'Normal'in altında ezilmeden önce
Gabor Maté’nin Daniel Mate ile yazdığı 'Normal Efsanesi', Engin Süren çevirisiyle Hep Kitap tarafından yayımlandı.
Püren Mutlutürk Meral
Kaçımız hatırlıyoruz insan doğamızı? Varlık olarak birbirimize bağlı yapımızı, doğanın tüm diğer varlıklarıyla olan ilişkimizi? Kaçımız özümüzü günbegün kaybettiğimizi, kendimize uzaklaştığımızı fark ediyoruz?
Hayat her gün yenilenen, devinimini hiç kaybetmeyen bir süreç. Çoğumuz bu süreçte gündelik koşturmalar içerisinde kendimizi, içerisinde bulunduğumuz anı kaçırıyor ve dolayısıyla o an yapmakta olduğumuz şeylere de yabancılaşıyoruz, yabancılaştık. Daha da kötüsü normal olanın bu olduğunu varsayarak her günü, takip eden diğerleriyle öldürüp duruyoruz. Bedenlerimizin taşıdığı ruhsal yükler her geçen gün artarken bu yükün altında ezilmemek için tıbbın her geçen gün ne kadar da geliştiğiyle övünüp duruyoruz. Hakikat gerçekten de böyle mi acaba?
Bu soruya tam da anlatacağım kitabın yazarı, bir doktorun cümleleriyle yanıt vermek istiyorum: "Karşı karşıya olduğumuz çağdaş sağlık sorunlarını engellemenin eşiğinde olmak şöyle dursun, çoğuyla zar zor başa çıkıyoruz." Peki neden? İşte Gabor Maté’nin Hep Kitap’tan çıkan 'Normal Efsanesi' tam da bunu anlatıyor. Gabor Maté, travma ve özellikle erken çocukluk çağı travmalarını anlattığı görüntüleriyle son zamanlarda, çoğunlukla sosyal medya platformlarında oldukça popüler olan bir bilim insanı, bir nörolog. Özellikle zihin ve beden ilişkisi üzerine yoğun çalışmaları, zihin açıcı konuşmaları ve kitapları mevcut. Bu kitabında da Doktor Maté, aslında tam da adından anlaşılabileceği üzere “normal” denen şeyin gerçekten ne kadar normal olduğunu sorguluyor ve okurlara da sorgulatıyor. Bu nedenle de zaten “normal”i bir efsane, bir mit olarak nitelendirmiş. Çünkü ona göre normal denen, insanlar tarafından normal olarak algılanıp içselleştirilen şeyler, içerisinde yaşadığımız toksik kültürlerin uzantısı, insanlara empoze ettiği ve aslında bireylerin toplumlarda yabancılaşmalarının önüne geçmek için kendilerine aitmiş gibi sahiplenmek zorunda kaldıkları şeyler. Toksik kültürü de şöyle tanımlıyor Maté: "Bizi çevreleyen ve mecburen hayatımızın her yönünü kaplayan sosyal yapılar, inanç sistemleri, varsayımlar ve değerler bağlamının tamamı." Maté’ye göre, modern toplumların “normallik” kriterlerini karşılarken aslında birçok yönden toksik kültürlerimiz tarafından zehirleniyor, doğanın belirlediği ihtiyaçlarımızdan uzaklaşıyor ve aslında anormal olan gerekliliklere uyum sağlamaya çalışırken her anlamda, zihinsel, psikolojik ve ruhsal seviyelerde hastalanıyoruz.
Yazar bu bağlamda kitabını bölümlendirirken, önce unuttuklarımızı anlatmakla işe başlıyor: İnsan doğasının birbirine bağlı olan ve devamında insan gelişiminin bozulan yapısı. Sonrasında bugün “anormal” olarak nitelendirilen şeyleri yeniden düşünmeye davet ediyor okuru. Devamında ise toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden kadınların neden daha çok hastalandığını da tartıştığı, kültürün toksik unsurlarını el alıyor ve en sonunda iyi haberi veriyor: İyileşmek mümkün!
Maté, bir doktor ve daha özelinde bir nörolog olarak zihin/beden ilişkisine çok önem veren bir bilim insanı. Yani aslında bugün, fizyolojik olarak görülen birçok hastalığın kökeninde zihnin, zihnin kişiyle ilgili öğrendiklerinin, erken çocukluk çağı travmalarının zihinde bıraktığı izlerin olduğunu ileri sürüyor. Bunun yanı sıra, aslında bu bulgu ve saptamaların yeni olmadığını ancak birçok tıp doktorunun hastalarına geçmişleriyle ilgili sorular sormayı ihmal etmelerinden dolayı hastalıklarda yol alamadıklarını ileri sürüyor. Maté, kitabında bu doğrultuda örnekler vererek, yaşadığı tecrübeleri somutlaştırıyor. Verdiği örneklerde, kendi çocukluk travması da dahil, özellikle toplumda popülerliği yüksek, birçok hayranı olan isimlere denk gelmek okuru şaşırtıyor, bunun yanında yazarı ise doğruluyor: Aslında kendi doğal benliğinden, bir sebeple uzaklaşmış ya da zorla uzaklaştırılmış çocuklar, yetişkinliklerinde bu acılarını bastırmak için nasıl bir mücadele yöntemi seçiyorlar; tüm benliklerinden vazgeçip kültürün onlardan istediği başarıyı elde etmek, kendilerini kendilerine kanıtlamak, herhangi bir şeyin bağımlısı olmak ya da şanslılarsa kendi acılarıyla yüzleşip, iyileşme yolunda adım atarak kendi hayat hikâyeleriyle umut olmak. Çünkü bu seçimler insanın yeni doğduğu andan itibaren en temel ihtiyacı olan hayatta kalma ihtiyacını bir şekilde karşılarken, aynı zamanda sevgiyle kendi değerini onarmaya çalışıyor.
Maté, bir doktor olarak bu kadar şeyi anlattıktan sonra iyileşmenin mümkün olduğunu söylüyor. Bunun için de adım adım somutlaştırdığı, zihnimizde gerçekleşen ve yine orada çözülmeyi bekleyen şeyler var. Aslında bize söylediği tek kelimeyle, “hatırla”. Kendi doğamızı, doğayla olan ilişkimizi, özümüzü, aslında bebeklikten beri bildiğimiz ama sonradan unutturulan her şeyi… Hatırlamamızı sağlayacak şeyin de bilinçli farkındalık olduğunu bas bas bağırıyor. Yani neo-liberal politikaların son dönemdeki popüler “oyuncaklarından” gibi görünse de içine sıkıştığımız kaotik, zamansız, yorucu ve tüketici yaşamlarımızdan bizi anın içerisine çekerek kurtaracak şey: Bilinçli farkındalık.
Okur olarak kitapla yolculuğunuz sırasında, kalp atışlarınız sık sık değişim gösterecektir. Ebeveyn olarak kendinizde ya da çocuğunuzda ya da kendi ebeveynlerinizde “bir şeyler” arayabileceksiniz. Varsa hastalıklarınız misafir olarak geldiklerini ve sizinle paylaşmak istediklerini dinlemeye gönüllü olacaksınız. Kitabın hangi satırının altını çizip, yanına nasıl not alacağınızı şaşıracak, mümkün olsa herkesin bunları bilmesini sağlamak için elinizden geleni yapacaksınız. İsteyeceksiniz ki iyilik hali toplumsal bir hal alsın ve bir daha hiç bozulmasın. Ama artık iyiliğin anahtarı elinizde olacak. İddia ediyorum ki bu anahtarı diliniz döndüğünce herkese anlatacaksınız.