Nijerya’da korsanlık olayları ve Afrika’nın sorunları
Nijerya’nın gerek güneyindeki korsanlık faaliyetlerini gerekse kuzeydeki Boko Haram eylemlerini durdurabilecek askeri gücü yok. Çözüm uzun vadede demokrasi ve iyi yönetişimde. Bunu yapabilirse Nijerya Afrika’nın gerçek önderi olabilecek.
Geçen hafta içinde Çin ve Hindistan güvenlik güçleri arasında iki ülkeyi ayıran sınır hattı üzerinde yeni bir çatışma çıktı. Ayrıca Çin Tayvan’ı bağımsızlık yönündeki tavrı nedeniyle bir kere daha savaşla tehdit etti. Ancak bu hafta Asya-Pasifik bölgesine ara verip, kaçırılan Türk denizciler nedeniyle Gine Körfezi’nde giderek artan korsanlık olaylarına ve Nijerya özelinde Afrika’nın yönetişim sorunlarına odaklanmak istiyorum.
Geçen hafta Gine Körfezi’nde Nijerya’nın ekonomik kalbi Lagos’tan Güney Afrika’nın ikinci büyük kenti Cape Town’a yük taşıyan İstanbul merkezli Boden Denizcilik şirketinin işlettiği Liberya bayraklı Türk konteyner gemisi Mozart, Sao Tome’nin 100 mil açıklarında Zodiac botlarla gelen Nijeryalı korsanların saldırısına uğradı. Nijeryalı korsanlar Türk denizcilerin sığındığı geminin güvenlik odasının kapısını 6-7 saat uğraşarak balyozla ve kurşunlarla açmayı başardılar. Bu sırada Azeri kökenli bir mürettebat üyesi Nijeryalı korsanların güvenlik odasının kapısında açtıkları küçük bir delikten içeri ateş etmeleri sonucu vurularak hayatını kaybetti. Korsanlar yaralı iki denizciyi gemide bırakarak, güvenlik odasındaki 15 mürettebatı rehin alıp götürdüler. Gemi, başka bir yerde saklanmayı başaran dördüncü kaptan ve yaralı iki denizci tarafından, sistemlerinin tahrip edilmesine rağmen Gabon’a salimen çekilebildi. Korsanlar birkaç gün sonra Boden şirketinin Almanya temsilciliğiyle temas kurdular. Bu temas sırasında muhtemelen kaçırdıkları denizciler için fidye talebinde bulundular. Korsanlarla kurulan temastan kaçırılan denizcilerimizin sağ olduklarının anlaşılması yüreklere biraz su serpmiş olsa da, kötü şartlarda tutulduklarından şüpheniz olmasın. Şimdi denizcilerin serbest bırakılması için zorlu bir pazarlık süreci başlayacak. Korsanlar karşı tarafın sinirlerini bozmak, direncini kırmak ve yüksek bir fidyeyi kabule mecbur bırakmak için her türlü kirli oyunu oynayacaklar. Kaçırılan denizcilerin Nijerya’nın Nijer Deltası bölgesinde tutulduklarını tahmin ediyorum. Bunları nereden biliyorsun derseniz, benzeri bir olayı 2007 yılında Nijerya’da Büyükelçi olarak görev yaptığım sırada yaşadım. O tarihte İtalyan petrol devi Agip’e hizmet veren küçük bir Türk iletişim şirketinin iki mühendisi Nijer Deltası bölgesinin merkezi sayılan Port Harcourt’ta kaçırılarak fidye istenmişti. İki hafta süren stresli bir süreçten sonra mühendislerimizin serbest bırakılmalarını sağlamıştık. Bu olayın ayrıntılarını kısmen salı günü Zafer Arapkirli’nin haber bülteninde KRT ekranlarında anlattım.
Rehinelerin aileleri zor ve stresli günler geçirecekler. Kamuoyunun rehineleri unutmamaları ve ailelere destek olması çok önemli. Bu konuda özellikle basına ve siyasetçilere özel bir sorumluluk düşüyor. Basın ve siyasetçiler rehineleri sansasyon haber ve demeçler vererek kendi dar amaçları için kullanmamalılar. Özellikle iktidara mensup siyasetçiler rehineler üzerinden kamuoyu önünde ucuz popülizm yapmamalı. Benim bu konuda kötü deneyimlerim oldu. Diğer taraftan, Türk resmi makamlarının Nijerya makamlarından, kendi bilgileri dışında bir kurtarma operasyonu yapılmamasını talep etmesi gerekir. Bu, rehinelerin can güvenlikleri için çok önemli bir konu. Rehinelerin kurtarılması için en uygun yöntem, bir profesyonel müzakereci aracılığıyla korsanların ikna edilmeye çalışılmasıdır.
Denizlerde korsanlık olayları en çok Endonezya, Malezya, Tayland ve Singapur’un sahildar olduğu Malakka Boğazı’nda, Somali açıklarında ve Gine Körfezi’nde görülüyor. Önce Malakka Boğazı’nda, daha sonra Somali çevresindeki denizlerde korsanlığa karşı verilen mücadeleler büyük ölçüde sonuç verdi ve bu tür olaylar azaldı. Halen Türkiye’nin komuta sorumluluğunu üstlendiği BM Güvenlik Konseyi Kararı uyarınca yürütülen CTF-151 Birleşik Görev Gücü’nün deniz operasyonları bir zamanlar uluslararası gemiciliği olumsuz etkileyen Somalili korsanların etkisiz hale getirilmesinde önemli roller oynadı. Bölgede AB’nin, Çin’in ve Hindistan’ın devriye operasyonları da var.
Somali açıklarında korsanlık olayları azalırken bu kez 2010’dan itibaren Batı Afrika’nın Gine Körfezi bölgesinde, özellikle Nijerya bağlantılı korsanlık olaylarında artış görülmeye başlandı. Bu bölgede tanker ve ticaret gemisi trafiğinin artması korsanların iştahını kabarttı. Gine Körfezi’nde her yıl ortalama 100 korsanlık olayı kayıtlara geçiyor. Örneğin 2019’da 120 civarında korsanlık olayı rapor edildi. Bu sayı rapor edilmeyen olaylarla birlikte çok daha yüksek olabilir. Saldırıların 100 kadarı Nijerya açıklarında, Nijeryalı korsanların eylemlerinden kaynaklandı. Uluslararası Ticaret Odası Denizcilik Bürosu’nun verdiği bilgilere göre 2020 yılında Gine Körfezi’nde 160 kadar saldırı rapor edildi, bu saldırılar sırasında 135 gemi mürettebatı kaçırıldı. Sözkonusu sayı dünya üzerinde kaçırılan gemicilerin yüzde 95’ine tekabül ediyor. Geçen yıl saldırıya uğrayan gemilerden sadece 11’ine ateş açıldı. Korsanlık eylemlerinin artmasına rağmen korsanlık saldırılarında denizcilerin öldürülmesi istisnai bir durum.
Gine Körfezi’nde Somali’de olduğu gibi korsanlığa karşı uluslararası tedbirlerin henüz alınamamış olması korsanların cüretini artırıyor. 2013 yılında bölge ülkeleri tarafından Kamerun’un başkenti Yaounde’de imzalanan “Batı ve Merkezi Afrika’da Korsanlığa, Gemilere Silahlı Saldırılara ve Yasadışı Denizcilik Faaliyetlerine Karşı Davranış Kuralları” (Yaounde Davranış Kuralları) adlı anlaşma korsanlığa karşı caydırıcı olmaktan çok uzak. Bölgede Fransa gibi münferid ülkelerin yaptıkları devriye operasyonları da sonuç vermek için yetersiz kaldı.
Yukarıdaki sayılar göz önünde tutulduğunda, Türk Mozart gemisine yapılan saldırının büyük bir olay olduğu hemen anlaşılıyor. Korsanların gemiyi Lagos’tan iki yüz mil açığa kadar takip etmiş olmaları, gemide 7 saat gibi uzun bir süre kalarak zırhlı kapıyı kırmaları, bu süre boyunca etrafa ateş açmaları, bir denizcinin öldürülmesi ve kalabalık bir mürettebat grubunun rehin alınması nedeniyle, bu saldırı denizlerdeki en kanlı ve büyük eylemlerden biri olarak kayıtlara geçmeye aday. Gemilerde zırhlı güvenlik odaları Somali’deki saldırılardan sonra sigorta şirketleri tarafından zorunlu kılındı. Türk gemisine yapılan saldırının akabinde Gine Körfezi’nde seyredecek gemilerin sigorta primlerinin yükselmesi beklenebilir. Bu arada Türk denizcilerinin gemide sigortasız çalıştırıldığına dair basında çıkan haberlerin doğru olmadığını umalım. Ticaret gemilerindeki güvenlik odalarında gemi mürettebatının uzun süre idame etmelerini sağlayacak su ve gıda malzemeleri ile yardım çağırmak üzere telsiz tertibatı bulunması zorunludur. Ticaret gemilerinde silahlı güvenlik elemanı bulundurulması ise, bu konunun uzmanları tarafından tavsiye edilen bir önlem değil. Türk denizcileri muhtemelen en yakın liman makamlarıyla irtibata geçip yardım istemişlerdir. Ancak ne Nijerya’nın ne de bölgenin diğer büyük ülkesi Kamerun’un olanakları ve devlet refleksleri böyle bir yardımı sağlamak için yeterli. Korsanların elindeki motorların süratlerinin ve silahlarının bu devletlerin elindeki imkanlardan daha güçlü olduğunu tahmin etmek için uzman olmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Şu ana kadar basında sadece dört korsandan bahsediliyor. Eylemin büyüklüğü göz önünde tutulduğunda, korsanların sayılarının daha fazla olması ve birden fazla Zodiac bot kullanmış olmaları mümkündür.
Salı akşamı KRT TV’de Zafer Arapkirli’nin haber bülteninde ifade etmeye çalıştığım gibi, Nijerya’da fidye için adam kaçırma olayları yeni değil. Bu eylemlerin uzun bir mazisi var. Mesele bölgede kangren olmuş siyasi, sosyal, ekonomik ve çevre sorunlarından kaynaklanıyor. Nijerya’daki kaçırma olaylarının çoğu, başlarda karada zengin petrol kaynaklarının bulunduğu Delta Bölgesi’nde uluslararası petrol şirketlerinin elemanlarına yönelik olarak gerçekleştiriliyordu. Dünyanın sekizici büyük petrol ihracatçısı olan Nijerya’da petrol gelirleri yukarıdan aşağı merkezi hükümet ve eyalet hükümetleri arasında paylaşılırken, ülkedeki yaygın yolsuzluklardan dolayı halka genelde pek az kaynak kalır. Ülkedeki kötü yönetim ve yolsuzluklardan dolayı sürekli olarak elektrik ve yakıt sıkıntısı çekilir, devletin okul ve hastane gibi temel hizmetleri yok denecek kadar azdır. Bu hizmetler ancak varlıklı kesimler tarafından para ile satın alınabilir. Şehirlerarası yollarda haydutluk olayları yaygındır. Şehirlerde su, kanalizasyon, çöp toplama gibi kamu hizmetleri ve güvenlik son derece zayıftır. Kamunun toplu taşıma hizmeti hemen hemen hiç yoktur. Aynı sorunlar genelde tüm Afrika ülkelerinde de mevcut olmakla beraber 200 milyonluk nüfusuyla Afrika’nın en kalabalık ülkesi olan Nijerya bu bakımdan en sorunlu ülkelerin başında gelir. Buna karşılık Nijerya Afrika’nın tartışmasız lideridir. Afrika’yı ilgilendiren çatışmalarda arabuluculuk yapar, barış gücü gönderir. Nijerya nisbi demokratik kimliği ve ifade ve örgütlenme özgürlükleri bakımından birçok Afrika ülkesinden daha ileridir. Ülkede son askeri yönetim 1999 sona ermiştir. O tarihten bu yana Nijerya’da Cumhurbaşkanı sekiz yıllık iki dönem iktidar süresini tamamladıktan sonra seçimle değişmiştir. Komşu ülkelerden Kamerun Devlet Başkanı Paul Biya’nın 1982, Ekvator Ginesi Devlet Başkanı Teodoro Obiang’ın 1979 yılından bu yana iş başında olduğu düşünüldüğünde -bu örnekler çoğaltılabilir- Nijerya’da devlet başkanlarının anayasal sürelerini tamamladıktan sonra yerlerini seçimle devretmelerinin önemi daha iyi ortaya çıkar. Yolsuzluk ve kökleşmiş kötü yönetişimin yanı sıra, Nijerya’nın en önemli sorunlarından biri, devlet başkanlarının çok sınırlı siyasi bir elit grup içinden seçilmeleri ve halktan kopuk olmalarıdır. Şu anda görevde bulunan 79 yaşındaki Cumhurbaşkanı Muhammadu Buhari 1983-85 yılında darbe komutanı olarak ülkeyi yönettikten sonra, bu kez 2015 yılında yolsuzlukla mücadale etme sözüyle iş başına gelmiştir. Şu anda iktidarının ikinci dönemini sürdürmektedir. Ancak ülkedeki sorunlar Buhari döneminde daha da artmıştır. Benzer sorunlar Nijerya’ya özgü değildir. Gana gibi bir iki istisna dışında yoz ve yolsuz iktidarlar Güney Afrika’dan Kenya’ya, Tanzanya’dan Kongo’ya kıtayı kemirmektedir.
Tahminlerim doğruysa, korsanların geldikleri ve Türk rehinelerin şu anda tutulduğu petrol zengini Nijer Deltası bölgesi Nijerya’nın en kanunsuz yeridir. Ülkenin silahlı kuvvetleri ormanlık ve bataklık bu bölgeye istisnalar dışında giremez. Bölgede petrol çıkarılmadan önce halk balıkçılık ve ilkel tarım yaparak yüzyıllar boyunca kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmiştir. Petrol Nijerya’ya zenginlik yerine rüşvet, yolsuzluk, çevre sorunları ve iç savaş getirmekten başka fayda sağlamamıştır. 1960’daki bağımsızlıktan bir süre sonra Nijer bölgesinin etnik grubu İgbolar, federal bir devlet olan Nijerya’dan ayrılarak başkenti Port Harcourt olan bağımsız Biafra Devletini ilan etmişlerdir. Zengin petrol bölgesi Nijer Deltası’nı da kapsayan Biafra Devleti ancak üç yıl yaşayabilmiş, Nijerya ordusu 1970’de Biafralı isyancıları ağır bir yenilgiye uğratarak isyana son vermiştir. Biafra iç savaşı daha sonra birçok Afrika ülkesinde görülecek olan iç savaşların öncüsüdür. Benim neslimin hafızasında açlıktan karınları şişmiş olarak yerlerde yatan, ölen Biafralı çocukların görüntüleri hâlâ tazeliğini korumaktadır. Biafra iç savaşında 100 bin kişi çatışmalarda ölürken, iki milyon yoksul İgbo’nun açlık ve hastalıktan yok olup gittikleri tahmin edilir.
Biafra iç savaşı ve diğer iç savaşlar, bugünkü Afrika devlet sınırlarının Avrupalı sömürgeciler tarafından masa başında kendi çıkarları doğrultusunda etnik, siyasi, sosyal ve ekonomik gerçekler göz ardı edilerek çizilmesinin doğrudan sonucudur. Nijerya’da 250’den fazla yerel dil konuşulsa da, nüfus üç büyük etnik gruptan oluşur: Hausa-Fulaniler, İgbolar, Yorubalar. Müslüman Hausa-Fulaniler ülkenin orta kesimlerinden Sahra Çölü’ne doğru uzanan kurak kuzey bölgesinde yaşarlar. Hausa-Fulanilerin yaşadığı bölgenin merkezi Kano kentidir. Çoğunlukla Katolik olan İgbolar tropik Delta bölgesi ile ülkenin güney-doğu kesimlerinde yaşarlar. Bu bölgenin merkezi Port Harcourt kentidir. Yorubalar ise ülkenin orta kesimlerinden Gine Körfezi’ne uzanan güney ve güney-batı bölgelerinde yaşarlar. Yorubalar çoğunlukla Protestan olmakla beraber aralarında çok sayıda Müslüman da vardır. Bu nüfus kompozisyonuyla Nijerya’dan etnik-dini bütünlüğe sahip üç devlet çıkabilirdi. Esasen İngiliz sömürge yönetimi altında ülke uzun süre üç büyük idari bölge olarak yönetilmiş ancak sonradan bu bölgeler tek bir yönetim altında birleştirilerek bugünkü sorunların tohumları ekilmiştir.
Nijer Deltası bölgesinde petrol şirketlerinin faaliyetleri ve yerel kabilelerin petrol borularını hırsızlık amacıyla tahrip etmeleri sonucu büyük bir çevre kirlenmesi yaşanmaktadır. Yerel halk artık ataları gibi bu bölgede balıkçılık ve tarım yapamamaktadır. Petrol gelirlerinden de pay alamayan bölge halkı içinden çıkan bazı unsurlar çareyi korsanlık ve çeteleşmekte bulmuştur. Yerel çeteler korsanlık faaliyetlerine zaman zaman Biafra iç savaşının acılarını kullanarak, siyasi kılıf da geçirmektedirler. Çetelerin özerklik ve petrol gelirlerinden bölgeye daha fazla fon aktarılması gibi talepleri yerel halk arasında karşılık bulsa da, Nijer Deltası’ndaki çetelerin büyük çoğunluğu suç örgütü olmaktan öteye gitmez. Bu çetelerin kabile şefleriyle, siyasi makamlarla ve güvenlik güçleriyle doğrudan ilişkileri vardır. Özellikle büyük petrol şirketlerinden alınan rapor edilmemiş yüklü fidye gelirleri yerel iktidar odakları ve korsanların arasında bölüşülmektedir. Bu paranın bir kısmının da halka ulaştığı tahmin edilebilir. Yani bölgede paralel bir korsanlık ekonomisinden bahsedilebilir. O yüzden resim sanıldığından çok daha karmaşıktır.
Nijerya’nın kuzeyi ise Boko Haram’ın eylemlerinden dolayı daha da sorunlu hale geldi. Kötü yönetim, rüşvet kültürü ve çevre sorunları nedeniyle, nüfus patlaması yaşanan kuzey bölgelerinde yoksulluk artarken, ülkenin ekonomik ağırlık merkezi giderek güneyine kaydı. Kuzeyin yoksullaşması işsiz Müslüman gençleri arasında ülke yönetimine karşı büyük bir öfke birikimine yol açtı. Boko Haram bu öfkeyi kullanıyor. Oysa Nijerya’nın kuruluşunda etkili olan ordu Müslüman ağırlıklıydı. Biafra isyanını Yorubalarla ittifak kuran Müslüman generallerin komutasındaki ordu bastırmıştı. Aynı generaller ülkenin başkentini güneydeki Lagos’tan ülkenin ortasına taşıyarak Müslümanların yaşadığı bölgelere yakın olan Abuja’da yeni bir başkent kurmuşlardı. Ancak kuzeyin güneye göre yoksullaşması durdurulamadı. Her ülkede olan Nijerya’da da oldu, sahiller zenginleşirken iç kesimler geride kaldı. Kuzeydeki sorunların kaynağında Batı tarzı eğitimi gören kanlı Boko Haram örgütü böyle bir geri planda Gine Körfezi’ndeki korsanlık olaylarıyla eş zamanlı olarak ülkenin kuzey-doğu eyaletleri Bauchi ve Borno’da ortaya çıktı. Boko Haram şu anda tüm kuzey eyaletlerinde etkili oluyor. Nijeryalı korsanlar ve Boko Haram aynı sosyal ve siyasi sorunlardan besleniyorlar. Adını Abuja’daki BM temsilciliğini bombalayarak ve Borno’da Chibok kentinde kız öğrencileri kaçırarak duyuran Boko Haram IŞİD’e biat ettikten sonra eylemlerini Kamerun, Nijer, Burkuno Faso, Benin, Çad gibi ülkelerin Sahel bölgesilerine de yaymış bulunuyor. Boko Haram en son aralık ayında Nijerya Cumhurbaşkanı Buhari’nin memleketi Katsina’da bir okuldan 300 öğrenci kaçırarak Buhari’ye mesaj verdi.
Nijerya’nın gerek güneyindeki korsanlık faaliyetlerini gerekse kuzeydeki Boko Haram eylemlerini durdurabilecek askeri gücü yok. Çözüm uzun vadede demokrasi ve iyi yönetişimde. Bunu yapabilirse Nijerya Afrika’nın gerçek önderi olabilecek.
Kaçırılan denizcilerimizin bir an önce serbest kalmalarını diliyorum.
Meraklısı için Nijerya’dan iki roman öneriyorum:
Things Fall Apart, Chinua Achebe; sömürgelik sonrası bozulan geleneksel yaşam tarzını anlatır. (Türkçesi: Parçalanma, Çeviren Nazan Arıbaş Erbil, İthaki Yayınları)
Half of a Yellow Sun, Chimamanda Ngozi Adichie; Biafra iç savaşını farklı dünyalarda yaşayan iki kız kardeşin gözünden anlatır. (Maalesef Türkçesini bulamadım.)
*Emekli Büyükelçi