O cins insanlar cins atlara binip gittiler
Özgünlük artık geçer akçe değil. Bir benzerlik çağında yaşıyoruz. İnsanlar her geçen gün başka insanlarla ortak yanlarını keşfediyor. Benzer görüş, benzer bakış, benzer ses. Sonra o benzerlik bile törpüleniyor, aynılığa gidiyor. Algoritmalar daha yakın sesleri bir araya getiriyor. ‘Bunu beğenen bunu da beğendi’ler, tavsiye olmaktan çıkıp norma dönüşüyor.
1.
“Duydunuz zilin sesini yarışma başladı.”
Ne kadar kısa sürerdi yarışması… Zilin sesini duymamızla yarışmanın bitmesi bir olurdu. Mehter Marşı’yla gelenler İzmir Marşı’yla giderdi. Onun sözleriyle, ‘bu yarışmaya daha önce iştirak etmemiş’, ‘kendine güvenen güvenmeyen’ insanlar, iki kelimeyi, ‘evet’ ve ‘hayır’ı, ‘katiyen’ kullanmamaya gayret eder ama başaramazlardı. Çoğu on on beş saniye bile dayanamazdı. Çünkü karşılarında Erkan Yolaç vardı.
İki hafta evvel kaybettiğimiz Yolaç, dünyanın belki en basit yarışma formatını, Evet-Hayır’ı nasıl onlarca yıl, her defasında eğlendirerek ve hiç kimseyi sıkmadan devam ettirebildi? Evet, bir ustaydı; belli ki insan sarrafıydı ama bu kadarı yeter mi? Başka? Evet, kuşağının bir insanıydı; sınırlı imkânlar içinden yenilikler çıkarmayı bilenlerdendi. Şüphesiz bu özellikleri ona çok yardımcı oldu ama bir şey daha var.
Cins bir insandı Erkan Yolaç.
Haliyle, tavrıyla, sözüyle neşesiyle cinsti.
2.
Cins’in sadece ‘tür, çeşit’ anlamı yok. Hem TDK hem Dil Derneği, cinsi, ‘üstün meziyetlere sahip olan’ ve ‘tuhaf’ diye de tanımlıyor. Böyle insanlar vardır. “Nev’i şahsına münhasır” sözündeki ‘nev’, zaten ‘cins, tür, çeşit’ anlamına gelir. Demek ki birtakım insanların cinsi sadece o insanlara özgüdür. Benzersizdirler. Başkalarından farklıdırlar, iyi anlamda tuhaftırlar; ne yaparlarsa onu merak edilir kılarlar, cinsliklerini işlerine de aktarırlar.
Erkan Yolaç da bu insanlardandı. Farklıydı, tuhaftı, cinsti. Giderek azalan bir grubun mensubuydu. Daha dört-beş cümle önce, “Böyle insanlar vardır” yazmıştım; düzeltiyorum: Böyle insanlar vardı… Az değillerdi. Artık bu sayı hiçe yakın.
Huysuz Virjin / Seyfi Dursunoğlu böyle bir insandı mesela. Tarif etmeye çalıştığım ‘cins’in tam olarak karşılığıydı. Ayşen Gruda böyle bir insandı. Öztürk Serengil böyle bir insandı. Ferhan Şensoy, Oğuz Aral, Adile Naşit, Yaşar Kemal, say sayabildiğin kadar… Şaşırtıcı değil elbette; ekranlarda, sahnelerde yer almak için farklı olmak da gerekir. Sanatçılar, çoğu kez, diğerlerinden farklı oldukları için de sanatçıdırlar. Kara koyunlardır, boyalı kuşlardır… Herkes gibi değillerdir.
Köşeleri yumuşak değildir; sivridirler. Bir söze girdiklerinde ikinci cümlelerini tahmin etmek zordur. Uçakların farklı bagaj bölümüne alınan eşya gibidirler, bir yere sığmaları zordur. Sıkıcı değillerdir ama bazen yorucudurlar; diğerleriyle aynı enerji seviyesinde, aynı yaşam pratiğinde olmadıklarından, ataklıkları, ötekilikleri, kimi zaman da hercailikleri insana fazla gelir. Fazladırlar zaten. Yoğundurlar. Çoğuyla geçinmek ekstra çaba harcamayı gerektirir.
İlla ünlüler dünyasından saymak gerekmez. Ailede bir akraba, işyerinde bir arkadaş, otobüste yanınıza düşen biri de cins olabilir. Hele beşbenzemez insanların bir araya toplandığı askerde çok cins çıkar. Bir şey anlatır, dinlersiniz. Bir şey yapar, bakarsınız. Bir kaşını kaldırışı, küfür edişi, sevinirken coşuşu, sarhoşluğunda kayboluşu, en ciddi anlarda birden çocukluğa dönüşü, ondan bir şey, illa bir şey aklınızda kalır. Başkalarına anlatırsınız. Bütün hikâyelerimizdeki ‘arkadaşın arkadaşı’ odur zaten. Cins olaylar cins insanların başına gelir.
3.
Bir şey daha var… Başka gibi görünse de, bağlantılı bir konu…
Sokağa çıkın, kafanızı pencereden uzatın, önünüzden geçen arabalara bir bakın. Renklerine dikkat edin sadece. Beyaz, siyah, füme, grinin elli tonu… Yeşil arabalar nerede? Kırmızılar? Çocuklar için satılan rengârenk arabalar neden trafikte değiller? Nereye gittiler?
Pratik sebepleri var görünürde: Koyu renk, otomobillerde kiri daha az gösteriyor ve standart renklerin ikinci el satışları daha kolay. Makul sebepler bunlar; eskiden de böyleydi. Yine de trafikte arada bir elektrik mavisi bir otomobil görmek ihtimali çok daha fazlaydı. “Bu arabanın sahibi acaba kim, nasıl bir insan” diye düşünürdünüz.
Kıyafetlere bakın; ne kadar az renk var. Hele iş için giyinirken… Üç renk takım elbise; kadına da erkeğe de. Renk artık sadece düğünde giyiliyor. Bunun da sebebi basit: İnsanlar çok fazla dikkat çekmek istemiyor. Anlaşılır bir sebep, her zaman böyledir; çoğu insan dikkat çekmek istemez. Dikkati göğüslemek kolay değildir. Ama bazıları da o dikkati talep eder. Bazıları ise dikkat çekip çekmediğini umursamaz, içlerinden ne geçerse onu yaparlar. Mesela bir iş görüşmesine kocaman çiçek desenli bir gömlekle giderler. Şimdi nerede o desenler? Evet, bu desenlerin ve sembolize ettikleri her şeyin eskiden de sayısı azdı ama yok da değillerdi. Aile albümlerinizi çıkarıp bakın… Desenlere, yakalara, paçalara, omuzlara, kollara bir bakın… “Ama 1970’lerde, 80’lerde moda zaten öyleymiş” demeyin.
Evet öyleydi ama bunun bir sebebi vardı.
4.
O zamanlar geçer akçe özgünlüktü. Şimdi benzerlik. Şimdi bir benzerlik çağında yaşıyoruz. İnsanlar her geçen gün başka insanlarla ortak yanlarını keşfediyor. Benzer görüş, benzer bakış, benzer ses. Sonra o benzerlik bile törpüleniyor, aynılığa gidiyor. Başkalarından takdir almak, başkaları tarafından gruptan atılmamak için yine o başkalarıyla aynılaşan insanlar… Grup psikolojisi kitleleri ele geçiriyor. Algoritmalar daha yakın sesleri bir araya getiriyor. ‘Bunu beğenen bunu da beğendi’ler, tavsiye olmaktan çıkıp norma dönüşüyor.
Farklı renkler, farklı sesler, farklı hayatlar, başlı başına bir cesaret meselesi haline geliyor.
Rengârenk olması beklenen sanat ve kültür hayatına, televizyona, şov dünyasına bir bakın... Bir röportajdan çıkan ‘renkli’ demeyeceğim, ‘ilginç’ bir demeç o kadar az ki. Bir sesiyle, sözüyle, hareketiyle ‘kendini sevdiren’ ya da ‘hayranlık uyandıran’ demeyeceğim, ‘bizi şaşırtan’ bir ünlü o kadar az ki… Çünkü her şey artık ölçülebiliyor. Her bir sözün karşısında anlık bir ‘like’ birimi var. Şu lafı edersen şu kadar ‘like’ geliyor, şu tepkinin ederi ise bu kadar ‘RT’. Yoğunluk, fazlalık, biçimsizlik, farklılık, çıkıntılık, sivrilik, artık hiç kolay değil. Bunlar, like’ları getirdiği süratle sevimsiz reaksiyonları da beraberinde getirebiliyor. Herkesin anında göreceği çirkin lafları mesela… “Şimdi ne gerek var” denilebilecek laflar.
Hayatlarını göz önünde yaşayan insanlar bunlara dikkat etmiyor olabilir mi?
Ama işte ölçülü biçili hayatlardan cinslik çıkmıyor. Benzerliğin geçer akçe olmasından cinslik çıkmıyor. Cinslik olmayınca da ilham çıkmıyor. Keçiboynuzu niyetine makuliyet ve renksizlik çıkıyor. Hatırlayacağımız, başkalarına anlatacağımız laflar, hareketler, hayatlar, anılar azalıyor.
Toplumun kendini yenilemesi gerekir. Erkan Yolaç’ı kaybeder toplum, üzülür ama ardından başka ‘cins’ biri gelir. Huysuz Virjin’ler, Tuncel Kurtiz’ler, Gazanfer Özcan’lar gider ama başkaları da gelir… Toplumun kendini her düzeyde yenilemesi gerekir. Arkadaşlar arasında, ailede, işyerinde, okulda… Ailedeki o akrabanın, okuldaki o hocanın, işyerindeki o tipin, başına hep olmadık işler gelen o arkadaşın arkadaşının da sayısı azalıyor. Siz de benim kadar dertlenir misiniz bilmem ama toplumdaki cinslik azalıyor.
Cins yazar Yaşar Kemal, “o iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler” diye yazmıştı. Şu da var: O cins insanlar o cins atlara binip gittiler… Yenileri de gelmiyor.
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI