Öfkenin pençeleri arasında: Atmaca

Attilâ İlhan Roman Ödülü sahibi Hikmet Hükümenoğlu’nun son romanı 'Atmaca', Can Yayınları tarafından okurla buluştu. 1995’te lise son öğrencisi olan Ömer’in günümüze gelen süreçte ailevi, siyasi ve toplumsal şartlar etrafında öfkesinin nasıl şekillendiğini anlatan roman, yer yer efsanevi anlatılara da yer vererek Türkiye’nin yakın tarihine ışık tutmakta.

Google Haberlere Abone ol

Hikmet Hükümenoğlu, 1971 yılında İstanbul’da doğdu. Robert Kolej’den mezun olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde Fizik, Koç Üniversitesinde ise MBA bölümlerini tamamladı. On yılını finans sektörüne verdikten sonra kurumsal hayatı bırakarak yazın hayatına ağırlık verdi. 2005 yılında yayımlanan ilk romanı 'Kar Kuyusu' kitabından sonra 'Küçük Yalanlar Kitabı', '47 Numaralı Kamara', '04:00' ve 'Körburun' isimli kitapları yayımlandı. 2016 yılında yayımladığı 'Körburun' kitabıyla Attilâ İlhan Roman Ödülü’nü kazanan yazarın onun devamı gibi gözüken fakat bağımsız olarak da okunabilen 'Atmaca' isimli romanı Can Yayınları tarafından yayımlandı.

1995 senesinde başlayan roman, o dönemde lise öğrencisi olan Ömer’in neredeyse günümüze uzanan süreçte yaşadığı bireysel değişimi anlatırken Türkiye’nin yaklaşık yirmi beş yılda yaşadığı değişimi -yahut aynîliği- gözler önüne sermekte. Lise son sınıf öğrencisi olan Ömer evde otorite figürü olarak gördüğü babasıyla çatışırken okulda da birtakım çatışmalar içerisinde. Derya’dan hoşlanması fakat onunla birlikte olamaması, aksine Ömer için işe yaramaz bir kimse olan Hakan ile yakınlaşmaları duygusal öfkesini körüklemekte. Öte yandan arkadaşlarıyla çıkardığı derginin okul müdürünce el konulup basılmaması, sansür karşısında bildiri dağıtarak haklarını savunmaya çalışsa da bu çabasının sonuçsuz kalması onu her alanda yalnızlığa itmekte. İleriki yıllarda üniversitede okurken harçlığını çıkarmak için çalıştığı otelde İtalyan bir çiftin örtülü kafesle yanlarında getirdikleri “atmaca” Ömer’in öfkesinin simgesi olacak. Nitekim yazar bir röportajında atmaca ile Ömer’in öfkesi arasındaki ilişkiyi vurgulamakta zira atmaca etobur, tam eğitilemeyen, başına buyruk fakat sahiplerinin kopamadığı bir kuş. Ömer de aslında kitap okuyan, gündemi takip eden yani entelektüel tarafı olan, bilişsel seviyesi yüksek fakat yine de öfkesini kontrol edemeyen, ondan beslenen bir karakter. Aslında Onur Hoca karakteri de Ömer’e benzemekte zira insanı bir kısır döngüye hapseden sisteme karşı nasıl savaşacağını bilmekle birlikte pes etmeyi tercih etmiş:

“Rahmetli babamın bir lafı vardı: Yüksek bir duvarı koşup koşup kafa atarak delemezsin, derdi. Ya etrafından dolanacaksın ya da sabredip tırnaklarınla kendine bir tünel kazacaksın. Ben tünel kazmaktan çok yoruldum artık. Yarın anahtarla birlikte istifamı da vermeyi düşünüyorum.” (s.91)

Atmaca, Hikmet Hükümenoğlu, 400 syf., Can Yayınları, 2020.

Onur Hoca’nın bu lafı doksanlı yılların ortalarındaki bezginlik hâlini de ortaya koymakta. Ömer’in lise yıllarında okul dergisi konusunda uğradığı haksızlık ileriki hayatında da yakasını bırakmamış, akademisyen olduğu vakit de KHK ile ihraç edilmiş.

“Kovulmakla kalmayıp istenmeyen adam ilan edilmiştik. Tek tek kimin hangi sebeple atıldığı açıklanmıyordu, devlet bürokrasisi topumuzu birden vatan haini sayıyordu. Bu şartlarda başka bir üniversitede iş bulma şansım yoktu. Üniversiteyi geçtim, herhangi bir iş bulma şansım yoktu.” (s.288-289)

Görüldüğü üzere, otoritenin bireyin yakasına yapıştığı Türkiye’nin içinde bulunduğu sistem aslında tam bir fasit daire. Dolayısıyla 'Atmaca' isimli bir romanı ilk defa eline alan bir okur kapak resmini evvela yadırgasa da kitabı okudukça kapağa da anlam verecektir. Öte yandan, çoğu okurun bildiği siyasi izlek, insanların Kenan Evren’den Tansu Çiller’e kadar gerek askeri gerek politik figürler hakkındaki diyaloglarıyla veya iç monologlarla kitabın arka planında ortaya konmuş. Araya giren efsane anlatıları ise Hükümenoğlu’nun metnine simgelerden yararlandığı için şiirsel bir yön kazandırmış, tabii bu anlatılar da genel tahkiye içerisinde bir işleve sahip. Kitabın bir diğer yönü ise içerisinde küçük çapta bir edebiyat ve film antolojisi barındırması. Bazı roman kahramanlarının okuma dünyaları üzerine makaleler yazılmakta. Bu bağlamda 'Atmaca'nın entelektüel dünyasının da böyle bir çalışmaya konu olmasını arzu ediyor insan.

“Ahmet Hamdi ve Halit Ziya dışında herhangi bir yazarın adını anmanın küfür sayıldığı fakültemizde, hala nefes alıp vermekte olan bir yazarın romanını derste okutmak, bazılarının tabiriyle, artistlikti. Fakat işte ne olduysa oldu ve o dönem dersimi alan öğrenciler Leyla Erbil’den Mektup Aşkları’nı, Yusuf Atılgan’dan Anayurt Oteli’ni, Ayfer Tunç’tan Yeşil Peri Gecesi’ni, Ian McEwan’dan Sonsuz Aşk’ı ve Milan Kundera’dan Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni okudular. Ben de bu küçük zaferimle müthiş gurur duydum.” (s.236-237)

Bu yönleriyle psikolojik bir gelişimi öfke teması bağlamında işleyen roman gerek Türkiye’nin her alandaki “gelişimini” anlatmasıyla gerek barındırdığı antolojiler ve efsanevi/mitik anlatıların olay örgüsüne dahil edilmesiyle son dönem romanları arasında dikkat çeken bir yer edinmekte.