Nöropatalojik ekonomi-politika
Şimdi çok daha tehlikeli bir döngüye gireceğimizin tüm ipuçları var. Sözgelimi seçim yatırımı olarak asgari ücrete yapılması planlanan ‘şahane’ zam! Bu zam her ne oranda olursa olsun, enflasyon sarmalına doping etkisi yapacak. Bir başka seçim yatırımı olarak yakıt desteği başta olmak üzere bazı ‘promosyonlar’! Ve tabii ki bol keseden kamuya personel alımı... Tüm bunlar para basarak karşılanacak.
Her şey daha da kötüye giderken, dolar 18.5 seviyelerinde gezinir, enflasyon TÜİK’e göre yüzde 83, ENAG’a göre yüzde 186’yken, dış ticaret açığında rekor artışlar yaşanırken, millet yastık altı altına yönelirken, devletin zirvesinden gelen açıklama, herkesi iyice karamsarlığa sürükledi. Recep Tayyip Erdoğan, faizlerin tek haneli rakamlara ineceğini kesin ve net bir dille söyledi. Yani kabaca bir kez daha ‘faiz sebep, enflasyon sonuç’ tekerlemesini tekrarladı ve Türkiye ekonomisini baş aşağı buhrana sürükleyecek yolda devam edeceklerini ilan etti.
ÇÖKÜNTÜ RETORİĞİ OLARAK JANJANLI SÖZLER
Kimse tek haneli faizin sonuçlarını düşünmek istemiyor, bunun sadece bir inat olduğuna inanmak istiyordu ki, bu kez Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin o janjanlı ve içi boş açıklaması geldi. Ekonomik Dönüşüm ve Yeni Paradigmalar Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, “Neoklasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöroekonomiyle daha fazla önem kazanmaktadır” deyiverdi! Deyiverdi diyorum, çünkü önündeki kâğıttan okurken bile bu janjanlı sözleri duraklayarak telaffuz etti. Anlaşılan o ki, kendi sözleri değildi, bir danışman yazıp eline tutuşturmuştu.
SANAYİNİN YAPISAL SORUNLARINI DİKKATE ALMADAN...
Kamuoyunda bir dalga konusu olan bu konuşma, aslına bakarsanız Türkiye ekonomisinin tabutuna bir çivi daha çakmak anlamına geliyor. Zira aslında bu garip açıklama, TCMB’nin emir-komuta zinciri içerisinde politika faizini düşürmeye devam edeceği, bunun yanı sıra seçim ekonomisinin de işletileceği mesajını veriyor.
Oysaki, ‘faiz sebep, enflasyon sonuçtur’ politikası çok kaba ve mantıksız bir denkleme dayanıyordu. Döviz artar, TL ucuzlar, ihracat patlar. Ama bu denklem de elimizde patlamış gibi görünüyor. Hiç kimse “Ama Rusya-Ukrayna savaşını ve enerji krizini öngöremezlerdi” benzeri bir argüman ileri sürmesin, zira cevabı çok basit, ona göre yeni bir strateji belirlemek gerekmez miydi? Gerçi bu bilimsel temeli olmayan ekonomi politikasına ne yaparsanız boşuna...
Kaldı ki mesele sadece enerjiyle ilgili değil. Eğer ki, ekonomi yönetimi Türkiye sanayi sektörünün yapısal sorunlarını dikkate almadan can havliyle ülkeye döviz girişini sağlamak isterse, sonuç birazdan söz edeceğim gibi olur.
İHRACAT İTHALATI NASIL KARŞILASIN Kİ?
Hedef ihracatı artırarak bir yandan üretimi ve istihdamı, ama daha önemlisi döviz girişini artırmaktı. Bunun için bir ülkenin ihracatının ithalatını karşılama oranı en önemli kıstas. İşte bu çocukça hesabın bozulduğu yer de bu kıstas! Ticaret Bakanlığı geçici verilerine göre, Eylül ayında dış ticaret açığı yüzde 299 artışla 10.4 milyar dolar oldu. Böylelikle Eylül ayında da dış ticaret açığı 10 milyar doların üzerine çıktı. Eylül ayı geçici dış ticaret istatistiklerine göre, bu dönemde Türkiye'nin ihracatı yıllık yüzde 9.2 artışla 22.6 milyar dolar oldu. İthalat ise yüzde 41.5 artışla 33 milyar dolar olarak gerçekleşti. Ocak-Eylül döneminde Türkiye’nin ihracatı yüzde 17.1 artışla 188.22 milyar dolar olurken, ithalat da yüzde 40.8 artışla 272.04 milyar dolara yükseldi. Dış ticaret açığı yüzde 158.5 artışla 83.82 milyar dolar oldu.
İhracatın ithalatı karşılama oranı Eylül’de 20.3 puan azalarak yüzde 68.5 olarak gerçekleşti. Enerji verilerinin hariç tutulduğu, ihracatın ithalatı karşılama oranı 16.5 puan azalarak yüzde 89.2 olarak gerçekleşti. Görüldüğü üzere, enerji maliyetlerini çıkardığınızda da cari açığın konjonktürel değil, yapısal bir sorun olduğu ortada. Demek ki, evdeki hesap çarşıya uymuyor.
NE ÇİN NE DE GÜNEY KORE İLE KIYASLANIR AMA BÖYLE GİDERSE BANGLADEŞ’İ ARARIZ
Bunun birkaç temel sebebi var. Öncelikle sanayimiz bir Çin ya da Güney Kore’nin sanayii değil. Zira onlar da başta enerji olmak üzere pek çok ara mal ithal eden ekonomiler olmalarına karşın verimlilik ve katma değer açısından Türkiye sanayi sektörüne göre çok daha avantajlı. Türkiye sanayi sektörü, katma değeri yüksek ürün üretmekte hala çok yetersiz. Bunun anlamı, kilo başına ihracatınızdan elde ettiğiniz gelirin çok düşük kalması. Çip ihraç etmiyoruz yani! Bir otomotivimiz var, o da gerek çip krizi gerekse küresel durgunluk sebebiyle performansını kaybetti ve hala bir montaj üretimden söz ediyoruz.
Bunu biraz daha net görebilmek için Ağustos ayı verilerine bir bakalım. Verilere göre, enerji ürünleri ve parasal olmayan altın hariç ihracat, Ağustos ayında yüzde 9.3 artarak 17.98 milyar dolardan 19.65 milyar dolara yükselmiş. Aynı ay, enerji ürünleri ve parasal olmayan altın ithalatı yüzde 16.6 artarak 18.39 milyar dolardan 21.45 milyar dolara ulaşmış. Sonuç itibarıyla, enerji ürünleri ve parasal olmayan altın hariç dış ticaret açığı 1.8 milyar dolar olmuş. Dış ticaret hacmi yüzde 13 artışla 41.1 milyar dolara erişmiş. Bu ayda enerji ve altın hariç ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 91.6. Buna ‘çekirdek açık’ deniyor.
‘ÇEKİRDEK CARİ DENGE’ ÖNEMLİ BİR GÖSTERGE
Çekirdek açık ya da ‘çekirdek cari denge’, altın ve enerji dış ticaretini çıkardıktan sonraki dış ticaret dengesini esas alan bir cari denge hesaplaması. Bundan amaç, imalat sanayii ve tüketim için gereken ithalatla iç üretimle yapılan ihracatı karşılaştırmak. Böylelikle, zorunlu olarak yapılan enerji ithalatı ve gerekliliği tartışılmakla beraber üretime hiç katkısı olmayan altın dış ticareti hesaplamaların dışına çıkarılmış oluyor.
Sanayinin, ara malı ve yatırım malı olarak dışa bağımlı yapısı zaten ortada. İhracat yapabilmek için ithalat yapmak zorunda olan üretim yapısı söz konusu. Bu yapı, ekonomide enflasyon, kur, faiz gibi birçok sonucun ortaya çıkmasının da temel nedenlerinden biri.
HER DENKLEMLERİ ÇÖKÜYOR
Ama sözünü ettiğimiz irrasyonel ekonomi politikalarını savunanlar, “Enerji ve altın hariç cari fazlamız var. Doğal kaynağımız olmadığı için cari açık vermek zorundayız” diyorlardı. Artık o da yok. Eksideyiz.
Şimdi gelelim bu mantığın neden saçma olduğuna... Cari açık azaldıkça döviz ihtiyacı da azalacaktı. Olmadı. Dış ticaret açığı kadar, dış borç geri ödemeleri ve sıcak paracı portföy yatırımcılarının gelirlerini dışarıya transfer etmeleri için de döviz lazım. Ve işte dövizin durumu da ortada!
İşte evdeki hesabın çarşıya uymamasının sebeplerinden biri daha. Zaten TL’nin durumu ortada ve her şeyi dünyaya ucuza satıyoruz. Tek rekabet avantajımız ucuz olmak. İşte bu makas, bu sebeple kapanmayacak. Ve şu ‘heterodoks’ yaklaşım da palyatif bir çözüm bile olamayacak.
SAĞ POPÜLİZMİN HATALARI ARTARAK SÜRECEK
İhracatın ithalatı karşılama oranını koyalım bir köşeye ve devam edelim. Şimdi çok daha tehlikeli bir döngüye gireceğimizin tüm ipuçları var. Sözgelimi seçim yatırımı olarak asgari ücrete yapılması planlanan ‘şahane’ zam! Bu zam her ne oranda olursa olsun, enflasyon sarmalına doping etkisi yapacak. Bir başka seçim yatırımı olarak yakıt desteği başta olmak üzere bazı ‘promosyonlar’! Ve tabii ki bol keseden kamuya personel alımı... Tüm bunlar para basarak karşılanacak.
AB DONARSA, BİZ DE YANARIZ!
Bunu da koyalım bir kenara... Peki küresel ekonomi? Öncelikle resesyon riski ve enflasyon en temel sorun. Bu kış en önemli ihracat pazarımız Avrupa Birliği tarihinin en büyük enerji kriziyle karşı karşıya kalacak. Şimdiden sosyal huzursuzluklar başlamış durumda ve ekonomik bir krizin yanı sıra sosyal bir kriz de kapıda AB’de. Bazı fabrikaların üretime ara vermek zorunda kalacağına kesin gözüyle bakılıyor. Yani AB’ye yönelik ihracatımızın düşeceğini öngörmek, çok da müneccimlik yapmak olmaz. Diğer önemli ekonomik partnerimiz Rusya’da ne olup biteceği ise bir muamma, tabii Ukrayna’da da... Bu kadar yüksek navlun ücretleri varken, uzak piyasalara ihracat yapmak da eskisi kadar kolay değil.
Tüm bunları topladığınızda, Türkiye’yi belki ‘evde donma’ riski beklemiyor, ama doğalgaz faturalarının müthiş el yakacağı çok açık. İhracatta artışın bir doygunluk noktasında olduğunu ve zaten cari açık verdiğimizi de hatırlatalım. Bunun üzerine 2022 yılının başından bu yana en az 30 milyar dolarlık müdahaleye rağmen doların 18.5 seviyelerinde gezdiğini de ekleyelim. Yani işin iyiden iyiye kötüye gittiğini görmemek imkânsız.
ALTIN TEKRAR YASTIK ALTINA KOŞUYOR
Son bir veri olarak ‘nöroekonomik’ bir analiz yapalım isterseniz! Kabaca ‘altına hücum’ diyelim ve bu altına hücum bir yatırım enstrümanı olarak ekonomik işleyişin dışına hızlıca kayıyor. Hemen belirtelim ki altın ithalatında ciddi bir artış var, cari dengeyi zorlayan etmenlerden biri bu. Bu boşuna değil, bu kötüye gidişin bir yansıması, yatırımcı davranışı en zorlu dönemde sığınılacak limana yanaşıyor. Türkiye’nin altın stokunun dağılımına baktığımızda bunu görüyoruz. Temmuz ayı verilerine göre, Türkiye’deki toplam altın stoku 4,382 ton. Bunun 508 tonu TCMB’de, 50 tonu Hazine’de, 501 tonu da bankalardaki altın hesaplarında. Kalan 3,320 ton ise yastık altında! 186.5 milyar dolarlık bir servet ekonomik döngünün dışında. Nedeni çok açık değil mi? İşte size nöroekonomi! Altın büyük buhranlar öncesinde, savaş süreçlerinde veya çok ciddi sosyal ve siyasal krizlerde güvenli limandır. Bunun farkında olan yurttaşlar da birikimlerini altına yatırır ve bekler.
Özetlersek... Bu ekonomi yönetimi, gerçekten bir epistemolojik kopuş yaşıyor, koptuğu nokta ise akıl. Yani nöropatalojik bir vakayla karşı karşıyayız. Ve daha en kötüsünü de görmedik. Bu kış o da gelecek!
Etsiz, sütsüz, balıksız sofralarda proteinsiz yetişen nesiller ülkesi 01 Aralık 2023
SWIFT’in bir alternatifi olursa küresel ekonomi nereye evrilir? 24 Kasım 2023
Ya enkaz altında kalmak ya da sosyo-ekonomik tehcir! 17 Kasım 2023
Ya ‘Küresel Güney’ ayağa kalkarsa! 10 Kasım 2023 YAZARIN TÜM YAZILARI