Nezim’in sabahları
Bozbulanık, Topal Koşma, Menekşeli Bilinç, Zor Yokuşu, Gülün İçinde Bülbül Sesi Var, Yandırma, Alacaceren, Bir Kara Derin Kuyu, Çavlanın İçinde Sessizce ve daha nicelerinin yazarı olan Nezim, kalabalık sofralara, dolup taşan yayınevine rağmen “Hep herkesle beraber ama içinden yapayalnız” olduğunu söyler.
Nezihe Meriç, eserleri 50’lerden bugüne ulaşmış meşhur birçok yazarı-şairi keşfetti, adlarını duyurmalarına vesile oldu. 1947-57 arası eşi Salim Şengil ile birlikte çıkardıkları Seçilmiş Hikayeler ve 1957-73 arası çıkardıkları Dost dergileri ve sonradan kurulan Dost Yayınevi’nin yazarı olmak edebiyat aleminin eşiğinden içeri adım atmak gibiydi. Ama sadece bir dergi patronu, bir editör değildi Meriç. Dostluğu, yardımseverliği, şefkati ve becerikliliği ile bir abla, bir anneydi çevresindekiler için. İzninizle ben de yazının geri kalanında ona, dostlarının yaptığı gibi Nezim diye hitap edeceğim. Eşine de yine yakınlarının ve Nezim’in hitap ettikleri gibi Salim Amca diyeceğim. Salim Amca’yı daha önceki bir yazıda anlatmıştım. Ama Nezim’den söz etmeden bu yazı/hane tariflenmiş sayılmaz. Yayınevini ve evini bir edebiyat mahfeline dönüştüren bu kadına hakkını teslim etmemek ve onu farklı kimlikleriyle hatırlamamak ise vefasızlık olur.
Nezim, babasının görevi sebebiyle çocukluğunu ve ilk gençliğini Eskişehir, Erzincan, Ağrı, Kırşehir’de geçirir. Anadolu’nun farklı kültürlerini, sofrasından ağıdına kadar gözlemler, deneyimler ve hepsinden bir parça onun hamuruna kıvam verir. Becerikli ve hamarat bir ev kadını olan annesinden evler kurmayı ve sonra bozup yeniden kurmayı; okuyan-yazan, hatta çizen yetenekli babasından türlü yolla hikaye anlatmayı öğrenir. Tahmin edeceğiniz gibi, “babacı” bir kız çocuğudur. Biri ilk eşinden olmak üzere üç çocuğunun ve evin tüm sorumluluğunu eşine yükleyen bürokrat baba, bu tasasızlığın yarattığı konforla, taşrada yaşıyor olsa da cazip bir “salon erkeği”dir. Nezim, anılarında, söyleşilerinde sık sık babasına hayranlıkla gönderme yapar. Okuma, yazma zevkini, klasik müziğe eğilimini babasından ilhamla geliştirmiştir. Taşrada okumaya yazmaya ve sanatın her dalına sevdalı bir çocuk ve ergenin tecrübe edeceği şey yalnızlık ve yadırganma, hatta ayıplanmadır. İlerleyen yıllarda onu kuşağının kadın yazarlarından ayıran bu geçmiş yaşantılar olacaktır.
Ellilerin başında, Seçilmiş Hikayeler’in çiçeği burnunda öykücüsü olarak girdiği erkek egemen edebi alemde, uzun bir ikna sürecinin ardından evlendiği Salim Amca’nın teşvikiyle editör, yayın yönetmeni ve yayıncı kimliklerini de üstlenerek ölene dek var olacaktır. Evliliğin gecikmesine sebep Salim Amca’nın yaşının yarattığı tereddüt ve onun ilk evliliğinden olan üç çocuğunun sorumluluğu olabileceği kadar, Nezim’in hayalleri, idealleri de olsa gerektir. Bunları 1953-1991 arası çocukluk arkadaşı Gönül Hürkuş Şarman’a yazdığı ve ölümünden sonra yayımlanan mektuplardan anlayabiliyoruz. Bu mektupların en eskileri, yüzükoyun uzandığı yatağında kendine ışıltılı bir gelecek tasavvur eden hayalperest bir genç kadın canlandırır gözümüzde. Çoğu platonik olan aşklar, elbise modelleri, incir çekirdeğini doldurmayan kaygılar, tatlı dedikodular, ebeveynle ufak tefek sürtüşmeler ve de parlayıp sönen bir yazarlık hayali. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okuyan Nezihe dal gibi ince, girişken fakat kırılgan bir genç kadındır. İlerde çoğu ünlenecek okul arkadaşlarıyla her türlü sosyal ve sanatsal faaliyetin içindedirler. Edebiyat eğitimini yarıda bıraktıktan sonra ve Ankara yılları başlamadan önce 12 sene Heybeliada’da müzik öğretmenliği yapacaktır. Hala Heybeli’de onu hatırlayanlar anısını yaşatıyorlar.
ANKARA DOSTLUKLARI
Salim Amca ile evlendiği ve Ankara’ya taşındığı dönemden itibaren Nezim kendisini farklı yaştan üç çocuğun ve babalarının bakımından, yayınevinin işlerinden ve evin düzeninden sorumlu bir kadın olarak bulur. Hayal ettiği geleceğin bu olmadığını Gönül’e yazdığı kahır dolu mektuplardan anlarız. Üstelik bu sorumlulukların yanında, neredeyse tüm yazar ve şairlerin yayıncısı Salim Şengil’in evinin bir edebiyat mahfeli olarak da faaliyet göstermesi beklenmektedir. Beklenmedik misafirlere de hazırlıklı olmayı gerektiren içki sofraları donatmak, evi hep temiz ve derli toplu tutmak, çocukların derslerini ve ihtiyaçlarını takip etmek, dar bir bütçeyle mucizeler yaratmak, bunlar yetmezmiş gibi sosyal ve sanatsal etkinliklerde boy göstermek gerekmektedir. Nezim’in anılarında, Salim Amca’nın habersiz misafirleri ve emrivakileri geniş yer tutar.
Salim Amca sevilen, yardımsever ve rindmeşrep bir figürdür fakat coşkulu, baştan çıkmaya hazır karakteri onu hep yeni yatırımların, boyundan büyük işlerin peşine düşürür. Hal böyle olunca evi ve aileyi ayakta tutmak, mahrumiyetleri mümkün olduğunca hissettirmemek de Nezim’e düşmektedir. Gönül’e dert yanar Nezim: “Bildiğim hep bu laf: idare. Bıktım birader.” Gönül de Nezim de kocalarının her fırsatta uyuyuvermelerinden yakınırlar ayrıca. Tasasızdır erkekler. Tasalanmayı eşlerine bırakmışlardır çünkü. Çavlanın İçinde Sessizce başlığıyla yayımlanan anılarının bir yerinde de isyan eder: “Ana kadın olmak hep bana mı düşecek?” Bakmayın siz şikayet ettiğini, Nezim bu rolü üstlenmeyi sever de. Kontrolcü kişiliği ile bırakın yakın dostlarına hayat dersi vermeyi, kol kanat germeyi, vapurda rastladığı bir genç kızın kılık kıyafetine müdahale ettiği bile olur.
Nezim’in edebi eserlerinde de anılarında maydanoz, yoksulluğu, yoksunluğu, idare etme zorunluluğunu ve kadınsı bir beceriyi temsil eden bir metafor olarak sık karşımıza çıkar. Çarşıda pazarda maydanozun ucuzunu seçmek için harcanan çaba, maydanozun sapını bile kullanmayı zorunlu kılan yokluk, hem dönemin iktisadi ve sosyal koşullarını, hem de bir tür sanat hamisi olarak görülen, davetlerde şık kıyafetlerle boy gösteren, kendileri de evlerinde sık sık ses getiren davetler veren Şengil ailesinin hal-i pür melalini gözler önüne serer.
Nezim için ev canlı bir varlıktır. İnsanlarla birlikte yaşar ve onların ilgisi ve şefkatiyle güzelleşir. Hikayelerinden birinde anlattığı gibi, bir vazonun çiçekleri okşanıp öpülmelidir. Bir ayna bir kadının yanağının sıcaklığını duymalıdır. Tavan oymalarına bakarak düşler kurulmalıdır. Hasılı, güzellik boşa gitmemelidir. Emeklilik günlerine yakın Bodrum’da satın aldıkları küçük sayfiye evini öyle güzel anlatır ki, insanın habersizce kapısını çalası gelir: “Bu küçük köy evini, nasıl bana benzeyen bir biçimde döşedim! Yıllarca baktım ona. Enine, boyuna, derinliğine, köşelerine, pencere kenarlarına, taş döşemelerine, vernikli tahtalarına… Bir gün geldi yere bir kilim serdim. Gittim geldim baktım. Sonra beyaz örtülü sedire iki yastık attım. Gene baktım; gene gittim geldim baktım. Bir kilime, bir yastıklara, bir kilime, bir köşelere. Pencereden başımı uzatıp baktım, kapıyı kaparken dönüp baktım… Ocağın yanına, denizin hani sanki-lacivertine eş bir cam çanak, öbür yandaki rafın kenarına, pazardan alınmış, el işlemesi bir örtü; kim bilir hangi zamanda, nerede, nasıl yaşamış olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğim bir kızın çeyizinden alınma bir örtü.”
Nezim’in evi hayatının ve yazarlığının baş köşesine yerleştirmesi dostluk ettiği erkek yazarlar için eleştiri konusudur. Dergide editörleri olan yazar arkadaşlarının, evde anneye dönüşmesi onları rahatsız etmez de, yazınında evin ve mutfağın bu kadar merkezi rol oynamasını eleştirmeyi abes bulmazlar. Üstelik bunu onun iyiliği içinmiş gibi yaparlar. Ne de olsa bir kadın yazarın onların eseri olan, sımsıkı örülü kozaya girmeye çalışması tedirginlik yaratmaktadır. Bu kadın yazar, çok itibarlı bir edebiyat dergisinin ve yayınevinin idarecisidir de aynı zamanda. Orhan Peker, Salim Amca’ya yaptığı portrenin bedelinin eski dostu Nezim tarafından kuru fasulye ile ödenmesini talep eder mesela. Bunu da Salim Amca aracılığıyla duyurur Nezim’e. Yazarlığının ilk döneminde İlhan Tarus, “Nezim’in hikayelerinin tümünde aynı evin, aynı genç kızın, aynı pencere önü ile aynı soba tablasının derin izlerini buldum. Kendini göstersin ve pencerenin önünden ayrılıp sofaya, sokağa, caddeye çıksın. Görecek, orada dikkate layık neler var” der. Fethi Naci ise “Ey Nezihe Meriç! Gel kurtul o dar mutfağın hendesesinden!” diye seslenir. Evi ve mutfağı küçümseyen, kadınlara ait olarak gördükleri bu yerleri edebiyata yakıştıramayan erkekler, Nezim’in evinin sofrasına, dergisinin sayfasına sık sık konuk olanlardır üstelik.
Bozbulanık, Topal Koşma, Menekşeli Bilinç, Zor Yokuşu, Gülün İçinde Bülbül Sesi Var, Yandırma, Alacaceren, Bir Kara Derin Kuyu, Çavlanın İçinde Sessizce ve daha nicelerinin yazarı olan Nezim, kalabalık sofralara, dolup taşan yayınevine rağmen “Hep herkesle beraber ama içinden yapayalnız” olduğunu söyler. Sabahların coşkusunu ve yeniden başlama gücünü çağrıştıran Nezim’in yamacında büyüyen ve “cincibir” diye hitap ettiği Zeynep Altıok Akatlı’nın tarifiyle: “Coşan, taşan, akan” bir kadındır o. “Nezim’li hayat adeta nakışlı bir hayattır.”
Bu haftanın kitapları, Nezim’li anıların anlatıldığı ve Nezim’in anılarını anlattığı iki kitap olsun:
Bir Umutlu Yürüyüş, Nilüfer Belediyesi Nezihe Meriç Sempozyumu Kitapçığı
Çavlanın İçinde Sessizce, Nezihe Meriç, YKY
* Yazının başlığında Meriç’in "Alacaceren" adlı romanının Fransızca çevirisine verilen addan esinlendim.