Nermin Abadan Unat'ın duruşu...
Geçen hafta Boğaziçi'ne gidip genç meslektaşlarıyla birlikte rektörlük binasına sırtını dönen Nermin Hoca, orada yalnızca beş-on dakika ayakta durmuş olmadı. Nasıl 'durulması' gerektiğini hatırlattı cümle âleme. Hayat ve ülke böyle işte, bir hoca 100 yaşında örnek olmayı sürdürürken, kimileri de bir kaşık çorba için tekkeyi bekliyor.
Boğaziçi Üniversitesi hocalarının aylardır sürdürdükleri 'sırt dönme' protestosunu, ülke gündemini iyi kötü takip edip de işitmeyen kalmamıştır. Bir önceki kayyım rektörün gece vakti görevden alınmasının ardından; üniversite içinden farklı siyasi eğilim ve alanlardan 17 hoca rektörlük için adaylık başvurusu yapmıştı; hiçbiri YÖK'e davet edilmedi ve oy verme hakkına sahip hocaların yüzde 90 küsurunun 'istemiyoruz' dediği isim, rektör olarak atandı. Türkiye sağının, hele ki o sağın kareli ceketli versiyonunun 'milli irade' anlayışına/yorumuna son derece uygun bir tavır bu. Diken'de konuya (milli iradeciliğe) ilişkin iki satır yazdım, ilgilenecekler için buraya bırakıyorum.
150. protestoya Nermin Abadan Unat da katıldı ve meslektaşlarının yanında durdu. Elinde bastonu, belli ki uzun süre ayakta durmakta biraz zorlanıyor, öğrencilerinin koluna girmiş, yüzünde maskesiyle, dimdik görünüyordu fotoğraflarda. 1921 doğumlu Nermin Abadan Unat, Eylül'de 100. yaşını kutlayacak.
Bu bir Nermin Hoca yazısı olsaydı; etkileyici yaşam öyküsünü, çocuk sayılacak yaşta yurt dışından Türkiye'ye gelip burada Türkçe öğrenerek hukuk okuyuşunu, akademisyenliğini, bir ara gazeteciliğini, sosyal bilimlere katkısını, hukukçu-sosyolog-siyaset bilimci yönlerini, kadın çalışmaları ve göç alanlarındaki öncü rolünü, Mülkiye ve ardından Boğaziçi'deki hocalığını, hiç eksilmeyen okuma ve öğrenme tutkusunu (öğrencilerine yeni çıkan kitapları önermeye devam ediyor), taşıdığı iki soyadının değerini vs. uzun uzun anlatırdım. Hatta belki Hoca'nın bazı sevimli çılgınlıklarını ve benim gibi bir üşengeci hayretler içerisinde bırakan tarifsiz yaşam sevincini de eklerdim satır aralarına. Ola ki merak edenlere iki kitap önerebilirim. Sedef Kabaş'ın söyleşisi “Hayatını Seçen Kadın” (Doğan Kitap) ve kendi yazdığı “Kum Saatini İzlerken” (İletişim).
O gün orada duran bir asırlık kadın hoca hakkında, yalnızca iki anı nakletmek istiyorum; hem içimde kalmasın hem de 'ayakta durmak' ile 'duruş' arasındaki fark iyice belirginleşsin.
Henüz kareli ceketli bıyıklıların üniversitedeki haysiyetsiz işbirlikçileri tarafından terörle iltisaklı ilan edilmediğim(iz) yıllarda, dersime arada bir özellikle eski kuşak hocalarımızı davet edip ders anlatmalarını rica ederdim. Öğrencilerin ülke ve akademinin geçmişiyle bağ kurmasını, bambaşka bir devrin hocalarından bir şeyler işitmesini, onlarla tanışmasını istiyordum. Sağolsunlar o hocalar da gelip anlattılar ve hem onlar hem öğrenci memnun kaldı bu buluşmalardan. Nermin Hoca onlardan biriydi. İki kez Boğaziçi'nde, bir kez de Mülkiye'de, 80'li yaşların sonu ve 90'lı yaşlarının başında, iki-üç saatlik dersleri ayakta anlattı ve öğrenciye harika öneriler sundu, özellikle kadın öğrencilere.
Mülkiye'deki ders bundan sekiz yıl önce, Aralık 2013'teydi. Hoca dersten bir iki saat kadar önce fakülteye geldi, karşıladık, sohbet ederken kulaklığının pilinde bir sorun olduğunu söyleyince, Boğaziçi'nden yüksek lisans öğrencisi ve Mülkiye'de siyasi tarih hocası arkadaşımla birlikte Kızılay civarında bir yerlere gidip pil aldık, ancak sorun çözülemedi. Kulaklığı olmadan çok zor işitiyordu. Yapacak bir şey yok, ders saati geldi, elinde iki büyükçe çantayla sınıfa doğru yürümeye başlayınca, çantalarından hiç olmazsa birini almak istedim. 93 yaşındaki Nermin Hoca, “Ben Mülkiye hocasıyım, çantamı kendim taşırım,” diyerek önerimi reddetti; sınıfa gittik ve tüm dersi ayakta, hemen hiçbir şey duymuyorken anlatıp sonunda öğrenci sorularını yazılı alarak tam saatinde bitirdi. Ders kaydedilmişti, vakti olanlar için burada.
Mülkiye'de çanta taşıyan, taşıtan ve hatta herzesini övünerek anlatan hoca da görmüştüm, yalan olmasın! Ancak Nermin Hoca, bugün artık pek nadir karşılaşılabilen niteliklere sahip bir kuşağı/zihniyeti temsil ediyordu ki, ona da tanığım. Söz konusu tavrın hâkim olduğu, yüzlerce sınav kâğıdının arasında bunalırken dahi yıllarca, “asistanın işi hocanın işlerini yapmak değil” diyerek bana (bize) tek bir kâğıt okutmayan hocaların Anayasa Kürsüsü'nde yetiştim. Hocalık ne demektir, gördüm. Çok meslektaşım gibi.
Beş yıl önce...
Yıl 2017, atıldıktan birkaç hafta sonra Ankara'dan İstanbul'a göçtüm. İstanbul Mülkiyeliler Birliği'nde bir toplantı yapılacaktı, birkaç ay önceden planlanmıştı, halkoylamasında oylanacak anayasa değişikliklerine ilişkindi, tasfiyeye rağmen iptal etmek istemedi Birlik yönetimi. Kuzguncuk'taki binaya gittiğimde hiç ummadığım bir kalabalıkla karşılaştım. Gelenlerin beni dinlemek için değil, atılan akademisyenlere destek için orada olduğunu biliyordum tabii. Unutulmaz bir dayanışma akşamıydı. Açılışın ardından mikrofonu verdiler, konuşmaya başladım, beş dakika geçmemişti ki kapı açıldı ve Nermin Hoca girdi. Hoca o akşam bir ödül törenindeymiş, oraya gitmek zorundaymış, erken çıkıp Mülkiye'deki toplantıya katılmak için gelmiş, 'bizleri' yalnız bırakmak istememiş. Eline mikrofonu aldı ve kısa bir destek konuşması yaptı Nermin Hoca. Yine dimdik, ayakta. Genç meslektaşlarına moral vermek için oradaydı.
Nice şöhretli Mülkiyeli hokkabazın tasfiye üzerine tek cümle kurmadığı, kimi akademisyenlerin ise atılan meslektaşlarının çalışmalarına referans vermeye dahi çekindiği bu zavallılık devrinde, Hoca'nın desteğinin değerini uzun uzadıya anlatmaya gerek yok herhalde.
Geçen hafta Boğaziçi'ne gidip genç meslektaşlarıyla birlikte rektörlük binasına sırtını dönen Nermin Hoca, orada yalnızca beş-on dakika ayakta durmuş olmadı. Nasıl 'durulması' gerektiğini hatırlattı cümle âleme. Hayat ve ülke böyle işte, bir hoca 100 yaşında örnek olmayı sürdürürken, kimileri de bir kaşık çorba için tekkeyi bekliyor.
Nermin Hoca şöyle demiş Boğaziçi'nde: “Ben bir ay sonra 100 yaşında olacağım. Bu ülke daha güzel günleri hak ediyor. Sizler gençsiniz; ülkenizden ümidinizi kesmeyin, dayanın!”
Teşekkür ederiz hocam.
Bir arşiv önerisi: Gazeteci Nilay Örnek'in büyük emeğiyle hazırlanan “Her Umut Ortak Arar” başlığı altındaki “mimari açıdan kıymetli-hikâyeli binalar arşivi” uzun süredir karşılaştığım en mutluluk verici çalışma. Çok zevkli, öğretici ve nedendir bilmiyorum, umut veriyor. Mutlaka okumanızı öneririm.
İklim krizi notu: Ömer Madra ve Ümit Şahin, IPCC tarafından açıklanan iklim krizi raporunu yorumladığı Açık Radyo kaydını buraya bırakıyorum.
Murat Sevinç Kimdir?
İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.
Amaan geçecek geçecek, vallahi en güzel günleriniz! 12 Ekim 2021
O muhafazakâr aynaya bakıp biraz da kendi haline dertlensin... 05 Ekim 2021
Endişeli muhafazakâr, geçenlerde Validebağ'a moloz döktü! 28 Eylül 2021
Yurtsuz öğrencilik ve av olmaması gereken yurttaş... 23 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI