'Neredeyiz?'
Kara tahta, İngiliz işçi sınıfından yoksul insanların koşullarını gerçekçi bir anlayışla, “İnsanları kışkırtarak ve düşünmeye sevk ederek üzerlerinde oynanan politikaların farkına varmalarını sağlayan“ Ken Loach’un Kes/Kerkenez (1969) filminde de vardır. İşçi sınıfına mensup ilk gençlik çağındaki Billy Casper’ın okul-öğretmenler ve kara tahtayla ilişkisi vahşi bir kuş olan Kerkenez ile karşılaşması, yakınlaşması denli başarılı değildir.
“İyi bir yönetmen, iyi bir senaryo ile bir başyapıt üretebilir..“ (Akira Kurosawa). İyi de, daha önce sadece babası İranlı yönetmen Muhsin Makhmalbaf'ın çektiği Bisikletçi filminde rol almış Samira Makhmalbaf ‘yönetmen olmayı’, ‘senaryo yazmayı’ nerede öğrenecektir?
Muhsin Makhmalbaf on dört yaşındaki Samira’nın sinema eğitimi ısrarı üzerine, kadınların da katılabileceği bir sinema okulu açmak ister. İran İslam Cumhuriyeti yönetiminden okul açma iznini alamayınca baba evi Samira’nın okulu olacaktır. Samira on yedi yaşında ilk filmi Elma’yı yapar, Cannes Film Festivali'ne katılan en genç yönetmen olmayı başarır (1998).
Muhsin Makhmalbaf evde ders verse de yazmak çizmek için ‘kara tahta’ kullanmış olabilir. Samira’yı üne kavuşturacak filmde de kara tahtalar vardır, Samira’nın çektiği Kara Tahta filmi ise, İran gerçekliği ile ilgilidir. Üzerlerinde matematik, çarpım tablosu, okuma yazmadan kalan yazılar, sırtlarında taşıdıkları kara tahta ile dağ tepe dolaşan gezici öğretmenlerin yürek yaralayıcı hikayesi.
Birbirlerine yakınmaktadırlar. “-Bir tane daha öğrenci bulamadım, ya sen?…”
Açlık, parasızlık inanmasa da söyletir: “- Babamı dinlemeliydim. O benim çoban olmamı istemişti.”
Öğretmenlerden biri İran-Irak Savaşı yıllarında Halepçe’ye yapılan kimyasal saldırı sonrası canını kurtarmayı başarmış bir grup Kürt mülteci, bir diğeri sırtlarına bağladıkları kaçak eşyalarla sınıra ulaşmaya çalışan hamal çocuklar arasında ‘ekmek için’ öğrenci aramaktadır.
Bir öğretmen diğerine derdini anlatır. Evlenmiştir ama bir süre sonra aileler arasında çıkan ‘bana hakaret etti’ atışması kavgayı büyütmüştür. Kızgın kayınpederi eşini evden alıp götürür. Eşi geride kalan üç çocuğuna karşın aylarca da aramamıştır. Oysa çocuklardan biri daha bebektir.
“Ona bir süt anne bulmak zorundaydım. Yüzlerce aileye gittim. Bir sütanne bulmak için. Sonuçta bebek bir çok kadının sütünü emdi, hatta ineklerin bile. Şimdi dünkü o bebeğe bakıyorum da yüzü sütünü emdiği kadınların hepsine benziyor. Ve şimdi hasta. Bir yandan iyileşmesi diğer yandan öğrenci bulmak için o köyden bu köye koşup duruyorum. Doktor olmayı isteyen bir öğrenci arıyorum…”
Kara tahta, İngiliz işçi sınıfından yoksul insanların koşullarını gerçekçi bir anlayışla, “İnsanları kışkırtarak ve düşünmeye sevk ederek üzerlerinde oynanan politikaların farkına varmalarını sağlayan“ Ken Loach’un Kes/Kerkenez (1969) filminde de vardır.
İşçi sınıfına mensup ilk gençlik çağındaki Billy Casper’ın okul-öğretmenler, kara tahta ile ilişkisi vahşi bir kuş olan Kerkenez ile karşılaşması, yakınlaşması denli başarılı değildir. Bir bakıma Kerkenez filmi İngiliz eğitim sistemine tutulan eleştirel bir aynadır.
Erden Kıral’ın Hakkari’de Bir Mevsim filminde de kara tahta vardır ama öğretmen yazsa da, söylediklerini yinelese de Kürt çocukların “öğretmen ne diyor?” sorusunu soran donuk bakışları her karşılaşmada devam edecektir. Öğretmen giderken itiraf eder: "Bütün öğrettiklerimi unutun.”
Kara tahta İki Dil Bir Bavul filminde de vardır. Bir Ege kentinden öğretmenlik için Doğu’daki bir köy okuluna gelen öğretmenin tek kelime Türkçe bilmeyen Kürt öğrencileriyle yaşadıklarının anlatısı, izleyicinin değil, ülke yönetimini elinde tutanların anlaması içindir.
Kara tahtanın başından ayrılmayan öğretmenlerin hikayeleri başka filmlerle de anlatılır. Örneğin, Köy Enstitülerinin, Türkiye’nin özel koşullarından doğan özgün bir eğitim modeli, “Ne liberal Amerika’dan ne faşist Almanya’dan ne de komünist Rusya’dan alınmadığının” kanıtı, benim yaptığım belgesel Köy Eğitmen Kursları ve Eğitmenleri anlatan “Eğitmenler”, “Ülkeyi Kucaklayan Adam Tonguç” belgeseli…
Köy Eğitmen Kursları, 1930'lu yılların ortasında okulu olmayan köylerde “eğitim” yapılabilmesi amacıyla açılmıştı, askerliğini çavuş olarak yapmış ve okuma yazma bilen köy gençleri bahar-yaz ayları altı aylık eğitimden sonra doğup büyüdükleri köylerine “eğitmen” olarak ve sadece 3. sınıfa kadar okutabilmek için döneceklerdir. Köy Enstitülerini bitiren öğretmenler ise beşinci sınıfa kadar okutuyordu, bazı okullarda eğitmenlerin bıraktığı yerden alarak öğrencilerin 4. ve 5.ci sınıfı tamamlamasını da sağladılar.
Bir gerçek var altı çizilmeli, “… doğanın içinde, tarla bahçe içinde açılan bu kurumlarda, biyolojinin kara tahta başında okutulması gülünç olurdu (…) fizik, kimya, aritmetik ve geometri derslerini bu olaylarla bağlantı yaratmadan işlemek büsbütün gülünçtü” düşüncesi birçok örnek olayda işlemiştir.
Örneğin Çifteler Köy Enstitüsü çıkışlı Süleyman Dinçer* “Pisagor bağıntısını, yaptığımız binaların temel öncesi çekmiş olduğumuz ip iskeletini 3-4-5 metre ölçüsü ile köşelerde dik üçgen sağlayarak ve nedeni üzerinde tartışarak öğreniyorduk. Fizikteki bileşik kapları, dağ tepe aşırarak kazdığımız kanalların içine su künkleri döşeyip 4 kilometre uzaktaki kaynaktan okulumuza su getirerek öğreniyorduk. Geometriyi, gereksinmemiz olan yapıları yapmaya başladığımızda elimize aldığımız yapı planına göre ölçerek temellerini kazıp duvarlarını yükseltirken ve çatısını kurarken öğreniyorduk” açıklamasını yapacaktır. “…kimya dersleriyle tarım ve sanat dersleri arasında bağlantı kurarak işliklerde ve tarım alanlarında geçen olayları (iplik ve yün boyama, bitkilere verilen ilaçlar, kireç ve alçı elde etme vb.) öğrencilere inceleterek kimya bilgileri kazandırmak yolu tutulmuştu” (Aksu Köy Enstitüsü çıkışlı Pakize Türkoğlu)
Köy Enstitüsü üzerine yapılan Ali Adnan Özgür’ün yönettiği Toprağın Çocukları (2012), Biket İlhan’ın yönettiği Yarım Kalmış Mucize (2013) Tarık Akan’ın çektiği Bir Meçhul Öğretmen ve Cengiz Özkarabekir’in belgesel-draması Yücel’in Çiçekleri’ni unutmamak gerekir…
İranlı ‘Gezici Öğretmenler’ bana "Eşekli Kütüphaneci" adıyla Fakir Baykurt’un hikayesini yazdığı Ürgüplü kütüphaneciyi hatırlattı.
Yirmi üç yaşında (1944) Ürgüp’teki bir kütüphaneye memur olarak atanan Mustafa Güzelgöz kütüphaneye kimsenin gelmemesi üzere edindiği bir eşeğe kitaplar doldurur ve üzerine “Gezici Kütüphane Servisi” yazılı iki sandık yükler, haftanın iki günü köy köy çocuklara dağıtır. Sonra eşek sayısını üçe çıkartır, yöredeki otuz altı köye kitap taşır.
Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz’ün yaptıklarından öğrenilecek çok şey var. Arşivdeki Osmanlıca el yazması kitapları küflenmekten kurtarır. Kadınları okumaya özendirmek için Zenith ve Singer’den armağan sağladığı dikiş makineleriyle dikiş gününe ayırdığı her Salı kumaşlarıyla dikiş sırası bekleyenlere okuması için kitap verir. Amerikan Barış Gönüllüleri kütüphaneye bir cip armağan eder, böylece köylere kitapları ciple taşımaya başlar. Ama “bu ülkede hiçbir başarı cezasız kalmaz” denilir ya, valilik “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye hakkında soruşturma açar. Engellerden bıktığı için elli yaşında emekliliğini ister.
Eşekli Kütüphaneci geçmişte kalmamıştır. İki yıl önce, Yozgat'ın bir köyünde görevli iki öğretmen Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz'den esinlenerek Gezici Kütüphane ile kapı kapı gezerek kitap dağıtmıştı… Bir öğrenci de onlara eşlik ediyor, küçük davulu çalarak kitapların geldiğini duyuruyormuş. Tabii ki bu düşünce ve uygulamanın en iyi yanı taşımalı eğitim nedeniyle okulları kapatılan -kuran kursları ise açık- ve imamlara teslim edilen köylere gidilebilmesi.
Tabii ki tebeşirli kara tahta (ya da yeşil, beyaz) birçok okulda artık yok. Gerekli de değil, zaten sanat ve felsefe derslerinden uzaklaşılması gibi, yazılarak, okunarak, tartışılarak yapılması gereken fen bilimleri, biyoloji, fizik, kimya gibi dersler de yok. Bu derslerin üç dört kat fazlası ezbere dayalı din eğitimi ve kültürü, peygamberin hayatı, Kuranı Kerim, temel dini bilgiler için kara tahtaya gereksinim yok.
Zaten bu yazıyı yazmamın nedeni de bu. “Dinselleşmenin son halkası”, ’maarif’ adı kullanılan Cumhuriyet alerjisi bu model-müfredat taslağı ile kara tahta üzerine tebeşirle yazılmış gibi bilim ve fennin silinmesi…. Oysa “…Türkiye’de asıl gereken şey 21.yüzyıl becerilerini özümsetmeye, analitik düşünmeye teşvik etmeye ve eleştirellik kasını çalıştırmaya dönük bir müfredattır.” John Berger diyordu, “Kaygıyla sorulan, “Neredeyiz?” sorusuna uzmanların ağızlarının içinde yuvarlayarak verdiği yanıt, “Hiç bir yerde?”
* DİNÇER, Süleyman (2002), Çitlenbik Kayayı Çatlattı, İleri Yayınları, İzmir.