YAZARLAR

Nerede bu proletarya?

1991’de Sovyetlerdeki reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte kapitalizmin “ebedi düzen” olduğu iddia edilmişti... “Elveda proletarya” çığlıkları nerdeyse tüm dünyayı kaplıyordu. Ancak geçen 30 küsur yılda kapitalizmin yaldızı döküldü, insanlık yoksullaştı, dolar milyarderleri arttı, sınıf çelişkileri derinleşti. Bitecek denilen işçi sınıfı varlığını sürdürüyor ancak bu kez aşırı sağ partilere yöneliyor. “Nerede bu insanlığı kurtaracak proletarya” diye de söyleniliyor?

1 Ağustos 2024 tarihinde Gazete Duvar’da yayınlanan “Solun ve CHP’nin güçsüzlüğü, nereye kadar?” başlıklı yazım üzerine taa Amerika’larda yaşayan bir okurumdan ileti aldım. ABD’nin San Francisco kentinde yaşayan Buğra Bakan isimli okurum, yazımdaki görüşlerimi eleştirel tarzda bir email gönderdi.

Gerçekten mutlu oldum, biz yazarlar için olumlu ya da olumsuz her görüş değerlidir, yazımıza ilgi duyulduğunu gösterir. Buğra Bakan, iletisinde özetle şöyle diyor:

“Yazınızın en temel sorunu, ‘sol’ paradigmasının hala var olduğunu, hele ki Türkiye'de varsaymak ve bunun üzerinden CHP'yi de bu, gerçekte olmayan bir yapının çerçevesinde tanımlamak… Bir hayalet peşindesiniz. Sol eğilimli işçi sınıfı.

Böyle bir insan grubu yok. İşçi sınıfı dünyanın artık neredeyse her yerinde ‘sağ’ seçmeni.

Dolayısıyla daha en başta kavram kargaşası ve yanılgısı içinde analiz yapıyorsunuz. Bu yanılgı ile yıllardır siyaset yapmaya çalışılıyor, sonuç 22 yıllık pragmatik AKP iktidarı”.

‘KİMLİK SİYASETİNİN ÖNEMİ’

Buğra Bakan’ın bu iletisi üzerine ben de kısa bir mesaj gönderdim. Bakan’ın görüşlerini topluca anlayabilmek açısından benim mesajım üzerine gönderdiği ikinci iletisindeki görüşlerini de kısaca aktarmak isterim:

“Kullandığınız kavramlar, bana göre, endüstri devriminin ürettiği çelişkileri ve bu çelişkilerin yarattığı davranışları açıklıyor. Teknoloji devrimi sonrası ortaya çıkan dinamikleri açıklamakta eksik kalıyor.

Onun için hiç bir yerinde kültür savaşları yok, din yok, teknoloji yok. Öte yandan mevcut işçinin de sendika diye bir derdi olduğunu düşünmüyorum. Hayattan beklenenler artık din-kültür-cinsel tercihler gibi alanların üzerinde yükselen siyasetler ile yönetiliyor.”

REEL SOSYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ

1989’da Berlin Duvarı ve 1991’de de Sovyetlerdeki reel sosyalizmin yıkılışından sonra liberal dünya, kapitalizmin “ebedi bir düzen” olduğunu iddia etmeğe başlamıştı. Ancak geçen yaklaşık 35 yılda insanlık çok daha fazla yoksullaştı, gelir dağılımı adaletsizliği korkunç boyutlara ulaştı, dolar milyarderlerinin sayısı arttı.

Emperyalizm işin içinden çıkamayınca mevzi ve bölgesel savaşlara başvurdu, ekonomik, sosyal krizlerin yanı sıra iklim krizi de dünyanın doğal dengesini bozdu. Yani, sonuç itibariyle kapitalizmin insanlığa yoksulluk, savaş ve de şimdi faşizmden başka sunacağı bir şey kalmamış gibi gözüküyor.

1980’ler ve özellikle 1990’lardan itibaren “Yeni Dünya Düzeni”nin ortaya çıkışıyla birlikte işçi sınıfının önemini yitirdiği, çalışanın nitelik değiştirip kitle üretiminden, yani fordist modelden post fordist modele, yalın üretime geçildiği, dolayısıyla çalışanların da bir sendikaya ihtiyaç duymadıkları bir sisteme yöneldiği gibi görüşler ortaya çıktı.

AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİ

“Elveda proletarya” çığlıkları nerdeyse bütün dünyayı kaplıyordu. Yukarıda da değindiğimiz gibi 35 yılın sonunda sınıflar arasındaki çelişkilerin derinleştiği, bitecek denilen işçi sınıfının varlığını sürdürdüğü ancak sosyalizmin hem pratik, hem de ideolojik olarak gerekli çıkışı yapamadığı ve bir alternatif haline gelip kitleleri etkileyemediği için geniş halk yığınlarının aşırı sağ ve faşizan partilere yöneldiği görülmektedir.

Egemen sınıflar, proletaryanın sınıf bilincine ulaşmaması için sınıf siyaseti yerine kimlik siyasetini, yani etnik durumu, kültür ve din gibi faktörleri öne sürmekte, milliyetçiliği, göçmen karşıtlığını empoze etmektedirler.

Karl Marx’ın da ifade ettiği egemen sınıf, kendi ideolojisini de emekçi sınıflara medyasıyla, üniversitesiyle, sivil toplum kuruluşlarıyla benimsetmeye, zaman zaman da zorla ve baskıyla dikte etmeğe çalışır. Çalışanlar, emekçiler de ister istemez kapitalizmin ideolojik propagandasından etkilenir, liberal düşünce kitleler üzerinde nüfuz sahibi olur.

O nedenle proletaryanın sınıf bilincine varabilmesi kolay değildir. Sınıf bilinci, sınıf mücadelesi süresince ortaya çıkar ve yine sınıf örgütleri (sendikalar, sol partiler vb.) gibi unsurlar tarafından oluşturulmasına katkı yapılabilir.

Burada somut yaşadığım bir örnekten söz etmek isterim.

‘5 VAKİT KOMÜNİSTİM’

TEKEL işçileri, 2010 yılında güvencesiz çalışmaya karşı bir mücadele yürüttüler. Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş üyesi TEKEL işçileri, Ankara’nın kış koşullarındaki dondurucu soğuğa rağmen Türk-İş Genel Merkezi önünde derme çatma çadırlarda 78 gün direndiler. Ben de 17 Ocak 2010 tarihindeki miting öncesi Ankara’da TEKEL işçilerinin direnişini ziyaret etmiştim.

Bu arada çok az ana akım televizyon kanalı TEKEL direnişine yer veriyordu. CNN Türk’teki bir canlı yayın sırasında bir TEKEL işçisi, “Ben 5 vakit namaz kılarım. Burada da komünist olduk. Artık, 5 vakit komünistim” şeklinde sözler söyledi.

Somut yaşanılan olaylar, işçilerde bir bilinç sıçramasına da neden oluyordu. Miting öncesi akşam, dört saate yakın işçilerin arasında dolaştım ve sohbet ettim. Hataylı bir işçi aynen şunları söylüyordu:

“Biz buraya gelmeden önce gençler, öğrenciler için solcu, komünist diye bir önyargıya sahiptik. Ancak buradaki öğrencilerin harçlıklarından bize çay yapıp getirdiklerini, sabaha kadar bu soğukta bizlerle kaldıklarını görünce düşüncelerimiz değişti. Ben bölgemdeki ilçede aynı zamanda AKP yöneticisiydim. Ama şimdi kesinlikle AKP’yi oy vermem. Sağcı idim, solcu oldum”.

Görüldüğü gibi, işçi sınıfı bizzat yaşadığı olaylar içersinde siyasal iktidarı, devleti, emniyet güçlerini, kendinden yana olanları, karşı duranları çok somut bir biçimde algılıyor ve bir bilinç sıçramasıyla da karşı karşıya kalıyordu.

SINIF BİLİNCİNİN ETKİNLİĞİ

Kuşkusuz dini ve milliyetçi eğilimlerle işçilerin büyük çoğunluğunun AKP ve MHP’ye oy verdiği söylenebilir. Ama bu süreç, zaman içinde yaşanılan sorunlar ve koşullar karşısında değişebilmektedir. İlerici sendikaların, sosyalist ve komünist partilerin bu yönde daha çok çaba harcaması gerekiyor. Kolay bir iş değil.

Öte yandan işçi sınıfının niteliğinin değiştiği doğrudur. Sınıf içinde çok nitelikli unsurlar bulunmaktadır. Örneğin banka ya da benzeri kuruluşlarda çalışanların belli bir sınıf ve siyasal bilince ulaşmaları ve örgütlü olmaları halinde, oradaki yazılım sistemini bir fişi çekmekle felce uğratmaları da mümkündür.

Günümüzde ne kadar ileri teknoloji olursa olsun sonunda yine onu kullanan insandır, çalışandır. Ciddi bir bilinci olan insan, örgütlü bir yapı içinde üretimi durduracak özelliklere de sahip olabilir. İşçi sınıfının en önemli bir özelliği de üretimden gelen gücünü kullanmasıdır. Grev silahıdır, ister yasal olsun, ister olmasın. Kullandığı zaman üretim durur, sermaye şaşkınlığa uğrar.

KAPİTALİZM DE EBEDİ DEĞİL

Yine 1990’lı yıllarda yaşadığım bir örnekten kısaca söz edeyim. ATV’de yayınlanan ve geniş kitlelerce izlenen sosyal ve siyasal içerikli bir program vardı. Hatırladığım kadarıyla KESK’e bağlı Haber-Sen sendikası, yöneticilerinin de bu programda konu itibariyle yer almasını istemişlerdi. ATV yönetimi, uygun görmedi.

Bunun üzerine Haber-Sen üyeleri, televizyonun bağlı olduğu merkezlerdeki irtibatı ve iletişimi kesti, yayın faaliyeti aksıyordu. Bu durum karşısında televizyon yöneticileri de sendika temsilcilerinin programa katılmasını kabul etmek zorunda kaldı.

Sonuç itibarıyla şunu söylemek istiyorum: Kapitalizmle mücadele edecek, o düzene son verecek sınıf proletaryadır. Tabii ki proletaryanın günümüz koşullarındaki gelişimine, değişimine uygun olarak onun önce sendikal, daha sonra siyasal örgütlenmesini sağlayabilen, siyasal bir sınıf bilincine sahip olmasına katkı veren örgütlenmelere büyük ihtiyaç var.

Nasıl ki zamanında asla yıkılamayacak düzen denilen köleci sistem, feodal düzen yıkıldıysa kapitalizm de nihayete erecektir. (Zaten 1917’de Rusya’da bir süreliğine -74 yıl- sona ermişti. Reel sosyalizmin çöküşü de ayrı bir tartışma konusu.)

Roma İmparatorluğu’nda gladyatör Spartaküs, M. Ö. 74 yılında isyan etti, köleci düzeni yıkamadı. Ama Roma İmparatorluğu M. S. 476 yılında yıkıldı. Spartaküs bir kıvılcım çaktı, o zaman asla yıkılamaz denilen kölelik düzeni 550 yıl sonra yıkılmış oldu. Biz görmesek de kapitalizmin sonu elbet gelecektir…   


Atilla Özsever Kimdir?

1967 yılında Kara Harp Okulu’nu bitirdi. 12 Mart (1971) döneminde piyade üsteğmeni iken siyasi görüşleri nedeniyle ordudan çıkarıldı. 2.5 yıl cezaevinde kaldı. Daha sonra iktisat öğrenimi gördü, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı, doktorasını İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde tamamladı. 1974 – 2002 yılları arasında gazetecilik yaptı. 2003- 2011 yılları arasında da Maltepe Üniversitesi’nde kadrolu öğretim üyeliği görevinde bulundu. 2011 yılından itibaren de çeşitli üniversitelerde çalışma ekonomisi ve medya alanında dışarıdan dersler veriyor. “Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci” ve “Mesele Teslim Olmamakta” isimli iki kitabı ile çeşitli kitap ve dergilerde yer alan makaleleri bulunuyor.