Nilüfer Açıkalın: Zamanla oyun arkadaşıyız ve çok eğleniyoruz
Oyuncu ve yazar Nilüfer Açıkalın ile 'Beklediğim Odalarda' kitabını konuştuk. Açıkalın, "Eğer oyuncu olmasaydım iyi yazamazdım, eğer yazar olmasaydım iyi oynayamazdım" dedi.
DUVAR - Oyunculuğuyla olduğu kadar kalemiyle de her daim adından söz ettiren yazar ve oyuncu Nilüfer Açıkalın'ın on üçüncü kitabı 'Beklediğim Odalarda', İthaki Yayınları tarafından yayımlandı.
Yazarlık kariyerinde yirmi beş yılı geride bırakan Açıkalın’la yeni kitabından başlayıp yazarlık, oyunculuk ve sanat, edebiyat ve hayat anlayışına uzanan bir röportaj yaptık.
Kitapta toplam yedi öykü var. Bu öyküleri bir araya getiren ortaklıklar neler oldu?
Genel olarak öykü kitaplarımda birbirinden bağımsız öyküler var. Sadece 'İyiler Yalnız Gezer' ve son kitabım 'Beklediğim Odalarda'da durum biraz farklı. 'Beklediğim Odalarda'da bir kadın var ve sanki bazen aynı kadın bunlar. Benden izler taşıyorlar.
'Beklediğim Odalarda'da en belirgin kavram yalnızlık. Bu kavramı farklı bakış açılarıyla, bazen hırpalayan bazen de hayat veren bir kavram olarak okuyoruz. Yalnızlık, sizin hayatınızda ve fikrinizde, ek olarak günümüz dünyasında nasıl bir anlam taşıyor?
Üzerine roman yazmak gereken bir soru sormuşsunuz. Size kısaca şunu söyleyebilirim ki, yalnızlık bir insan evladı olduğumu fark ettiğim en küçük yaşımdan itibaren en yakın arkadaşım, en büyük düşmanım, en tutkulu aşkım oldu. Yalnızlıktan vazgeçemedim bir türlü ve dönüp dolaşıp yine yalnızlığın kollarında buldum kendimi. İlk gençliğimde bazen bu duruma üzülürdüm; oysa artık bunun en büyük konforum olduğunu iyice anladım.
Kitabımdaki “Ağlayan Adam” adlı öykümde kadının yalnızlığı hakkında demişim ki; “Yalnızlık insanı birdenbire topyekûn ele geçirmiyor, insan yalnızlığa yavaş yavaş teslim oluyor. Akıl rahatlıyor ve fikir küçük kuşlar gibi süzüle süzüle uçmaya, zıplaya zıplaya bir oraya bir buraya konmaya başlıyor.” Günümüz dünyasında gözlemlediğim kadarıyla çoğu insan yalnızlığı ile barışık değil. Sosyal olmaya, kalabalıklar içinde olmaya diyecek bir şey yok ancak bilinçli olarak tercih edilmiş tek başınalık halinin sunduğu özgüven ve öz saygı duygusunun tadına varınca insan boş kalabalıklardan kaçarak uzaklaşıyor.
'GERÇEKLERDEN YOLA ÇIKIP KURGUYLA ÖYKÜLEŞTİRİYORUM'
Öykülerinizde gerçek ve kurgu iç içe. Mekânlardan sokaklara, olaylardan haberlere her yerde bu içiçeliği okuyoruz. Yazarken ve gerçekler ile kurguyu yan yana getirirken nasıl bir çalışma yönteminiz var? Önce bir gerçekten ilham alıp da sonra mı kurguyu işin içine dahil ediyorsunuz yoksa tam tersi mi örneğin?
Bazen gerçeklerden, bazen kurgudan yola çıkıyorum. Aslında daha çok gerçeklerden yola çıkıp kurguyla öyküleştiriyorum. Uzun öykülerimde bu böyle. Kısa öykülerimse bana rağmen kendilerini yazdırıyorlar.
Her öykünün meydan okuyan bir tavrı da var. Beklerken, ağlarken, yapayalnızken ya da özgüvenle aşka çağırırken de karakterleriniz olan bitenin farkında, sakin ve hep zamana ve başka şeylere “rağmen” özgüvenle meydan okumaya hazırlar. Sizin için durum nasıl bugünlerde?
Meydan okumak karakterimin başlıca özelliği ve sanırım genetik olarak aktarılmış bir davranış biçimi. Yarattığım yumuşak başlı izlenimin aksine asi biriyim. Asiliğin asaletle kardeş olduğunu düşünüyorum ve ispatlayabilirim.
Öykülerinizde karakterlerin iç dünyaları ağırlıklı olarak yer alıyor. Yazarken bu yana yoğunlaşmanızın nedenleri, temelleri neler?
Olayları, kurguları şekillendiren, hatta var eden en temel özellik karakterlerin iç dünyaları zaten. İç dünyaları yüzünden karakterlerin birer öyküleri var. Bana göre iyi öyküleri, iyi romanları, iyi edebiyatı var eden karakterlerin tastamam tasarlanmış iç dünyaları. Duygu durumlarını yansıtabilmek için ete kemiğe büründürme çabasına giriyorum ve bunu yaparken de olay örgüsünü işliyorum.
'OYUNCU OLMASAYDIM İYİ YAZAMAZDIM, YAZAR OLMASAYDIM İYİ OYNAYAMAZDIM'
Sanatçılığınız çok yönlü; hem oyuncu hem de yazar olarak tanınıyorsunuz. Öte yandan bir röportajınızda, “Oyuncu oluşumun yazarlığıma olumsuz etkilerini yıllar içinde deneyimlemiştim” demiştiniz. Farklı disiplinlerde çalışmanın yazılarınıza nasıl katkıları oluyor?
Bir zamanlar böyle demişim ama o minik bir paragrafın sadece bir cümlesidir. Onu hemen tamamlayabilirim yeniden: Eğer oyuncu olmasaydım iyi yazamazdım, eğer yazar olmasaydım iyi oynayamazdım. İki ayrı disiplinde üretiyor olabilmek beni müthiş mutlu ediyor.
Birbirini besliyor yaptıklarım. Bu (on üçüncü) kitabımın ardından şu an baskısı tükenmiş olan eski kitaplarım da İthaki Yayınları’ndan birer birer yayımlanmaya başlayacak. Bunun yanında çok değerli yapımlarda rol aldım. Şanslıyım ki çok değerli yönetmenlerle çalıştım. Son zamanlarda OGM’nin yapımını üstlendiği, Nadim Güç yönetiminde 'Sakla Beni', Burcu Alptekin ve Erdem Tepegöz yönetiminde 'Zeytin Ağacı', yanı sıra Reis Çelik’in yönettiği 'Kör Gece' adlı sinema filmlerinde rol aldım. Asena Bülbüloğlu‘nun yapımcısı olduğu, Yusuf Pirhasan’ın yönettiği 'Gülcemal' ve halen BluTV'de yayında olan Çağan Irmak’ın yönettiği 'Yeşilçam'… Nuran Evren Şit, Volkan Sümbül, Levent Cantek, Eda Tezcan, Armağan Gülşahin... Çok önemli senaristlerin yazdığı diziler bunlar. Bunların hepsi müthiş tecrübeler. Hepsi de son dönemdeki gözbebeği çalışmalarım. Şu sıralar yine birçok senaryo okuyorum. Artık kitabım da yayımlandığına göre kalbimi çalan bir işte yine seyirci ile buluşacağım. Hiçbir zaman zamanı hafife almıyorum. Oyunculuk yapmadığım tüm zamanları okuyarak yazarak ve iyi filmler izleyerek geçiriyorum.
Öykülerinizde kadın karakterler ve onların içsel çatışmalarına sıkça yer veriyorsunuz. Bu karakterleri yaratırken kadının toplumdaki konumuna dair aktarmak istediğiniz özel mesajlar var mı?
Kadının toplumdaki konumu hepimizin bildiği gibi tartışmasız en önde. Buna rağmen en çok ezilen, en çok başı dertte olan, en çok problemle uğraşan yine kadınlar. Ataerkil sistemde seslerini duyurabilmek için, haklarını koruyabilmek için verdikleri mücadele inanılmaz. Duygularımı ifade etmek adına Ursula Le Guin’in sözünü paylaşacağım sizinle. “Daha çok kız kardeşimin yükseklere kanat çırpmasını istiyorum. Zira özgürlük, hiçbir zaman kadınların kolay kolay elde edebildiği bir şey olmadı.”
'SANAT BİR BÜTÜN OLARAK TOPLUM SAĞLIĞININ TEMELİ'
Edebiyatın sizce toplumsal değişim üzerindeki etkisi nedir?
Edebiyat diğer sanat dallarıyla beraber toplumu en temelden şekillendirme, değiştirme ve dönüştürme gücüne sahip büyülü bir yapı. Sanat bir bütün olarak toplum sağlığının temeli. Eğer toplum hasta ise tek ilacıdır sanat.
İlk öykü kitabınızın okula buluştuğu günlere bugünden bakınca, ilk kitaptan bugüne kaleminiz, yazar bakışınız ve tavrınız nasıl bir değişim dönüşüm geçirdi sizce?
Yeni yılla beraber yirmi beş yıllık külliyatım sırasıyla İthaki Yayınları’ndan yeniden basılacak. İlk sırada 'Çakır Zamanlar' ve 'Saklı Safkan' var. Onlar üzerinde tekrar okumalarıma başladım. Beni gerçekten şaşırtıyorlar. Savrukluğun içindeki düzen, karanlığın içindeki komedi, hiçbir zaman ağlak olmayan, hüznünü de gizlemeyen, utanılacak şeyler yapmaktan gocunmamış ama her zaman dimdik ayakta durabilmiş, tüm çelmelere, tökezlemelere rağmen denge için savaş vermiş karakterlerle dolu öyküler.
Acemiliğin kusurunu örten ateşli bir kalem. Yanmayı hiç bırakmamış bir kalem. Aferin o genç insana. Hiç yılmadan, disiplinin gücüne inanarak azimle sürdürmüş. Her şeye rağmen sürdürmüş. Tebrik ediyorum kendimi.