YAZARLAR

Nusra bölüm 2: El-Kaide, Nusra, IŞİD

Esad yönetimine karşı silahlı cihatçı örgütlerin en güçlüsü olan Nusra’yı kimse açıktan destekleyemiyordu. Kim El-Kaide’nin Suriye örgütünü silahlandırıp donatmayı göze alabilirdi?

Sedat Peker’in, Türkmenlere yardım kisvesi altında Suriye’deki El-Nusra Cephesi’ne silah gönderildiği yollu büyük iddiası üzerine, El-Nusra’nın “yaşamöyküsü”nde iz sürmeye devam ediyoruz. Geçen bölümde, artık El-Kaide’nin Suriye kolu olarak tanınan Nusra’nın Irak İslâm Devleti’nden kopmaya hazırlandığı günlere gelmiştik.

8 Nisan 2013 günü, Irak İslâm Devleti’nin yayın organı El-Furkan, lider Ebubekir el-Bağdadi’nin konuşmasını yayımladı. Ses kaydında Bağdadi, Ebu Muhammed el-Colani için “askerlerimizden biri”, Nusra Cephesi’nin savaşçıları için de “oğullarımız” diyordu: “Askerlerimizden biri olan el-Colani’yi ve onunla birlikte oğullarımızdan bir grubu vekilimiz olarak tayin ettik ve Levant’taki hücrelerimizle buluşsunlar diye onları Irak’tan Levant’a gönderdik… Onlar için planlar yaptık, nasıl çalışacaklarını tayin ettik ve onlara elimizden geldiğince her ay malî destek verdik ve onları hem mültecilerden hem yerlilerden Cihad’ın savaş alanlarını tanıyan bilen elemanlarla takviye ettik.”

Bağdadî, “Levant ve dünya halkı önünde ilan etmenin zamanı gelmiştir ki,” dedi, “El Nusra Cephesi, Irak İslam Devleti’nin bir uzantısıdır ve onun parçasıdır.”

Bundan böyle her iki isim de kullanılmayacaktı, çünkü ortada tek bir örgüt vardı: Irak ve Şam (Levant) İslâm Devleti. Daha sonra, Arapçada olumsuz çağrışım yaptığı için kısaltması hasımlarınca DAİŞ, DAEŞ veya DEAŞ olarak anılan, Türkçeye daha ziyade “IŞİD” kısaltmasıyla yerleşen örgüt böyle doğdu.

Bağdadi, “binlercenizin dökülen kanını demokrasiye feda etmeyin” sözleriyle Suriye muhalefetinin cihatçı olmayan kesimlerine de seslendiği konuşmasında, Levant’ta görevleri “sadece hazırlanmak ve lojistik ve Allah’ın yolundan yürüme şansını beklemek” olan hücreler kurduklarını açıkladı, bunların bundan böyle “Irak ve Şam İslâm Devleti adı altında” savaşacaklarını tekrarladı.

Bu duyurudan sadece iki gün önce El-Kaide’nin resmî propaganda mecrası As Sahab Zevahiri’nin çağrısını yayımlamıştı. Zevahiri, “Cihad’ın meyvesini almak için elinizden geleni yapın,” diyordu. “Allah’ın izniyle bir cihadî İslâm devleti kurun.”

Bağdadi’nin açıklaması bu doğrultudaki bir adım gibi algılandı. Oysa durum bambaşkaydı.

COLANİ AYRI BAŞ ÇEKİYOR

Nusra’nın resmî yayın organı Beyaz Minare’de (El-Manara el-Bayda) yayımlanan cevabında el-Colani’nin Bağdadi’nin konuşmasına verdiği karşılık şöyle özetlenebilirdi: “Yoo! Saygıda kusur etmeyiz, ama örgütümüz ayrı!” Saygı faslı yerinde görünüyordu. Colani, Irak İslâm Devleti liderinden, “Allah onu esirgesin, Şeyh Bağdadî,” diye sözediyordu, “el-Şam’da ezilenleri destekleme planımızı onayladı ve bize para verdi ve bazı kardeşlerimizi yanımıza kattı...” Irak’ta İslâm bayrağının dalgalanmasını çok istediklerini, hattâ bunun için orada çalıştıklarını hatırlatan Colani, “ama şimdi işimiz Suriye’de” diyordu.

Ayrıca ne Bağdadî’nin açıkladığı karardan ne de böyle bir açıklama yapılacağından kendisinin ya da El-Nusra içerisinden herhangi birinin haberi vardı. El-Nusra, El-Kaide merkezine bağlıydı; Irak’taki Bağdadî’nin değil, Pakistan’daki Eymen el-Zevahiri’nin otoritesini tanıyordu.

Suriye’de rejime karşı savaşan örgütlerin sayısının 1200’ü bulduğu 2013 yazına kadar Nusra-IŞİD ilişkisi belirsiz kaldı. Her ikisinin resmî yayın organlarında bu konuya dair resmî açıklamalar yeralmadı. Nihayet Mayıs sonunda Zevahiri mektup gönderip arayı bulmayı denedi, “peki, biriniz Suriye’de, biriniz Irak’ta çalışın, ama işbirliği yapın” dedi.

Zevahiri’nin görüşü Colani’nin işine geliyordu; bunu yaymaya başladı. Ardından Al Jazeera, Zevahiri’nin mektubunu olduğu gibi yayımladı.

'İKİSİ DE YANLIŞ YAPTI'

23 Mayıs 2013/13 Recep 1434 tarihli bu mektupta El-Kaide lideri açıkça, “ikisi de yanlış yaptı” diyordu: “Şeyh Ebubekir el-Bağdadî, bizim buyruğumuza ihtiyaç duymadan, bize danışmadan, en azından bize haber vermeden Irak ve Şam İslâm Devleti'ni ilan etmekle yanlış yapmıştır. Şeyh Ebu Muhammed el-Colani, bizim buyruğumuza ihtiyaç duymadan, bize danışmadan, en azından bize haber vermeden, Irak ve Şam İslâm Devleti'ni reddetmek ve El-Kaide ile bağlantısını açıkça ilan etmekle yanlış yapmıştır.”

Zevahiri, Irak’takilere, “IŞİD iptal edildi, faaliyete IİD olarak devam edin!” buyurdu.

Mektubunun sonuna Hud suresinden ayet koymuştu; “Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum,” diye. Zevahiri’nin gücü yetmedi.

15 Haziran 2013’te yayımlanan sesli mesajında Bağdadi şöyle haykırdı: “Kanın dolaştığı bir damarımız ve gören bir gözümüz olduğu sürece Irak ve Şam İslam Devleti var kalacaktır. (…) bundan vazgeçmeyeceğiz ve taviz vermeyeceğiz; ölene kadar!” IŞİD lideri, almış yürümüştü: “Allah’a karşı gelen mektuptaki emirleri değil Allah’ın emrini yerine getirmeyi seçtim.”

IŞİD böylece, doğrudan El-Kaide merkezini karşısına alıyordu. Zevahiri’nin yolladığı arabulucular gidişatı değiştiremedi. Aksine.

2016 Ağustos’unda El-Bab civarında arabayla giderken ABD savaş uçağından atılan bombayla öldürülene kadar IŞİD’in starlarından olan Ebu Muhammed el-Adnanî, IŞİD Sözcüsü sıfatıyla sahneye çıktı, El-Furkan Medya’da yayımlanan, “kimse bizi yolumuzdan döndüremez” yollu konuşmasında, El-Kaide’ye zaten hiç biat etmediklerini, Irak-Suriye sınırını tanımadıklarını, “Diyala’dan Beyrut’a kadar bütün Rafızîleri (Şiiler) bombalayacaklarını” ilan etti. Sadece bölgedeki bütün Şiileri ve örgütlerini değil, El-Kaide’ci Colani ve örgütünü de karşısına aldı, “inşikak”tan (ihanet anlamı da içeren bölücülük) sözetti.

Adnanî, bizzat Zevahiri’yi de boş geçmedi. Ona itirazları vardı: (1) ‘günah işleyin’ diye emir verdin, (2) Ortadoğu’nun Sykes-Picot Anlaşması’na göre bölünmesini onaylıyorsun, (3) El-Nusra’nın “itaatsiz asileri”ne itibar sağladın, (4) itaatsizliğe emsal yarattın, (5) taraflarla yeterli istişare yapmadan hükme vardın, (6) bunlar mücahitlerin düşmanlarının işine yaradı, (7) mücahitlerin Suriye’den çekilmesini istemen anlamsız.

'TEK BAYRAK, TEK EMİR'?!

Ayrılık kalıcı hale geliyordu. Tunus’tan Suudi Arabistan’a din âlimleri, cihatçı teorisyenler ve siyasî örgütçüler çatışıyorlardı. Kimi Bağdadi’ye sınırsız biat edilmesi için bütün şartların varolduğunu öne sürüyordu, kimiyse harp meydanında kazanılan başarıların iç kavgalarla nasıl hebâ edildiğini hatırlatıyor, IŞİD ve Nusra’daki “kardeşlerimiz”i “tek bayrak ve tek emirin altında” savaşmaya çağırıyordu. Halife muamelesi görmeyi bekleyebilecek emirin hâlihazırda varolmadığını ileri sürenler de vardı.

El-Kaide merkezi, bir umut, Ebu Halid el-Suri’yi arabulucu tayin etti. 2014 başında el-Suri, bütün öbür “mücahitler”le savaşan IŞİD'i suçladı. IŞİD Cerablus'ta bomba yüklü araçla başka örgütlerden 33 militanı öldürdüğünde Suri, IŞİD'in “Cihad ve İslâm Devleti kurma adına işlediği suçlar"ı lanetledi, örgüt adına savaşanları tövbe etmeye çağırdı. El-Kaide merkezinin arabulucusu safını seçmişti.

Nusra ise, Suriyeli bir örgüt olarak öbür muhalif gruplarla kolayca yakınlık kurdu, 2014 başında Kuzey Suriye’de IŞİD’e karşı birleştiler, onu İdlib ile Halep’in büyük bölümünden sürüp çıkardılar. IŞİD bu çarpışmalarda yedi bin savaşçı kaybetti.

Şubat 2014’te, Eymen el-Zevahiri, El-Kaide’nin IŞİD ile “hiçbir bağlantısının bulunmadığını” ilan etti. IŞİD de hepsine inat, adını dümdüz “İslâm Devleti”ne (İD) çevirdi. Militanları ve yandaşları ondan artık sadece “Devlet” diye sözediyorlardı. Tek “İslâm Devleti” vardı, o da oydu!

“El-Kaide’nin Suriye kolu” olarak tanınan Nusra’nın örgüt merkeziyle ilişkisi ise, daha belirsiz, spekülasyona açık bir çizgi izledi. Esad yönetimine karşı silahlı cihatçı örgütlerin en güçlüsü olan Nusra’yı kimse açıktan destekleyemiyordu. Kim El-Kaide’nin Suriye örgütünü silahlandırıp donatmayı göze alabilirdi?

Bu gerilim Nusra’nın bütün siyasî adımlarını belirledi. Örgüt her seferinde kendini El-Kaide’nin otoritesinden biraz daha uzaklaştıracak adımlar atmak zorunda kaldı.

Öyle görünüyor ki, 2015 ilkbaharında Nusra’nın El-Kaide bağlantısı Şam rejimini devirmek isteyenler için kayda değer pürüz yaratmıyordu. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin teşvik ve desteğiyle oluşturulan Fetih Ordusu’nun gövdesini Ahrar el-Şam’la birlikte Nusra oluşturmuş, bunun ardından Suriye ordusunun ele geçiremediği bölgelerde bariz bir Nusra hegemonyası giderek yayılmıştı.

İki yıl sonra, 2016’nın Şubat başında ABD ile Rusya “düşmanlıkları durdurma” anlaşması yapıp Nusra ile İD dışında bütün örgütleri ve rejimi kapsayan iki haftalık ateşkes üzerinde anlaştıklarında, Nusra hâlâ El-Kaide uzantısı sayılıyordu. İslâm Devleti örgütünün bombalanmasına kimsenin itirazı yoktu da, hemen bütün örgütler, Nusra da ateşkesle korunsun istiyorlardı. Çünkü en güçlü silahlı örgüt oydu. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) saflarından şöyle çağrılar duyuluyordu: “Nusra ile işbirliği yapan bütün gruplara çağrı yapıyoruz, Nusra’ya baskı yapsınlar, El-Kaide ile bağlarını koparsın; böylece terörizmle mücadele adı altında siviller öldürülmesin.”

KABUK KABUK İÇİNDE

“Savaş diplomasisi” içerisinde iyice pişen pragmatik lider El-Colani, İD ile aynı muameleyi görme tehlikesi karşısında, El-Kaide’ye açıkça mesafe koyma yüzünden dünya cihatçılarının tepkisini de çekmeyecek bir yol buldu: 2016 Temmuz’unda, etrafına topladığı çeşitli örgütlerle “Şam’ın Fethi Cephesi”ni (ŞFC) oluşturdu. Çekirdeğinde yeraldığı ve gerçekte hükmettiği bu yeni şemsiye örgüt altında görünmez olmayı hesaplıyordu. ŞFC’nin El-Kaide bağlantısı gibi bir sorunun olmaması gerekirdi, çünkü böyle bir ilişkiden uzak örgütlerin de katıldığı bir bileşimdi. Artık ŞFC olmuş Nusra, birçok başka örgütle kapıştığında kendini savunurken, “El-Kaide ile ilişkimizi, Suriye Devrimi’nin hayrı için kesmedik mi?” diye soruyordu. Canhıraş konuda canhıraş soru! Buna rağmen herkes uzun süre ŞFC’ye Nusra, Nusra’ya El-Kaide uzantısı muamelesi yapmayı sürdürdü. Zaten birçok yerde bizzat ŞFC elemanları duvarlara yazdıkları sloganlara Nusra imzası atmaya devam ediyorlardı.

ŞFC 2017 başında İdlib’te mutlak hakimiyet sağlama hedefiyle harekete geçti. Kendisine kafa tutabilecek yegâne örgüt olan Ahrar el-Şam’ın merkez karargâhına saldırdı, irili ufaklı birçok örgütü sindirdi, dağıttı. O sırada ŞFC’ye karşı çok geniş bir cephe oluştu. Birçok din âlimi onu suçlayan fetvalar verdi. Örgüt de kendisini “biz İD gibi değiliz, kimseyi kâfir ilan etmiyoruz, turuncu mahkûm elbiseleri giydirip kurban etmiyoruz” diye savundu, ötekileri, “Şeriat’a dayalı bir Sünnî yönetim biriminin statü kazanması üzerinde” anlaşmaya ve güçlerini birleştirmeye çağırdı.

Ardından, yeni bir siyasî-diplomatik hamle yaptı. Ahrar’ın yanından kopardığı -Ankara’nın gözdelerinden Nureddin Zengi Hareketi dahil- kırk kadar örgütün de katıldığı, yaklaşık yüz örgütlük bir koalisyon oluşturdu ve Nusra çekirdeğinin etrafına bir kılıf daha örülmüş oldu. Çekirdeğinde Nusra saklı Şam’ın Fethi Cephesi etrafında oluşturulan yeni koalisyonun adı “Heyet Tahrir el-Şam”dı (HTŞ). Eski Ahrar liderini siyasî önder yapma gibi jestlerin ardına gizlense de, iktidar yine mâlûm Nusra çekirdeğindeydi: Silahlı kuvvetlerin başkomutanı, Colani’ydi.

HTŞ, her ihtimale karşı, El-Kaide merkeziyle ilişkisi olmadığını ilan etti. Buna paralel olarak, Suriye’nin geleceğinde rol oynayacak bir sivil güce dönüşebileceği yolunda diplomatik sinyaller vermeye başladı. Ama bundan evvel, kendisiyle rekabet edebilecek güçte başka örgüt kalmaması için yeni bir şiddet dalgası yarattı, ötekilerin hepsini ya safdışı etti ya da onlara boyun eğdirdi. İdlib-Hatay (TC) sınırının neredeyse tamamını, sınırda “kaçakçılık hattı” olarak adlandırılan kısımları ele geçirdi ve, en önemlisi, Bâb el-Heva sınır kapısındaki trafiği tamamen denetimine aldı. Kapıdan elde edilen geliri de.

İdlib vilayetine ilaveten, Lazkiye’nin kuzeyinden ufak, Hama’nın kuzeyinden büyükçe, Halep’in batısından iri parçaları da içeren ve genel olarak kabaca “İdlib” olarak anılan silahlı muhalefet bölgesi neredeyse tamamen HTŞ’den sorulur olmuştu.

Ancak örgüt, kısa süre sonra, bölgenin askerî denetimini kendisinden daha güçlü bir orduyla paylaşmak zorunda kalacaktı: TSK ile.

--DEVAM EDECEK--