O sandık buraya gelecek...
Tarihsel pratiğe bakıldığı zaman seçimler aspirin gibi, her derde deva niyetine gündeme gelmiş ve işe de yaramıştır. Yani o sandık mutlaka seçmenin önüne gelecektir, çünkü hiç gelmemezlik yapmamıştır.
Sedat Bozkurt*
Son dönemde çok sık sorulan bir soru var, hatta bu soru “Erken seçim ne zaman?” sorusu kadar dillendirilmeye başlandı: “Bu ülkede bir daha seçim yapılacak mı?” Hiç tereddütsüz bunun yanıtını vererek başlamak lazım, evet kesinlikle erken ya da zamanında bu ülkede seçimler yapılacak ve sandık seçmenin önüne konulacaktır.
Bunun altını dolduralım, öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en önemsediği ve attığı her adımı öz güven ile atmasına neden olan mesele, meşru olması. Meşruiyetinin temelinde de öyle ya da böyle seçimle iş başına gelmesi yatmaktadır. O nedenle uluslararası kabul görmekte, toplantılara katılmakta ve Türkiye adına girişimlerde bulunmaktadır. Bu ülkede yaşanan olumsuzluklara, hukuksuzluklara ilişkin uluslararası kamuoyundan gelen tepkilere de seçimle iş başına gelmiş olmasından aldığı güçle itiraz etmekte ve direnmektedir. Erdoğan bu gücünü aldığı meşruiyeti tartışmaya açtırmaz. O nedenle herkesten çok Erdoğan’ın iktidarını sürdürebilmesi için onu meşru yoldan elde edeceği bir seçime ihtiyacı var. Kazanır kazanamaz tartışması başka.
Bu bir, ikincisi demokrasi kalitesinde çok fazla aşama kaydetmemiş olsak bile, sandık üzerinden kurulan siyasete katılım ve tercihte bulunmada iyi bir deneyimimiz bulunmaktadır. Kendisiyle, yerine kurulan bağımsız Cumhuriyet nedeniyle biraz mesafemizi korumaya çalışsak bile kurumlarının hemen hemen tamamını devam ettirdiğimiz Osmanlı, demokrasi ve seçim anlamında da miladımızdır aslında. Osmanlı’da ilk oy, 1840 yılında vergi toplamak için oluşturulan Muhasıllık Meclisleri için kullanıldı. Seçimler de ilk kez 1876 Anayasası'nın kabulü ile Meclis-i Mebusan’ın oluşturulması için 1877 yılında yapılmıştır. İlk seçimlerde yaşanan ne kadar aksaklık varsa hepsinin halen sürdüğünü de hatırlatmak lazım.
Ardından yaşanan gelişmeler nedeniyle 1878’de feshedilen Meclis-i Mebusan’ın yenilenmesi için seçimler tam 32 yıl sonra 1908’de yapılmıştır, hem de İttihat ve Terakki’nin karşısında yer alan Ahrar Fıkrası’nın katılımı ile. Yani aradan 32 yıl geçse de sandık milletin önüne getirilmiştir. Benim bu yazıda anlatmak istediğim de tam budur, koşullar ne olursa olsun o sandık bir kez milletin önüne geldi mi mesele kapanmıştır, millet o sandığı hep önünde ister.
Cumhuriyet döneminde de tek parti için bile olsa o sandık seçmenin önüne getirildi. 1923-1927-1931-1935-1939-1943 yıllarında bu memlekette seçimler yapıldı. 1946 yılında, 2. Dünya Savaşının tozlu ortamında çok partili hayata geçiş denemesinde aşama kaydedildi ve CHP ile Demokrat Parti yarıştı. Seçim öncesinde değiştirilen seçim yasası, açık oy-gizli tasnif gibi nedenlerle, seçmen iradesinin ne kadarının sandığa yansıdığı da oy oranları da bilinmemektedir. Ama seçimler yapıldı, sandıklar kuruldu CHP 395, DP 64, bağımsız olarak da 6 milletvekili çıkardı.
Çok partili hayatın ikinci seçimi 1950 yılında, gizli oy-açık tasnif şeklinde yapıldı. Bu, TBMM’nin 9. Dönem seçimiydi ve yüzde 55 oy alan DP 416 milletvekiline yani TBMM üye sayısının yüzde 85’ine sahip oldu. Oy oranı ile örtüşmeyen temsil oranı tartışmalarının bugün de sürdüğünün altını çizelim.
Burada biraz soluklanıp bugünlerin bir tür politik “baraj” sorusu olan, “Seçimi kaybetseler giderler mi?”ye yanıt vermek lazım. Giderler. Bu sorunun yanıtı 1950 yılında yaşanan şahane bir politik deneyimde yatmaktadır. Bu devleti kuran kadronun en önde gelen ismi, Kurtuluş Savaşı Komutanı İsmet İnönü, savaş meydanlarında, kanla, canla büyük bedeller ödeyerek kurdukları bu devleti, hiçbir komplekse kapılmadan, sandıkta ortaya çıkan millet iradesi sonucunda tek bir insanın burnu kanamadan, yönetmesi için DP’ye devretmiştir. Bu devir, bugünün de en önemli garantisidir. Tek parti döneminin demokratik bir yönetim olmadığını da hatırlatalım.
Türk siyasi tarihi aynı zamanda darbeler tarihidir de. Osmanlı'dan devraldığımız kurumlardan birisi de budur sanırım. 1960 yılında asker, kendi iç hiyerarşisini de bozarak darbe yaptı. 3 politik idam yaşandı. Askerler kendi kurdukları düzen içinde uzun süre kalamadılar. Bunun tartışmasını kendi içlerinde yaşadılar, bölündüler ama yeni anayasa yapıp bir buçuk yıl sonra sandığı milletin önüne koydular. Çünkü koymak zorundaydılar. Temiz bir seçim oldu, CHP 173, DP’nin devamı niteliğindeki AP 158, CKMP 54 ve YTP 65 milletvekili çıkardı. Darbe dönemi bitti.
12 Mart 1972 askeri muhtırası, ülkenin siyasi hayatını yeniden kurgulamıştır. 2 yıl sürmüş, bu arada CHP Genel Başkanı kurultay iradesi ile İnönü’den Bülent Ecevit’e geçmiştir. Yapılan ilk seçimlerde CHP birinci parti olmuş ve MSP ile koalisyon hükümeti kurmuştur. Sandık milletin önüne yine gelmiştir. Muhtıra dönemi bitmiştir, siyaset ve demokrasi her şeye rağmen işlemiştir. Ama bu dönem belki de Türk siyasi tarihinin en çalkantılı dönemidir.
Türkiye’de bugün yaşanan sorunların miladı, şartların oluşması için 2 yıl beklenilen 12 Eylül 1980 darbesi. Yeni bir anayasa yapıldı ve sandık insanların önüne bu kez referandum için 1982 yılında konuldu. Çünkü sandık anayasayı meşrulaştırmak için önemliydi, oy kullanma koşulları ne olursa olsun. Yüzde 92 ile kabul edildi. Referandumdan bir yıl sonra seçim sandığı seçmenin önüne geldi. Milli Güvenlik Konseyi’nin izin verdiği isimlerin aday olabildiği bir seçimdi bu ve ülkede yüzde 10 barajı uygulanacaktı. Seçmen, darbecileri bu seçimde kısmen hayal kırıklığına uğrattı ve Turgut Özal’ın kurduğu ANAP, 400 üyenin 211’ini alarak tek başına iktidar oldu. Kendini anayasa değişikliği gibi bir gariplikle cumhurbaşkanı seçtiren darbeci Kenan Evren’in, o dönem yıllarca iktidarda kalmasını engelleyecek bir güç de yoktu.
Siyaset ve siyasetçi her sıkıştığında çare olarak seçime gitmiştir. AKP iktidarında da bunu hep gördük. Devlet krizi, politik ya da ekonomik krizde seçime gidilmiştir. Bu tarihsel pratiğe bakıldığı zaman bu ülkede seçimler aspirin gibi, her derde deva niyetine gündeme gelmiş ve işe de yaramıştır. Yani o sandık mutlaka seçmenin önüne gelecektir, çünkü hiç gelmemezlik yapmamıştır…
*Gazeteci