, siyah, sarı, malay ve kızıl ırkları yarattı ve onları ayrı kıtalara yerleştirdi. Bunlar arasındaki evliliklerin, onun takdirine müdahaleden başka bir anlamı olamaz. Tanrının ırkları ayırması, ırkların karışmasını istemediğini de gösterir.”
Kitaptaki makalelere konu olan davaların yargıçlarının, savcılarının ve jüri üyelerinin, ırk ayrımcılığı ve ırk farklılığı konusunda durduğu noktayı kamuoyuyla paylaşma bağlamında önemli sınavlar verdiği görülüyor. Dezavantajlı azınlıkların ve kişilerin, adil yargılanıp yargılanmaması da bu sınavın önemli bir parçası. Hatta mesele bir noktadan sonra, hukuki olmanın ötesine geçip kültürel hâle geliyor; vatandaş olanların ve vatandaş olmaya çalışanların verdiği hak mücadelesi ise bunu perçinliyor: Kimin vatandaş ve kimin ülke sınırları içinde yabancı olduğuna (ya da yabancı muamelesi göreceğine), yasalara dayanarak ve adaletin etrafından dolanarak karar veriliyor. Birbirinden farklı davaların kesişim noktası, beyazların üstünlüğünün merkezde olduğu ideolojik bakış açısı. Geçmişte ve bugün nefessiz kalanları birbiriyle buluşturan da tam olarak bu.
Gordon-Reed, bu bağlamda, hem kitapta anlatılanların çerçevesini çiziyor hem de söz konusu tarihi ilintiye dair bazı önemli noktalara değiniyor: “Meşhur olsun olmasın, bu kitapta tartışılan bütün davalar, ABD’de ırk için ne kadar çok zaman, enerji ve heyecan sarf edildiğini, ırk meselesinin hayatlarımızın her bir zerresine nasıl bulaştığını açıkça gözler önüne seriyor. Tarihimizin büyük kısmı bakımından bu mesele, kimin yurttaş olduğunu, hangimizin yaşayabileceğini, hangi meslekleri icra edebileceğimizi, hatta kiminle evlenebileceğimizi yani beşerî var oluşun en önemli unsurlarını belirlemiştir. Kitaptaki yazıların büyük kısmı, ABD’de ırka ilişkin yasaların tam da merkezinde, cinsel ilişkiye zorlamanın, kan bağlarının karışmasından duyulan korkunun, beyaz erkeklerin -siyah erkekleri devre dışı bırakarak- hem beyaz hem de siyah kadınların bedenleri üzerinde hâkimiyet kurma arzusunun yer aldığını gösteriyor.”