Neil Young’ın kedileri
“Only Love Can Break Your Heart” dinliyorum üst üste. Ve kedileri düşünüyorum. Her birinin nasıl da kendine özgü bir öyküsü olduğunu ve hayatımızdan nasıl da geçip gittiklerini…
Melankoli en çok Neil Young’a yakışıyor bence. Bir de sarı kedilere… Bir kediyle temas kurmak, tıpkı Burroughs’un İçerdeki Kedi kitabında sözünü ettiği gibi, insanda içten içe derin bir melankoli yaratıyor; çünkü insan bir kediye baktığında onda hem sonsuz sevgiyi hem de faniliği, ölümü görüyor.
Birlikte geçirebileceğimiz süre kısıtlı olsa da, bir kedi tıpkı bir Neil Young şarkısı gibi kalbimizin ta derinliklerine nüfuz edebiliyor. Hem de sonsuza dek orada kalmak üzere… Çok sevdiğim Neil Young’ın bundan uzun yıllar önce küçük sarı kedisiyle çekilmiş bir fotoğrafı karşıma çıktığında işte tam da bu yüzden gözlerim doluyor.
Bir zamanlar birlikte yaşadıkları hayatı düşünüyorum. Ve Young’ın onu muhtemelen hâlâ özlediğini… 1960’ların sonunda, Laurel Canyon’da başka kedilerle, hippi müzisyenlerle ve küçük köpeklerle hep birlikte yaşarken, ne kadar mutlu olduklarını gözümde canlandırabiliyorum.
O yıllarda Joni Mitchell ile de tanışmış olmalı. Neil Young’dan değil, kediden söz ediyorum. Mitchell’ın onu kucağına aldığını, burnunun ucuna bir öpücük kondurduğunu görebiliyorum.
Bir an için ben de o küçük eve ışınlanmak, orada onlarla birlikte yaşamak istiyorum. Hatta evde yanan tütsülerin kokusunu bile alabiliyor, salonda kısık sesle çalan Elvis şarkılarını duyabiliyorum.
Kanada’da doğup büyüyen Neil Young, çocukluğunu bir kulağı radyoya yapışık bir hâlde geçirmişti. Çocukken bir kedisi olup olmadığını bilmiyorum ama belki de müzik dinlerken hep kucağında küçük, sarı bir kedi hayal etmişti.
O günlerde bir yandan yumurta satıp gazete dağıtarak harçlığını çıkarıyor, bir yandan da radyoda çalan rock’n roll şarkıları eşliğinde, kendini tamamen müziğe kaptırarak, hayaller kurup duruyordu. Little Richard, Chuck Berry… Ama en çok da Elvis Presley! Küçük Neil büyüdüğünde Elvis gibi olmak istiyordu.
On iki yaşına geldiğinde annesiyle babası ayrıldı. Abisinin babasıyla, Neil’ın da annesiyle kalmasına karar verildi. İkisi Winnipeg’e taşındı. Burada hava sanki her daim soğuk ve griydi. Sokaklarda hiç kedi yoktu. O günlerde müzik, küçük çocuğun tek tesellisiydi.
Küçük sarı bir kediyi andıran plastik bir ukuleleyle başladı müzik hayatına. Ukulelesini hep yanında taşıdı, bu dört telli küçük çalgı onun en büyük sırdaşı oldu zamanla. Onunla çaldığı şarkılar özgüvenini ve neşesini yerine getirdi, ancak melankoli bir kez onun yüreğine işlemişti ve onu hiçbir zaman terk etmeyecekti.
Neil Young gençlik yıllarında birçok küçük rock grubunda çalacaktı ama kendini bulması, ancak ve ancak ruhuna çok uygun düşen o melankolik folk müziğiyle tanıştığı zaman olacaktı. Ve belki de sevgisini kalbinden asla eksik etmeyeceği sarı kedilerle…
1960’ların ikinci yarısında ise artık Kanada’yı terk edip ABD’ye gitme zamanı gelmişti. Onun, hep olmayı hayal ettiği kişiyle olduğu kişi arasındaki uçurumun nihayet kapanacağı yer olacaktı Amerika.
Bu tatlı pazar sabahında, benim için tam da burada zaman duruyor sanki. Onun öyküsünde daha fazla ilerlemek istemiyorum. Burada kalmak ve havadaki portakal kokusunun, altın rengi Laurel Canyon güneşinin tadını çıkarmak istiyorum. Neil Young’u güneşin üzerine portakal suyu gibi yayıldığı bir kahvaltı masasında, kucağında kedileriyle, müzik dinleyip kahvaltı ederken düşünmek istiyorum.
“Only Love Can Break Your Heart” dinliyorum üst üste. En sevdiğim Neil Young şarkısı bu. Ve kedileri düşünüyorum ister istemez. Her birinin nasıl da kendine özgü bir öyküsü olduğunu ve hayatımızdan nasıl da geçip gittiklerini…
Geçen yıl kaybettiğim kedilerimin yerini doldurmaya çalışmadım hiç. Ama pencereye gelen küçük bir kediyi içeri almadan da edemedim, tabii. Bunun için gözlerimin içine bakması ve burnunu çekmesi yetti.
Onu bu kadar kısa süre içinde böylesine çok sevmek, hem bana hayatta her şeye rağmen yeniden sevebilmenin mümkün olduğunu hem de sevmenin, tıpkı Burroughs’ın dediği gibi, en güçlü ağrı kesici olduğunu gösterdi.
Son bir kez daha çalıyorum “Only Love Can Break Your Heart” şarkısını. Neil Young insanın kalbini kırabilecek tek şeyin sevgi olduğunu söylerken, ben de William S. Burroughs’ın İçerdeki Kedi kitabına dönüyorum bir kez daha.
Sel Yayınları’ndan Ahmet Ergenç çevirisiyle çıkan bu küçük kitabı çok seviyorum. İçerdeki Kedi, tüm iyi kitaplar gibi hem mutlu ediyor hem de hüzünlendiriyor beni. Onu yıllardır kütüphanemin baş köşesinde saklıyorum.
Telefonumun ekranından Neil Young ile sarı kedisi bambaşka bir zaman diliminden bana gülümserken, Burroughs da “Bizler içerdeki kedileriz,” diye fısıldıyor kendi aleminden. “…ve bizim için tek bir yer var.” Bunun üzerine yapabileceğim tek bir şey kalıyor geriye: Gülümsüyor ve müziğin sesini biraz daha açıyorum ben de.