Öcalan, Demirtaş arasında Kürt meselesi
Her açıdan sıkıntılı bir açıklamaydı bu. Bu nedenle içeriksiz tartışıldı. Bu açıklamanın niyeti biliniyordu aslında, bu nedenle tartışmanın boyutsuz kalarak tükenmesi şaşırtıcı olmadı.
Her daim ikinci planda kalsa da farklı isimlendirme ve tarifleri yapılsa da Türkiye’nin en önemli meselesi Kürt meselesidir. Türkiye’de siyasi dizayn, devlet kurgusu ve gücü, devletin siyasete bulaşmasının en önemli nedeni Kürt meselesidir. Hatta iktidar muhaliflerinin talep ve itiraz alanları, demokratik hakları hep bu mesele gerekçesiyle daraltılır. Muhalefetin en temel demokratik meselelerde bir araya gelebilme olanakları bu mesele nedeniyle zorlaştırılır, bazen de imkânsız hale getirilir.
Toptan siyaset bu meseleye karşı duyarsız mıdır? Hayır. Bu mesele, muhtelif yapıların iktidarlarını mutlaklaştırmak için de kullanışlı bir malzemedir. Devlet ve devlet adına görev yaptığını söyleyenler tarafından nasıl kullanıldığı Susurluk sürecinde, bizzat devlet görevlileri tarafından somut olarak ortaya konuldu. Siyaset üzerinden örneğini çözüm süreciyle, hemen kısa bir süre sonra bundan vazgeçilerek terörle mücadele denilerek başlatılan süreçte de AKP iktidarında yaşadık.
Bunun dışında partilerin hemen hemen tamamında kendi cephelerinden kaleme alınmış Kürt meselesi çözüm önerileri içeren raporlar mevcuttur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Edirne'deki, en büyük hesabı İmralı'dakine verecek" sözleri, derin bir sessizliğe yatırılan Kürt meselesini, ilginç bir biçimde hatırlatmadı. Oysa meselenin özü Kürt meselesiydi. Erdoğan’ın bu cümleyi neden kurduğu ve ne demek istediği, söylediklerinde gerçeklik payının olup olmadığı uzun uzun tartışıldı, bir cumhurbaşkanının bu cümleyi kuramayacağı gibi eleştirilere de muhatap oldu. Konu Abdullah Öcalan ile Selahattin Demirtaş arasına sıkıştırıldı, mecrasından kaydı. Öcalan ile Demirtaş’ı aynı cümle içinde şu anda bulundukları mekanlar üzerinden bir araya getiren mesele neydi? Bu önemli değildi. Gerçekten bir cumhurbaşkanının, durduk yerde bunu gündeme getirmesi mevcut meselenin önüne geçebilecek bir önemdeydi. Her açıdan sıkıntılı bir açıklamaydı bu. Bu nedenle içeriksiz tartışıldı. Bu açıklamanın niyeti biliniyordu aslında, bu nedenle tartışmanın boyutsuz kalarak tükenmesi şaşırtıcı olmadı. Niyet, HDP siyasetini hedef alarak Millet İttifakı yörüngesindeki pozisyonunda rahatsızlık yaratmaktı. Çünkü bundan sonra yapılacak her seçimde Kürt oyları belirleyici olacak. Örneğin, belki kimin cumhurbaşkanı olacağına karar veremeyecekler ama kimin olamayacağını net bir biçimde belirleyecekler. Nitekim yerel seçimlerde bunun pratiği görüldü. Ayrıca, unutulmaması gereken en önemli konu, Kürt seçmenin çok bilinçli hareket etme yeteneğiyle çok politize olduğudur. Yani öyle birkaç politik hamle ile muhtelif yapıların peşine düşmeyecek geniş bir seçmen kitlesinden söz ediyoruz. Birkaç seçim öncesinde mahalle mahalle örgütlenerek, ellerinde bulunan ipin uzunluğundaki oy pusulasının altına mühür vurarak Diyarbakır’dan 8 bağımsız milletvekili çıkaran bir organize olabilme yeteneği ve bilinçten söz ediyoruz. Konu Kürt meselesi olunca sessizliğe yatırılan iş, Kürt seçmen olunca hemen uygulanabilir plan, proje haline dönüşebiliyor. Kürt seçmen genellemesinden daha geniş bir kimlik zenginliğine sahip olan HDP seçmeninin politik ve sosyolojik tahlili daha kolay. Öcalan duygusallığını ve mutlak etnik kimlik hassasiyetini aşmış, net politik bir kimliğe bürünmüş, ülke meselelerine ilişkin akademik camianın sınırlarını zorlayan çıkarımlar dile getirme yeteneği olan, içinde geçmişte sağ, muhafazakâr ve liberal kimliğe sahip olanları da barındıran bir kitle. Ve kurumsal olarak, muhatap oldukları tüm baskılara, tutuklanmalara, yargılamalara ve kayyımlara karşın meşru ve sivil siyaset alanını zorlayan bir parti HDP. Bu nitelikleri nedeniyle sürekli olarak şiddeti tercih eden yapı tarafından da eleştirilen, zor durumda bırakılan HDP. Ve şimdi bu sivil yapının bir önceki lideri, şiddet yanlısı yapının kurucu iradesini temsil eden kişiyle bir tür tehdit ediliyor. Hem de istihbarat notlarına yansıyan değerlendirme cümleleriyle bizzat cumhurbaşkanı tarafından. Acayip bir durum diyelim, burada bitirelim bunu.
Burada aslında unutulan bir figür olarak biraz Öcalan’ı konuşalım. Kendisinin de çok hoşlanmadığı bir haldir bu unutulma meselesi. Çözüm süreci sonrasında tam bir tecrit altındadır ve kimse ile görüştürülmemektedir. Bazen kendisi de birileri ile görüşmek istememektedir. 23 yıldır İmralı Adası'nda cezaevindedir. İlk Suriye’den çıkmak zorunda kaldığında 44 PKK’lı, cezaevlerinde bu durumu protesto için kendini yakmıştı. Ortadoğu gibi bir coğrafyada kurduğu örgütü bugüne kadar muhafaza etmiş, Suriye’de, Irak’ın kuzeyinde ve İran’ın yanı sıra Türkiye’de kendisine taban oluşturmuştur. Yani Öcalan, öyle atmayı planladığınız her politik hamleye lazım olduğu zaman kapısını kolayca çalabileceğiniz bir figür müdür? Soru bu. Şiddetten vazgeçilmesi gerektiğini dile getiren ama çözüm sürecinde bile devletin masaya bu şiddet nedeniyle oturduğunu da çok iyi bilen birisinden söz ediyoruz. Üzerindeki baskılara karşın sivil siyaseti temsil eden ve tabanda kendisini aşan bir liderlik gösteren Demirtaş’ı, iktidarın yardımıyla tasfiye etmesi halinde bunun kendisinin de politik olarak sonunu getireceğini düşünemiyor olabilir mi?
Çok tartışılan İstanbul’un tekrarlanan seçimleri öncesinde Öcalan okunan mektubunda, "HDP’de vücut bulan demokratik ittifak anlayışı güncel seçim tartışmalarına taraf ve payanda yapılmamalıdır. Demokratik ittifakın önemi ve tarihsel anlamı mevcut ikilemlere kendini angaje etmemesi ve şimdiye kadar olduğu gibi seçimlerdeki tarafsız çizgisinde ısrar etmesidir" diyor. İktidarın organizasyonuyla Öcalan’dan alınarak okunan bu mektup, içerikten bağımsız olarak, şekil şartları dikkate alındığında da AKP’ye destek olarak yorumlanabilir kolayca. Kaldı ki içerikte, tarafsızlık öneren cümleler mevcut. HDP seçmeni bu çağrıya uysaydı seçim tersine dönebilirdi. Öte yandan Demirtaş da mektuba karşı bir açıklama yaptı: "Ortada ciddi bir seçmen iradesi gaspı var. Gasp edilen iradeye karşı İstanbul’daki yurttaşların bu defa bağırlarına taş basmadan, kendi iradelerini ve haklarını koruyacaklarına inanıyorum."
Seçim sonucu, Demirtaş’ın belirleyici olduğunu ortaya koyuyor. Peki Öcalan neden kendisini böyle bir teste soktu? Ya da bunu bir daha tekrarlar mı?
Bir dönem yayınlanan İmralı görüşme notlarında Öcalan’ın durumuna ilişkin değerlendirmelerde bulunmamız için bilgiler yer alıyordu. 23 Şubat 2013’te MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yargı üzerinden yapılan operasyonu "MİT’e darbe" diye nitelendirerek Fidan’ı yalnız bırakmamak gerektiğini söylüyor. Gazeteci Namık Durukan’ın haberleştirdiği İmralı notlarında Erdoğan’a başkanlık seçimlerinde destek vereceklerinden, AKP ile ittifak yapabileceklerinden ve herkesin özgür kalacağından söz ediyor. Heyetler arasında görüşmelerde barış konseyi kurulmasına karar verildiğini aktaran Öcalan, 2011 yılındaki görüşmelerde "ya müzakere ya kıyamet" bir sonrakinde "PKK’ya benim dışımda kimse silah bıraktıramaz" diyor. Bu görüşme notlarında biraz da meşru siyasi yapıyı taca atmak için HDP’den önceki parti BDP’nin şiddetle hiçbir ilgisi olmadığını PKK ve KCK’yı temsil edemeyeceğini dile getiriyor. 2008’deki görüşme notlarında AKP’yi "Hizbullah’ın resmi biçimi" olarak tanımlayan Öcalan, Ergenekon operasyonunu Mossad’ın istediğini söyledikten birkaç ay sonra bu operasyonun ABD tarafından yapıldığını savunuyor. 9 yıldır Öcalan’a ilişkin notlar ortalıkta yok, görüşme de yok çünkü. Geçmişten kalan notlar bugünü anlamamıza ne kadar yardımcı olur belirsiz…