Nehna platformu Antakyalı Ortodokslara ses olacak

Nenha platformu, Antakya’da yaşayan Rum Ortodoksların sesi olmak, hafızasını tutmak istiyor. Nenha’nın kapısı ayrımcı söyleme sahip olmayan herkese açık.

Anna Maria Beylunioğlu, Nehna’nın kurucu kadrosunda yer alıyor. (Fotoğraflar: Berge Arabian)
Google Haberlere Abone ol

Burcu Özkaya Günaydın

ANTAKYA - Antakya denilince akıllara kültür, tarih, inanç, farklılıklar ve bir arada yaşam geliyor. Bunca farklı kimliğin içinde ‘azınlığın’ da ‘azınlığı’ bir toplum Antakya’daki Rum Ortodokslar… Kilise olarak Rum-Ortodokslar fakat yaşadıkları coğrafya itibariyle zamanla Arap dili, kültürü yaşamlarına hâkim oluyor. Antakyalı Rum Ortodoksların, Türkiye’deki azınlık cemaatinin yaşadığı tüm sorunları yaşamalarının yanı sıra kendi özel sorunları mevcut. Nehna.org, hem bu sorunları daha konuşulur hale getirmek hem de köklü bir tarihe sahip Antakya Rum Ortodoks Cemaati’nin kültürünü aktarmak için kuruldu. Arapça ‘Biz’ demek olan Nehna’nın kurucu kadrosunda yer alan Anna Maria Beylunioğlu ile Nehna’yı ve Antakya Rumlarını konuştuk.

‘KAPSAYICI BİR PLATFORM EKSİKLİĞİ VARDI’

Öncelikle platformun isminden başlamak isterim. Nehna adı Arapçada “biz” demek. Antakyalı Rumları anlatan bir platforma neden Arapça bir isim verildi?

Evet, Nehna Arapçanın Şam ve Lübnan’da konuşulan lehçelerinde “biz” anlamına geliyor. Arapça bir isim tercih ettik çünkü bu toplum yüzyıllardır Arapça konuşuyor. Ve bu toplumu diğer Rum Ortodokslar arasında, özellikle de İstanbul Rumlarından farklı kılan da bu dil. Daha önceleri büyük ihtimalle farklı diller de konuşuluyordu bölgede. İbadet dili de uzun zamanlar Rumcaydı, bölgedeki Araplaşma ile birlikte dil ve kültür Araplaştı diyebiliriz. Günümüz koşullarında toplumumuz bugün giderek azalan oranda bu dili konuşsa da Arapçayı seviyor, kendini halen bu dille, bu dilin ve kültürün merkezde olduğu müzik, yemek gibi kimlik öğeleri ile ifade ediyor.

Grubun tamamı Antakya, İskenderunlu sanırım. Böyle bir platform kurma fikri nasıl ortaya çıktı?

Kurucu ekipte Samandağlı, Altınözlü, İskenderunlu ve Mersinli arkadaşlar var. Antakya’yı geniş anlamı ile aldığımızı eklemek isterim. Antakyalı Ortodoks derken, sadece bugün Türkiye’de resmi olarak bir ilçe olarak kabul edilen Antakya merkezi kastetmiyoruz. Antakya’yı tarihi anlamında düşünüyoruz. Antakya Rum Patrikliği’ne bağlı olan cemaatin nüfusunun yoğunlukta olduğu Antakya merkez gibi bugün Hatay’ın diğer ilçeleri, İskenderun ve Mersin’den de bahsediyoruz. Yazar grubumuz ise biraz daha geniş, Antakyalı Ortodokslar dışında da bize katkı sunanlar var ve daha da genişlemeyi hedefliyoruz. Bizim toplumumuza değen konularda katkı sağlayacak herkes aramıza katılabilir. Antakya’ya ve toplumumuza dair bazı projeler oluşturma konusunda kurucu ekipte yer alan isimler olarak, uzun zamandır sıkça konuşuyorduk. Antakyalı Ortodokslara dair özellikle dini alanda yayın yapan birçok oluşum ve sosyal medya platformu mevcut. Kültürel alanda da yayın yapan birkaç grup var ancak bu topluma, tarihine, çok güçlü olduğunu düşündüğümüz kültürel öğelerine ve güncel sorunlarına dair etraflıca yayın yapan, kapsayıcı bir platformun eksikliği konusunda hemfikirdik. Toplumdan da bu konuda talep olduğu yolunda duyumlar alıyorduk ancak herhangi bir adım atılmamıştı. Birçok anlamda birbirinden farklı düşünen bir ekip olarak son bir yıldır platformun ismi, manifestomuz, web sitesinin içeriği ve vizyonu üzerinde çalışmaya başladık. En sonunda 15 Ekim itibariyle Nehna.org’u yayına aldık.

Nehna’nın kurucularından Anna Maria Beylunioğlu, kimliğin öznel, akışkan ve değişken olduğunu söyledi.

‘EL KONULUP HALEN VERİLMEYEN MÜLKLER VAR’

Türkiye’de azınlıkların yaşadığı dil, kimlik gibi temel sorunlar var. Antakya Rum Ortodoks cemaati de benzer sorunlar yaşıyor mu? Daha özel yaşadıkları sorunlar var mıdır?

Evet, Antakyalı Rum Ortodokslar da azınlık cemaatlerinin yaşadığı dil ve kimlik gibi sorunlarla mücadele ediyorlar. Yüzyıllardır konuştukları dil olan Arapça, bugün gençler arasında azalarak konuşuluyor. Kimliklerini algılayışlarında ve dışarıdan algılanışlarında da sorun yaşıyorlar. Kilise olarak Rum Ortodokslar, çünkü Doğu Roma İmparatoru Ortodoksluğu seçtiğinden beri zaman içerisinde Rumluk ve Ortodoksluk bir dini aidiyet olarak bütünleşmiş. Ancak bölge zaman içerinde Araplaşmış, dilleri de zaman içerisinde Rumcadan Arapçaya dönmüş. Bununla beraber bölgedeki kültür de Arap kültürü ile harmanlanmış, bugün kültürel olarak kimliklerinin çok önemli bir bölümünü oluşturur hale gelmiş. O sebeple dini aidiyeti ifade etmese de bugün bölgedeki insanların kendilerini Arapça konuşan Rum Ortodoks, Antakyalı Ortodoks, Arap dilli Rum Ortodoks ya da Arap Ortodoks gibi tabirlerle ifade ettiklerini duyabilirsiniz. Bir de bu toplumun bir kısmı zaman içerisinde dışarıya göç vermiş. İstanbul’a geldiklerinde İstanbul Rumları ile aralarında var olan sosyo-kültürel farklılıklardan dolayı bir ilişkisellik oluşamamış. Hatta bugün İstanbullu Rumların “Rum” tanımının da dışına itilmişler. Bu İstanbul’da yaşayan toplumun bir kısmında “hayır biz Rumuz” gibi bir tepki geliştirse de azımsanamayacak bir kısmı da bu itilme ile karşılaşınca Arap kimliğine sarılmış. Tüm bu anlattıklarım bugün toplum içerisinde kaynamaya devam eden Araplık/Rumluk tartışmasının zeminini oluşturuyor. Tabii bana sorarsanız doğrusu, yanlışı, sonu olmayan bir tartışma bu. Çünkü kimlik özneldir, akışkandır, değişkendir.

El konulan mülkler, sorunlarınızın neresinde yer alıyor?

Toplumumuzun bir diğer meselesi de el konulan ve geri verilmeyen mülkler. Diğer azınlık toplumlarının yaşadığı gibi bu bölgede de gerek ayrımcı azınlık politikaları sebebiyle, gerekse de nüfus azlığı sebebi ile mazbutaya alınan ve el konulan mülkler olmuş. Antakya Türkiye’ye 1939’da katıldığından 1936 Beyannamesi’nde mülk beyanında bulunamamışlar. Ancak bugün el konulan malların iadesinde halen 1936 beyannamesi esas alınıyor. Lozan’da temsil edilmiyordu gibi bir açıklama yapılıyor ara ara. Sanılanın aksine Lozan’da tanınan belli bir azınlık grubu yok aslında. Lozan’da azınlıklara geniş haklar tanınıyor ancak maalesef bu haklar uygulanmıyor. Mülk sorununun çözümü 1936 Beyannamesi’nin dayanak alınmasına ve Lozan Antlaşması’nın olması gerektiği gibi uygulanmayışına dayanıyor diye düşünüyorum.

Antakya yapı olarak çok kozmopolit, kültürlerin de iç içe geçtiği bir bölge. Özellikle Arap Alevi halkıyla biraz daha fazla iç içe geçmişlik mevcut. Birbirlerinden etkilenmişler midir?

Etkilenmişler tabii ki, aynı coğrafyada yaşamışlar, birbirlerini etkilememeleri imkânsız. Zaman içerisinde etkileşimleri belli bir noktaya ulaşmış. İki halk da bayramlarını beraber kutlar, birbirlerine sık sık gelir gider bu günlerde. Ortak diyebileceğimiz bayramlarımız da var. Mesela Arap Alevilerde kutlanan Kıddes Bayramı, İsa Mesih’in vaftizinin anmasıdır bir anlamda. Bugün Arap Alevilerin ziyaret olarak kullandığı mekânlara baktığımızda bazılarının Hıristiyanlık tarihinde kullanılan mekânlar olduğunu da görüyoruz.

‘VARLIK VERGİSİ ANTAKYALI GAYRİMÜSLİMLERİ GÖÇ ETTİRDİ’

Kulüp dizisiyle birlikte Varlık Vergisi tekrar gündemleşti. Varlık Vergisi denilince hep İstanbullu Rumlar aklımıza geliyor. Antakyalı Rumlar, gayrimüslimler bu süreçten nasıl etkilendi?

Evet, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da İstanbul merkezli bir bakış açısı var. Varlık Vergisi’nden sadece İstanbul Rumları etkilenmedi. En çok İstanbul’dan toplandı vergi. Ancak bu vergi, 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı zorlu ekonomik koşulları yüksek gelirli insanları vergilendirerek iyileştirmek gibi bir neden öne sürülerek Türkiye coğrafyasında yaşayan bir kısım Müslümanla beraber bütün gayrimüslimleri vurdu. Varlık Vergisi’nin Antakya ve çevresindeki uygulamalarına dair bazı akademik çalışmalar mevcut ama oldukça yetersiz. Vergi burada da yerel halkı bükmüş, büyük kısmı göç etmiş, mallarını yok pahasına satmışlar, bir kısmı gelirlerinin kat kat üstünde bir vergi ile karşılaşınca vergiyi ödeyemeyip Aşkale’ye gitmek durumunda kalmış. Elimizde bazı gazetelerde ve yüksek lisans tezlerinde bulunan bazı listeler var. Ancak anlatılar oldukça az. Nehna’da bu konuda bir dosya oluşturmayı hedefliyoruz. Varlık Vergisi dosyasının da ilk yazısını Emre Can Dağlıoğlu ve Mişel Uyar kaleme aldı; Varlık Vergisi’nin 79. yıldönümünde yayınladık. Şu anda da bu verginin uygulandığı ailelerden insanlara ulaşmaya çalışıyoruz. Önümüzdeki aylarda onların tanıklıklarına yer verdiğimiz röportajlar ve yazılar yayınlamayı hedefliyoruz.

‘GİDENLER İÇİN MEMLEKET HEP ANTAKYA’DIR’

Antakyalı Rumların bölgedeki varlığı çok eskilere dayanıyor. İstanbullu Rumlar için İstanbul bir nevi 'vatansa' Antakya Rumları için de Antakya bir vatan gibi. Antakya Ortodoks toplumu çok fazla göç yaşamış da bir topluluk. Bu coğrafyadan ayrılmak zorunda kalanlar özlem duyuyorlar mı?

Elbette, bugün yurtdışında yaşayan birçok Antakyalı için durum böyle. 1939 ilk ayrılış sebeplerinden biri. Türkiye’ye katılmak istemeyen bazı aileler bölgeyi terk ediyor. Daha sonra Cumhuriyet döneminin gayrimüslimlere karşı uyguladığı ayrımcı politikalar da insanları yurtdışına gitmeye sevk ediyor. Son olarak da ekonomik ya da eğitim sebebiyle büyük şehirlere ya da yurtdışına gidenler var. Gidenler için nereye ve ne kadar önce giderlerse gitsinler sanıyorum memleket hep Antakya’dır. Öyle güçlü kimlik öğelerinden bahsediyoruz ki, nereye giderlerse gitsinler kimliklerinin merkezine aldıkları müzik ve yemek gibi unsurları belli düzeylerde yaşatmayı başarmışlar.

Nehna platformunun nasıl bir çalışma tarzı olacak. Gönüllü çalışanları olacak mı? İnternet sitenize isteyen herkes yazı yazabilir mi?

Şu anda kurucu ekibimiz altı kişi ancak yazar kadromuz daha geniş. Hepimiz gönüllü olarak platforma emek veriyoruz. İleride dernekleşirsek bir çalışan kadrosundan bahsedebiliriz ancak şu an için bu konuda konuşmak için erken. İnternet sitemiz de bizim toplumumuza değen konularda ayrımcı söyleme başvurmadığı sürece yazmak isteyen herkese açık.

Nenha platformunun çalışmalarını www.nehna.org'dan takip edebilirsiniz.