Normali vaat etmeyin, şimdi savunun
Boğaziçi öğrencilerinin ve öğretim üyelerinin gösterdikleri tepki ve direnç, olağanüstü olduğu için değil, olması gerekeni hatırlattığı için değerli. Bu normali kirletme gayretindeki her türlü müdahaleyi, yalan hassasiyetleri ya da uyduruk provokasyon risklerini önemsemek, önemsiyor gibi yapmak, sağduyu ve sakinlik değil. Haksızlık, adaletsizlik, baskı karşısındaki tepki ve direncin kuvveti, onun olağanüstü olmasında değil normal haline gelebilmesinde aranmalı.
“Yalan virüsüyle mücadele ediyoruz” diyen Emniyet, sosyal medya mesajına bir kanıt videosu eklemiş. Kaldırımdan sessizce yürümekte olan öğrencilerin üzerine yürüyen, itip kakan, bağıran, saldıran bir polis amiri görülüyor. “Terbiyesizler” diyerek “vazifesine” başlayan amir, sonra kendi yarattığı kargaşayı bahane ederek gözaltı talimatı veriyor ve hızla uzaklaşıyor. Emniyetin “’aşağıya bak’ demedik” savunmasına kanıt olarak servis ettiği bu görüntü, daha önce de defalarca gördüğümüz niyeti ortaya koyuyor. Birkaç saniyelik görüntüyü izleyen herkes, kimin terbiyeyi hatta anayasayı ihlal ettiğini açık seçik görebilir. Ayrıca, “aşağıya bak” talimatı, Ali Topuz’un yazdığı gibi ilk defa da verilmiyor. “Ben devletim” yetkisi almış ve “Anayasa beni bağlamaz, verilen talimata bakarım” diyebilen her görevli, Gezi Parkı’nda çadır yakmaktan yargılananlarla aynı şeyi yapıyorlar. Okuldaki güvenlik görevlilerinin eline odun verip öğrencilere saldırtan, yetinmeyip polis çağırıp 159 öğrenciyi gözaltına aldıranlar da aynısını yapıyor. Hiçbir şey yeni değil, her şey çok kötü bir tekrar.
Boğaziçi Üniversitesi’nde günlerdir olup bitenler -daha çok da 1 Şubat günü yaşananlar- üzerinden "Gezi" göndermeleri yapılıyor. Protestoyu destekleyenler, iktidarın sözcüleri ve "ilk üç gün iyiydi, aman provokasyonlara dikkat" tayfasının çeşitli kanatları. Aynı genişlikte "yeter artık" dalgası oluşup oluşmayacağı, yeni bir isyan kuşağı çıkıp çıkmayacağı konuşuluyor. Her türlü tepkiden, hatta başka ülkelerdeki protestolardan bile "Gezi hevesi" vehmeden iktidar, bildik kara propaganda etiketlerini yine kullanıyor. Herkese akıl vermeye kalkan aşırı uyanıklar ise yine her türlü cümlenin önüne, arkasına, ortasına çeşitli "ama"lar yerleştiriyor. Gözaltına alınan, tutuklanan öğrencilerin "bundan sonrası sizde" sözünden herkes meşrebince anlamlar çıkartıyor. Kimi bütün memleketin yükünü “aferin çocuklar” gazıyla gençlere yüklemekte sakınca görmüyor. Kimi de, Kabataş yalanını “kutsala hakaret”, başbakanlığı işgal uydurmasını “rektörlüğe abluka” ile tazeleme peşinde. İktidarlarından daha değerli hiçbir şeyleri olmayanların çıkarttığı “değerlerimiz” gürültüsüne su taşıyanlar, akıllı siyaset iddiasında. Boğaziçi Üniversitesi direnişinden yeni Gezi çıkmadığında, ne bir yenilgi ne de bir zafer olacak.
Anormallik, olağandışılık, göze sokularak yapılan haksızlık/hukuksuzluk, yalan ve çarpıtmalarla örülü pervasızlık karşısında, ancak “normal” savunularak direnilebilir. Peki hangi normal? Basit çıkar ve kaba endişelerin sığ vasatı veya hep savunmadaki ezikliğin normali mi? İktidar sahiplerinin “normal” kabul ettirdiği anormalliği başlangıç noktası yapan acizlik mi? Boğaziçi öğrencilerinin ve öğretim üyelerinin gösterdikleri tepki ve direnç, olağanüstü olduğu için değil, olması gerekeni hatırlattığı için değerli. Bu normali kirletme gayretindeki her türlü müdahaleyi, yalan hassasiyetleri ya da uyduruk provokasyon risklerini önemsemek, önemsiyor gibi yapmak, sağduyu ve sakinlik değil. Haksızlık, adaletsizlik, baskı karşısındaki tepki ve direncin kuvveti, onun olağanüstü olmasında değil normal haline gelebilmesinde aranmalı. Okullarını, özgürlüklerini savunmaya çalışanlar, Türkiye’nin önünü açacak öncüler veya mangal yürekli kahramanlar olmaya çalışmıyor. “Aşağıya bakmaya” zorlayanlar ile abartıdan ibaret bir takdirle, yalan etiketli suçlamalarla, sersemce uyarıyla onlara yaklaşanlar aynı yolu yürüyorlar. Önce siz bir normal olun. Normal olarak haklarını ve özgürlüklerini savunan gençleri, anormal suçlamalar karşısında kendilerini savunma mecburiyetine itmeyin.
Yüzlerce öğrenci gözaltına alındıktan saatler sonra sosyal medyadan tepki vermeyi akıl eden muhalefet partileri, iktidar trollerinin uyduruk “değerlerimiz” yaygarasına dakika sektirmeden icabet etmişlerdi. Öğrencilerin hedef gösterilmesine ortak olmakta bile sakınca görmemişlerdi. Siyasi aktörlerin sadece eleştirilerle yönlendirilmesinin çok isabetli olmadığı doğru. Muhalefete muhalefet etmenin de sevimsiz tarafları var. Bazen beklenenlerin beklendiği biçimde yapılamamasının haklı -en azından makul- gerekçeleri de olabilir. Zaman zaman her yerde bitmenin, fazla görünür olmanın işe yaramaktan çok, ayağa dolaşmak anlamına geldiği de söylenebilir. Ancak normalin, önüne arkasına bir olağanüstülük -ve ama- eklemeden yanında olmak, anormal olanla mücadele ettiği ve edebileceği iddiasının birinci şartı. Özellikle CHP’nin “aklını almış” olan “farklı kesimlere ulaşma” takıntısı, böyle acayiplikler üretebiliyor. Bunun çok uyanıkça bir strateji olduğunu düşünenlere şunu söylemek gerek: Doğal ve normal hak ve özgürlüklerin yanında durmak yerine, uyduruk hassasiyetlerin peşini sürerseniz iki tarafta da inandırıcı olmanız imkansızlaşır. Eğer karşı blokta sizin ulaşmaya çalıştığınız birileri varsa onlarla ancak normal üzerinden ilişki kurabilirsiniz, anormalliklere katılarak değil.
Önümüzdeki süreçte muhalefeti benzer bir sürüklenmeye çekebilecek bir gündem olarak yeni anayasa tartışması açıldı. Reform iddiasının gazı çok çabuk kaçtığı, içinin doldurması -teşne olanları ikna etmek kadar- kolay olmadığı için çıta yükseltildi. Erdoğan’ın “ortakla anlaşırsak” pası, Bahçeli tarafından alındı ve tıpkı reformda olduğu gibi “yeni düzenin tahkimi öncelikli” çerçeve hemen çizildi. İktidarın sistemin yarattığı tuzaklardan kurtulma arayışına taktik bir önem atfeden muhalefetin, bu gündeme ikna olmuş gibi davranması zayıf bir olasılık değil. En azından buradan fırsat çıkacağını düşünenlere ilişkin işaretler gecikmedi. İktidarın, ekonomide ve dış politikada temin ettiği uzatma imkanlarına, muhalefeti idare etme enstrümanını da eklemesi, üzerindeki baskıyı epey hafifletebilir. Böylesi bir zaman kazanma, “normali” hatta onu savunmayı bile sonraya erteleyen bir gündemi kolaylaştırabilir. 2015’deki istikşafi koalisyon görüşmeleri sırasında inşa edilen olağanüstü anormalliği hatırlamak yeter. Erdoğan’ın yeni anayasa için referandumlu bir formülü işaret etmesi, seçim olmadan bir pazarlık masası kurulması demek. Muhtemelen Cumhurbaşkanlığı seçimini tek tura indiren değişiklik de masadaki önemli başlıklardan biri olacak.