Netflix fırsat mı sunuyor, tekelleşmeyi mi körüklüyor?
Netflix merakla beklenen yeni projelerini açıkladı. Ancak projelerin içeriklerinden ve kalitelerinden bağımsız olarak daha önce birlikte iş yaptığı dört şirket dışında neredeyse kimseye şans tanımaması akıllara bazı sorular getiriyor. Sektörün tekelleşmesine bir de Netflix mi destek atıyor?
Türkiye’de sinema/dizi yapım, dağıtım ve yayın süreçlerindeki tekelleşme uzun yıllardır tartışma konusu. Yakından takip ettiğim için özellikle sinema alanında dağıtım merkezli bir tekelleşmenin varlığı ve bunun yaratacağı sonuçlar üzerine defalarca kalem oynattım.
Türkiye’de üç büyük dağıtım şirketinin pazarın yüzde 80’ini, tek bir sinema zincirinin ise seyircinin yüzde 50’den fazlasını aldığı yıllara tanıklık ettik. Gerçi son iki yıldır yaşanan gerilemeye bir de pandemi eklendiğinde sinemanın krizi daha da derinleşmiş görünüyor.
Dağıtım ve salonlarda tekelleşme olur da yapımda olmaz mı? Haliyle Türkiye’de adil bir üretim ve dağıtım modeli olmadığı için gücü olan yapımcıların sinema pazarını gitgide ele geçirdiği bir süreci de geride bırakmıştık. Üç yapımcının yerli film pazarının yüzde 70’ini aldığı yılları da gördük. Bu dönemlere dair analizler, yazılar arşivlerde duruyor. Başka bir duruma dikkat çekmeye çalışacağım bugün…
Dijital platformların ortaya çıkışıyla birlikte sinema/dizi alanında üretim, dağıtım ve gösterim modelinin demokratikleşeceğine dair ortaya çıkan algının gerçekte öyle olup olmadığını sorgulayalım biraz. Özellikle Netflix’in bütün dünyada estirdiği rüzgara, Türkiye’den de dijital platformlar eklenince yaratıcı alanın hızla büyüyeceği, büyük yapımcılarla rekabet edemeyen ama hem içerik hem de estetik olarak iyi işler çıkaran ‘küçük yapımcıların’ bu demokratikleşme rüzgarından paylarını alacağını ve ortaya büyük zenginlikler çıkacağını düşünmüştük ama öyle olmamışa benziyor. Nihayetinde yılda birkaç iyi film, iki diziyle dudaklarımıza çalınan bir parmak bal ve giderek birbirinin taklidine dönen, gizem üstüne gizem bindiren dizilerle baş başa kaldık.
Peki bu dizileri kim yapıyor. Ortada bir çeşitlilik var mı?
Netflix Türkiye, önceki gün online bir toplantı ile yakın dönem yerli projelerini tanıttı. Projelerinin içeriklerinden, kalitelerinden bağımsız bir şekilde dikkat çeken bir durumu tartışmakta yarar var. Çünkü şu ‘demokrasi’ meselesi için bu önemli. Netflix Türkiye’nin ilan ettiği yapımların neredeyse tamamı, daha önce de birlikte çalıştığı dört büyük yapım şirketi tarafından hayata geçiriliyor.
Yeni projeler içinde yer alan “50 m2” adlı dizi ile “Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü” ve “9 Kere Leyla” filmlerinin yapımcısı BKM. Netflix’in hali hazırda ilgi gören yapımlarından “Atiye”nin yapım şirketi OGM, yeni sezonda da “Mücadele Çıkmazı” ve “96 Yazı” adlı filmler ve “Bir Denizaltı Hikayesi” adlı dizeyle tam üç yapımla bu yarışa katılıyor.
İkinci sezonu için geri sayımda olan “Aşk 101”in yapımcısı Ay Yapım ise bu demokratik mücadeleden “Kuş Uçuşu” ve “Uysallar” adlı iki projesini Netflix’e kabul ettirerek çıkmış görünüyor. Netflix Türkiye’nin çıkış projesi “Hakan: Muhafız”a imza atan “O3” ise “Kod Adı Kulüp” adlı dizi ve “Beni Çok Sev” adlı yapımla yarıştaki yer almış.
Bu mahşerin dört atlısının dışında. Netflix Türkiye yapımı olmayan “Ottoman” ile büyük sükse yapan Emre Şahin’in şirketi Karga Seven Yapım’ın “Pera Palas'ta Gece Yarısı” adlı dizisi var. İki projenin ise Taylan Biraderler ve Cem Yılmaz’a ait olmasının yeter bir gerekçe olduğunun da altını çizelim. Bu zorlu demokrasi mücadelesinin ‘biricik gerçek meyvesi’ olarak Idea Film yapımı “Fatma”yı ise merakla bekliyoruz…
Yani görünen o ki, Netflix de Türkiye’ye kaynak aktarmak, sektörü büyütmek yerine hali hazırda sermaye yapısı güçlü olan, pazarı elinde tutan (her anlamda oyuncu, yaratıcı ekip ve set ekipleri havuzları da dahil) yapımcılarla işi ucuza getirmek, risksiz yatırımlar yapmak istiyor. Ticari olarak buna diyecek bir şeyimiz yok. Belli ki benzer bir yöntem tüm dünyada izleniyor yoksa neden İspanya çıkışlı her Netflix yapımında aynı kadroları görelim ki! Biz de de benzer ekiplerin, giderek birbirine benzeyecek işler yapmamalarını ummak ve en azından sektör emekçilerinin böyle bir dönemde çalışabiliyor olmasıyla sevinelim.
Netflix Türkiye ekibi her ne kadar “her türlü projeye ve fikre açığız” diyorsa da belli ki bazı fikir, proje ve yapım şirketlerine daha açıklar… Üstelik bir kez daha içeriklerin kalitesinden bağımsız olarak tekrar etmekte yarar var, Türkiye üretimleri giderek yalnızca aynı şirketlerde değil, aynı yaratıcı ekiplerde de toplanarak başka bir tekelleşmenin önünü açıyor.
Son bir notla bitirelim. Netflix Türkiye’nin oldukça verimli ve bilgilendirici basın toplantısında “Türkiye’deki gelişmelerle ilgili bizim açıklamalarımız dışındaki bilgilere itibar edilmemesini istiyoruz” denildi. Haklı bir söylem ama Netflix Türkiye’nin de ülkedeki gelişmeler konusunda (özellikle de sansür vb.) çok daha hızlı ve çok daha açık olması gerektiği ortada…