Nefret suçları sonrası: Adalet ve destek arayışı

Nefret suçlarının ardından adalete ve desteğe erişimde karşılaşılan engeller, güçlü bir yasal çerçevenin ve etkili mağdur destek mekanizmalarının önemini gözler önüne seriyor.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Nefret suçları hem dünyada hem de Türkiye’de toplumsal barışın önüne geçiyor. Önemli bir insan hakları sorunu olarak yaygın bir şekilde karşımıza çıkan bu suçlar, belli kimliklere karşı kökleşmiş önyargılardan kaynaklanıyor. Bu suçların ardından mağdurlar, sadece şiddet sonrası yaşadıkları fiziksel ve psikolojik travmayla değil, aynı zamanda uzun süreli izolasyon ve sürekli korku gibi etkilerle de başa çıkmak zorunda kalıyor.

Eşitlik ve adalet idealini zedeleyen nefret suçlarının mağdurlar için derin etkileri var. Buna rağmen, Türkiye’deki destek sistemlerinin şiddet karşısında genellikle yetersiz olduğu görülüyor. Bu durum, mağdurların iyileşme ve adalet arayışını daha da zorlaştırıyor. Söz konusu yetersizlik, nefret suçlarıyla mücadelede önemli bir boşluğu ve bu suçlarla mücadelenin kapsamlı bir şekilde geliştirilmesine dair ihtiyacı gözler önüne seriyor.

DİN, İNANÇ VEYA İNANÇSIZLIK TEMELLİ 126 NEFRET SUÇU

İnanç Özgürlüğü Girişimi olarak, 2020’den beri din, inanç veya inançsızlık temelinde işlenen nefret suçlarını takip ediyoruz. İzleme çalışmalarımızda, 2020 ile 2024 yılları arasında, din, inanç veya inançsızlığa yönelik önyargılardan kaynaklanan 126 nefret suçu tespit ettik. Bu süreçte en çok hedef alınan gruplar ise sırasıyla Hıristiyanlar (52), Aleviler (42) ve Yahudiler (23) oldu.

2023 yılında ise Hıristiyanlar, Yahudiler, Aleviler, Müslümanlar, Ezidiler ve ateistleri hedef alan 47 nefret suçu veya olayı kaydettik. Ayrıca ne yazık ki, 2023’te kişilere yönelik şiddet içeren saldırı sayısında endişe verici bir artış yaşandı. Elde ettiğimiz bu veriler, Türkiye tarihi boyunca birçok kez nefret suçunun hedefi olan gruplara karşı kemikleşmiş önyargıların devam ettiğini gösteriyor.

Nefret suçlarının mağdurlar, onlarla ilişkili gruplar ve toplum üzerindeki ciddi etkilerine rağmen Türkiye’de bu suçlarla ilgili düzenlemeler ve uygulamalar oldukça yetersiz. Bu olayların nefret suçu boyutu adli süreçlerde gerektiği gibi irdelenmiyor ve çoğu zaman bu suçlar karşısında etkili bir yaptırım uygulanmıyor: Bu suçlar karşısında süregelen bir cezasızlık sorunu söz konusu. Türkiye’de nefret suçlarıyla ilgili yasal çerçeve de etkisiz ve uluslararası insan hakları standartlarıyla uyumlu değil. 2021'de açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı, Türk Ceza Kanunu'na ayrımcılık ve nefret suçlarıyla ilgili yeni düzenlemeler getirmeyi ve veri toplama süreçlerini iyileştirmeyi vaat ediyordu. Ancak, üç yıl geçmesine rağmen bunlar henüz hayata geçmedi.

İzleme çalışmalarımızla birlikte, KAOS GL, İnsan Hakları Derneği ve Protestan Kiliseler Derneği gibi başka sivil toplum örgütlerinin yaptığı çalışmalar, acil bir şekilde Türkiye’de bu suçlarla mücadelenin kapsamlıca geliştirilmesi ihtiyacını ortaya koyuyor. En öncelikli ihtiyaçlar ise hiç şüphesiz nefret suçlarıyla ilgili insan hakları standartlarıyla uyumlu bir mevzuat düzenlemesi, bu suçlara yönelik etkili soruşturmaların yürütülmesi ve var olan yasaların uygulanması. Ayrıca, tüm nefret suçlarının kamu yetkilileri ve sivil toplum tarafından sistematik bir şekilde izlenip raporlanması, zarara ilişkin etkili tazmin, mağdurların desteklenmesine yönelik bütünsel bir yaklaşım ve nefret suçlarıyla mücadele için çok paydaşlı çalışmalar da bu suçlara karşı önemli katkılar sağlayabilir.

MAĞDUR ODAKLI BİR YAKLAŞIM NASIL MÜMKÜN OLABİLİR?

Bu noktada, yukarıda bahsi geçen adımlardan mağdurların desteklenmesini kısaca ele almaya çalışacağız. Yukarıda da değinildiği gibi, nefret suçlarının mağdurları, bu olayların doğrudan etkileriyle başa çıkarken adalete erişim ve destek süreçlerinde de pek çok zorlukla karşılaşıyor. Türkiye’nin de aralarında olduğu AGİT’e katılımcı devletlerin, nefret suçu mağdurlarını desteklemek için önemli taahhütleri bulunuyor. Buna rağmen, birçok nefret suçu deneyimini incelediğimizde destek mekanizmalarının yetersizliğini görüyoruz. Bu mekanizmaların eksikliği ve kamu kurumlarına veya adli süreçlere dair güvensizlik bu suçların ihbar edilmesine de engel olabiliyor.

Mağdurların, hukuki, tıbbi veya psikososyal destek ve güvenlik gibi temel ihtiyaçları bu süreçlerin merkezine alınarak karşılanmadığında, mağduriyet daha da derinleşebiliyor. Bu ihtiyaçların doğru bir şekilde tespit edilmesi ve karşılanması, adaletin sağlanması ve mağdurların güçlendirilmesi açısından çok önemli.

Nefret suçları sonrası yaşanan ikincil mağduriyet, genellikle mağdurların yaşadığı travmayı daha da perçinliyor. İkincil mağduriyet kısaca, mağdurların olayın ardından olumsuz yaklaşımlarla karşılaşması anlamına geliyor. Bu, kurumların ve bireylerin mağdura yönelik duyarsız veya olumsuz tepkileriyle, profesyonellikten uzak yaklaşımlarla ve destek süreçlerindeki ayrımcı davranışlarla ortaya çıkabiliyor.

Hasköy Kamanda Musevi Cemiyeti Mezarlığı 13 Temmuz'da tahrip edildi.

Örneğin, baskılar sebebiyle köyünü terk etmek zorunda kalan bir Ermeni, köye yeniden dönmesinin ardından maruz kaldığı yoğun tehdit, baskı ve taciz sonrasında yaptığı şikâyeti geri çekmesine ve hatta yurtdışına yerleşmesine yönelik kolluk kuvvetlerinden bir tavsiye alıyor. Şikâyetini İstanbul’da yenilemek üzere geri çektikten sonra ise İstanbul’da da yine benzer bir yaklaşımla karşılaşıyor ve en sonunda Türkiye’yi terk etmeye karar veriyor. Bu ikincil mağduriyet deneyiminde, güvenlik güçlerinden aldığı olumsuz tepkiler mağdurun adalet arayışında yalnız bırakıldığını hissetmesine yol açıyor. Buna benzer deneyimler, mağdurların duygusal ve psikolojik sağlığını olumsuz etkileyerek onları toplumdan izole edebiliyor.

Nefret suçlarının ardından mağdurların süreli veya sürekli güvenlik ihtiyaçları da göz ardı edilmemeli. Bu güvenlik ihtiyacı gözetilirken, hedef alınan kişi veya gruplarla bağlantılı mekânlar, resmî statüsüne bakılmaksızın ibadet yerleri ve dinî etkinlikler için kullanılan sosyal alanlar düşünülmeli. Örneğin, bir cemevine yapılan saldırılardan sonra, cemevi başkanının birkaç defa talep ettiği güvenlik sağlanmıyor.

Bir kadının su temini için destek istemeye gittiği cami imamının fiziksel şiddetine maruz kalmasının ardından ise polisin olay yerine gelmediğini görüyoruz. Bu olayda, kişi kendi imkânlarıyla hastaneye gidip darp raporu aldığını ve emniyete giderek şikâyetçi olduğunu belirtiyor. Oysa, mağdurların adli ve tıbbi desteğe hızlı ve etkin bir şekilde erişimini sağlamak olayın etkilerinin daha da derinleşmesinin önüne geçebilir.

Olayı polise veya diğer yetkililere bildirmeye karar verdiklerinde mağdurlar sıklıkla hakları, mevcut destek hizmetleri ve adli sürecin ilerleyişi hakkında bilgi ve tavsiyeye ihtiyaç duyabiliyor. Evlerine çarpı işareti çizilen Alevi ve Kürt bir ailenin adli süreçteki deneyimlerinde bu ihtiyaçların karşılanmadığını net bir şekilde görüyoruz. Benzerleriyle sıklıkla karşılaştığımız bu olayda aile, şikâyetleri sonrasında yeterli duyarlılığı görmediklerini ve süreç hakkında bilgilendirilmediklerini belirtiyor. Benzer şekilde, bir kilise mensubu, aracına yapılan silahlı saldırı sonrası hukuki süreçte ilerleme kaydedilmediğini ve yetkililerin "gizli araştırma" yaptıklarını söyleyerek bilgi vermediklerini ifade ediyor.

Bazı kişilerin ise olayın kalıcı etkileriyle baş edebilmek ve kendi dayanıklılıklarını geliştirebilmek için uzun süreli olarak bir uzman tarafından verilecek psikososyal desteğe ihtiyaçları söz konusu olabiliyor. Aynı zamanda, toplumun, kolluk kuvvetlerinin, adli yetkililerin ve ilgili diğer kişilerin mağdurları yalnız bırakmaması, onlara destek vermemesi oldukça kıymetli. Alevi bir ailenin maruz kaldığı tehdit ve saldırılar sonrasında komşularından gördüğü dayanışma, bu desteğin ne kadar değerli olduğunu gösteriyor:

“Gece yarısından sonra, sabah 02:00-03:00 dolayında apartmandaki komşularımızın kapılarını çalan polisin ‘Tanıklık edecek misiniz’ sorusuna bütün daireler olumlu yanıt vermişler. Yalnız olmadığımızı ve kimsenin sinmediğini görmek çok yüreklendirici. En büyük güvencemiz bu dayanışma.”

Bu örneklerin çoğu, nefret suçlarına maruz kalan kişilerin adalete ve destek hizmetlerine erişiminde karşılaştıkları güçlükleri gözler önüne seriyor. Mağdurların bunlara benzer kritik ihtiyaçlarının karşılanması, bu suçların etkilerini iyileştirmek ve travmaların üstesinden gelmeye destek olmak için hayati. Mağdurlara yönelik duyarlı ve kapsamlı bir yaklaşım geliştirilmediği sürece, mağdurların adalete olan inancı zedelenmeye devam edecek. Nefret suçlarıyla etkili bir şekilde baş edebilmek için yalnızca mağdur odaklı destek yapıları geliştirmek tabii ki yeterli değil. Bunun için toplumsal bir değişimi teşvik etmek, güçlü bir hukuki çerçeve oluşturmak ve bunları etkili bir şekilde uygulamak gerekiyor. Bu adımları birbirleriyle ilişkili bir şekilde atmak hem insan haklarının korunmasına hem de daha eşitlikçi ve kapsayıcı bir toplumda yaşayabilmemize katkı sunabilir.

* İnanç Özgürlüğü Girişimi Proje ve İletişim Sorumlusu